21 Aralık 2011 Çarşamba

ortaya karışık "yanlış bir şeyler" ve (başlığın devamını bilerek yazmadım)

1. Protagonist-antagonist.
2. Oakley Hall. "How Fiction Works" adında bir kitabı var, kendisinin varlığından öyle haberim oldu. Biri birkaç kitabını Türkçe'ye çevirse de uğraştırmasa beni. Kimdir nedir bilen olsa da şöyle biridir, kendisi hakkında şuradan bilgi alabilirsin dese keşke. (Öyle biri hiç olmadı, belki de hiç olmayacak. Bu yaştan sonra mucizelere mi inanayım.) (Burada ve burada) (Oakley Hall'ü tanıyan derken onun kitaplarını okuyan birilerinden bahsediyorum. İnternette her şey var.)
3. How Fiction Works'ü çevireceğim. Sadece kendime. Altına da "Kendimce çeviren: Kendim" diye imzamı atacağım.
4. Herkes kendi işini yapsa ya. Yine de "ama". Olmuyorsa olmuyordur. Sultan Mahmut'u da andım gece gece.
5. Konumuzla hiç ilgisi yok: Pain Of Salvation'ın Iter Impius'unu dinliyorum sürekli. Niçe'yi de andım. Hani demiş ya "müziksiz hayat ılık bir kış günü yağmurlar yağarken tertemiz bir havada sokaklara çıkamamassdösd" Öyle değil tabii. Hatadır demiş. Müzik varsa konumuzla ilgisi yoktur "bazen". "Bazan". (Sözcüklere fazla takılabiliyorum bazan-bazen. Bazan daha güzel.)
6. Biraz kendim olayım. Önceki yazdıklarımı bu yüzden kaldırdım. Zira ben yazmışım gibi görünmediler bana, pek yabancıydılar. Kendimi bulamadım, canım sıkıldı. Kimsenin umurunda olduğunu da sanmıyorum.
7. Görünmezlik daha icat olmadı mı?
8. Bir defterim var. Adı: Üzerine Düşünülmeyen Sıradan Sözler Defteri. "İnsanoğlu hep anlatmadan anlaşılmak ister," cümlesiyle başlıyor. Birisinin blogundan almıştım bu cümleyi. Kim olduğunu bilemedim şimdi. Kendisine teşekkür ederim.
9. Beni ne şaşırtır? Beni ne şaşırtsın?
10. Cogito'nun "Şiir" sayısı odamda bir yerlerde hep karşıma çıkıyordu. Sürekli şiirden konuşuyoruz, biraz da susup okuyayım dedim "tekrar". Şiiri kullanıp atanlar o derginin o sayısını bulabilirlerse belki biraz ayılabilirler. Okurlarsa şiir düzmekle şiiri düzmek arasında nasıl bir fark olduğunu da umarım ki ayrımsarlar. Derginin şiir sayısını bulmak şiiri bulmak gibi zor gerçi. O zaman ne gerek var?
11. Tivitır'ın gündeminde birkaç dizi, birkaç da dizi karakteri vardı. Özene bezene küfürler falan ediyorum. (Küfürden rahatsız olanlar için "kötü sözler söyledim" diyeyim. Nabza göre. Accık kaypak, bizde böyle.) 
12. Yahu benim bu insanların arasında ne işim var! (Babil kulesi de güzel bir kulemizdir.)
13. Adamın biri kitaplıktaki Nurullah Ataç'ın "Günce"lerini görünce "sen niye başkalarının güncesini okuyorsun" dedi. Seviyorum o adamı. Zıbırcık zıbırcık.
14. Aha bu şarkı da onun için:

Luxus - Zin Magazin

15. Ne haliniz varsa görün!

 Yani. Dimi. Sanki.

12 Aralık 2011 Pazartesi

iki parça - 8

(spoiler sayılabilir)

1. Sevdalılar Beni Anlar


2. İstersen

6 Aralık 2011 Salı

O eşsiz an geldi çattı!

Bloglar alemine karizmatik bir giriş yaptıktan aylar sonra fark edildim ve ve ve bir ödül aldım. Bu ödül için Joy'a çok teşekkür ederim. Ne gerek vardı, zahmet etmişsin falan gibi şeyler demeyeceğim. Basbayağı gerek vardı. Yüzyıllardır bu anı bekledim ve en sonunda benim de nurtopu gibi "7 gerçeğim" oldu.

Paylaşacağımız konu "hakkımızdaki 7 (yedi) gerçek". Aslında genelde yalan yanlış şeyler yazmam, yazdıklarımın çoğu gerçektir (gerçek?). (Bazıları 38 yaşında olduğumu falan düşünüyorsa onlardan özür dilerim. Halbuki ben de bütün şuara gibi her daim 17 yaşında olan bir insan evladıyım. Hayattaki tek amacım kendime faydalı olm as.  Neyse.) Konu 7 gerçekliğim olunca önceki "gepgerçek" yazdıklarımdan farklı şeyler yazmak istiyorum. Yani oldukça "özgün" gerçekliklerle karşınızdayım. (1. maddeyi sildikten sonra buradaki "özgün" vurgusunun hiç mi hiç anlamı kalmadı, çünkü biraz araklamıştım birinden.)

1. Birinci gerçekliğime müdahale edildi ve sildim. Yerine başka gerçeklik bulunca yazarım.

2. Ne tür müzik dinlersin sorusuna "kulağıma hoş gelen her şeyi dinlerim" diye cevap veren insanlardan nefret ederim. Ben de kulağıma hoş gelen her türlü müziği dinlerim. Çok farklı türlerde sevdiğim şarkılar olabiliyor. Ama hayatta en çok hevi medıl sevdim. En sevdiğim grup Depeche Mode'dur. Hayatımdaki en önemli albüm de onların "Ultra" albümü. İkinci albüm Mavi Sakal'ın "Kan Kokusu" albümü. Üçüncü albüm de Sepultura'nın "Against" albümüdür.

3. Samimiyetsiz insanlara tahammül edemiyorum. O tür insanlardan hızla uzaklaşmak istiyorum. Uzaklaşamazsam da samimi olduklarını görene kadar onlara eziyet edebiliyorum. Yıllar sürebiliyor bu da. Ya onlar benden uzaklaşıyorlar ya da ben onlardan uzaklaşıyorum. Bir şekilde yolumuzu buluyoruz. (Bu samimiyetsizlik şeysi bende takıntı olmuş olabilir.)

4. 17 yaşıma kadar herkesin beni iyi bir insan olarak düşünmesini istedim. Hep iyi bir insan olarak anılmak için uğraştım. 17 yaşındayken acı gerçeklerle yüzleştim. Herkesin benim iyi bir insan olduğumu düşünmesinin imkansız olduğunu ancak o yaşımda anlayabildim.

5. Kendimi yalnız hissettiğimde kuytu bir yere gidip birinin beni orada bulmasını ve niye orada olduğumu sormasını beklerim. Bu boş bir bekleyiştir çünkü o kadar kuytu yerlere saklanırım ki birilerinin beni bulması neredeyse imkansızdır. Bu gerçekliğin de hep farkındayım. Hatta buraya yazdıklarım da o kuytular olabilir bazen.

6. Kimsenin beni anlamadığını düşündüğüm çok olmuştur. Buna şaşırmam, zira anlaşılmak istediğimde anlaşılabildiğimi de biliyorum. Demek ki hep anlaşılmak gibi bir derdim yok. Ama Hep anlamak gibi bir derdim var. Anlamadığım bir şey olursa çok sinirleniyorum.

7. Burada bir milyon tane gerçeklik sayabilirim. 7 tanesi hiçbir şeye yetmez. Bu gerçeklik kavramını sorguladım ama burada bununla ilgili bir şey yazmayacağım(?)  (Sanki doğruluk daha mütevazı ve daha öznel gibi görünüyor bana. Gerçeklik çok iddialı olduğu için bu kadarını yazabildim.) (Yazmayacağım dedikten sonra yazmak da bir gerçeklik sayılır mı acaba?)

1. (Sildiğimin yerine) Sevmediğim filmleri izleyebiliyorum, gıcık olduğum yazarların kitaplarını okuyabiliyorum, aptal insanlarla oturup çok ciddi sohbetler edebilirim, inanmadığım şeyleri söylediğim olur, inandıklarımı söylemediğim olur, bütün gece bir şeyler düşünüp sabahı beklemek çok güzeldir. En gerçek gerçeğim de yalan söylediğimdir herhalde. (Kombo gerçek oldu bu. Zirvede bıraksam iyiydi.)

Bu da şarkı:

Angus&Julia Stone - Paper Aeroplane


(Nobel'i bana verseler ödülü reddedip parayı alırdım. O parayla da kendime ada satın alırdım. Kimseye yardım etmezdim, uzak diyarlara giderdim. Ne güzel yaşardım öyle) 

4 Aralık 2011 Pazar

bu sefer başlık yok

Gecenin bir yarısı, sosyalleşme çabasında bir insan, sıkılıp msn var mı diye sorduğunda yıllardır kullanmıyorum diye cevaplamama şaşırdığı için başka bir yoldan bana ulaşmasına izin verdim. 03:50. msn kullanmadığıma şaşırabilen insanlar tuhaf geliyor bana. Konuşmaya değer gördüm.

Bu saatte bana ulaşabilmen lükstür dediğimde "Kendini bir lütuf mu sayıyorsun?" diye sordu. "Belki sıkılmışsındır, bir işe yararım diye kabul ettim seni" diye cevapladım. Benden lütuf mu olur durduk yere?

Ne bekliyor benden? Sosyalleşmek, yeni insan tanımanın heyecanı, dağarındaki insan varlığına yeni birini eklemek, bir sevgili bulmak, sadece konuşulabilecek biri? Ne beklenebilir? "İnsanlar birbirleriyle niçin konuşuyorsa ben de seninle onun için konuşmak istedim, başka anlam arama" dediğinde sabah oluyordu. O saatte gıcık biriyle nasıl konuşulacağını defalarca etüt etmiş olmalı, damarına basmaya çalıştıkça ilgisini çektiğimi hissettim. Oldukça sıkıcı. Direngen tavırlar, bunaltıcı klişeler vs

Her şey basit. Eklemek ne kadar kolaysa çıkarmak da o kadar kolay. Her şey hemencecik oluyor.

Uyuyorum dedim, uyudum. Ne kadar kolay. Sevmiyorum böylesini.

İnsanlar sıkıcı. Hatta "Cehennem başkalarıdır." Hatta "oha." O kadar da değil mi?

------------------

Uyandığımda benim için sabahtı, çoğu için öğlen. Yıllardır olduğu gibi.

Şu saatlerde kahve içmek istedim. Bir de bir şeyler yazmak. Kendimle ilgili düşündüm.

Kahve köpürmedi. Oturup karşılıklı bir kahve içelim desem kime diyeceğim? Başkalarının yazdıklarını da okuyamadım. Edebiyat, felsefe dergileri bir yanda. Hepsi çok ağır. Bugünlerde her şey beni aşıyor.

Kendimle karşılıksız oturup köpüksüz kahve içtim. Birinin uzanıp kendi yanaklarından öpmesi gibi. Karşılıksız diyorum. Kendimden bir şey beklemiyorum.

Kim benimle niye konuşur? Benimle ne konuşulur? Kim, niye bilmek ister?

Bir de yine aynı:
"Evreni ateşe vermeyi düşledin; ve alevini kelimelere geçirmeyi, bir tekini tutuşturmayı bile başaramadın!" Cioran

----------------

Son olarak şunu diyeceğim:
Adele bence dünyanın en güzel şarkıcısı. Şu an için. Her şeyiyle öyle geliyor bana.


Adele - Set Fire To The Rain

göze batmak

kaf dağında yaşamak.

hayalde bile gözün yetişemediği kadar yüksek bir yer, ulaşılmaz ama var. "olan" nasıl ulaşılmazdır? ulaşılmazsa nasıl "ol"muştur?

göze batmak olumsuzsa olumlu bir şey gibi görülmesi yanlıştır.
bir yanlışın doğru cevap olduğu da olur.

o yanlışı nasıl yapabildi? ben bu yanlışları nasıl yapabildim?
o beni anladığında, ben onu anladığımda "nasıl"ları da anlayabileceğiz.


ama bir yerlerde bir şeyleri yanlış yapalım diye uğraşan insanları hiçbirimiz anlamayacağız.

ve hiç affetmeyeceğiz onları. anlasak bile.

bütün hayatımı onları affetmemeye adayabilirim.

kaf dağında yaşayan ulaşılmaz olduğunca büyük görür kendini. orası yoksa, olmayan yerde yaşayan hayal dünyasında yaşıyordur.

olmayacak olsa hayal dünyası olmazdı.

o yüzden her şey tümüyle yanlış da olabiliyor bazen. hayal dünyası vardır, ama yoktur. hem var hem yok olan nasıl olmuş, nasıl olmamış hiç aklım ermiyor.

aklım erecek.
unutmayacağım.


göze batmak olumsuzsa olumlu bir şey gibi görülmesi yanlıştır.
bir yanlışın doğru cevap olduğu da olur.

ama bir yerlerde bir şeyleri yanlış yapalım diye uğraşan insanları hiçbirimiz anlamayacağız.
onlar yokmuş gibi de davranamayacağız.

puf.



                      Telepathy - Fracture

2 Aralık 2011 Cuma

iki parça - 7

dedicated to "Abuk","50 Kuruş","Hamburger" and "Kopan Düğmeler".



                              The Killers - Somebody Told Me


                      Body Rockers - I Like The Way You Move


ve tabii "BIOS Günü".

29 Kasım 2011 Salı

abuk sabuk şeyler yahut "Bizi bu ayarsızlığımız mahvetti."

yazının başlığını yine yazıyı yazmadan önce koydum. kendimi kınıyorum bu yüzden ama onu cezalandırmayı düşünmedim.

tam da bu saatlerde kurduğumuz cümlelerden alıntılar yapacağım. onun için geldim buraya. günümüz dünyasında bir britney spears "hit me baby one more time" gibi bir cümle kurabiliyorsa ben de şu anda okumakta olduğunuz yazıyı gayet tabii yazabilirim diye düşündüm.

şimdi alıntılarımız:

(...)

negatif: ...biri çıkıp çok pis ayar verecek, yamultacak bizi biraz. o zaman düzeleceğiz sanki.
başımıza kötü bir şey gelmese bari.
hayatın bombokluğuna duyarsızlaştık mı lan yoksa :S
abuk: bence de kesin öyle olur. biri gelir ayarı verir gider, yamuluruz biz de
negatif: bizi bu ayarsızlığımız mahvetti diyelim mi o zaman?
şiirimizin mottosu bu olsun.
abuk: tam da üstüne bastık. bizi bu ayarsızlığımız mahvetti kaan :D

--------------

negatif: içine girdiğim saplantılı halin boyutlarının ağzımdan çıktığıyla kulağımın duyduğu gibi olmadığının sen de farkında mısın acaba?
dur ben yazı yazcam. manyak bi cümle kurdum.
abuk: oha cümleye bak. tribini yerim la.

(...)

abuk: ne yazcan lan?
negatif: seninle konuştuklarımızı. küçük parçalar koyucam bloga :)
abuk: yapma eyleme :) hangi konuştuklarımızı?
negatif: seçiyorum dur bi kıpırdatma :)


------------

işte yazdım. aslında derinlemesine bir tahlil de yapardım ama geç oldu.
böyle alıntılamayı özlemişim. eskiden ne çok yapardık.

Not: tabii ki çok eksik, tabii ki küçücük parçalar bunlar. sansür de var. sansüre karşı olmadığımı daha önce söylemiştim. o zaman defolup gideyim.
Not2: ayara ihtiyacımız olduğunu düşünüp de ayar vermeye kalkan olursa en sevdiği dizi yayından kaldırılsın. ama ondan önce benden birtakım hoş olmayan sözler işitebilir. baştan uyarmayı da kendime borç bilmesem de insanlık adına büyük ama kendi adıma küçük bir adım atmış olmak adına (okul müdürü konuşmasına dönecek bu) uyarayım dedim.
Not3: neydi lan o?

evet.

SHIT HAPPENS!

 ***
 (GEÇMİŞİN KARANLIK SULARINDAN GELEN ANİ EKLEME!!!)

Olaylar çok pis gelişti. Abuk insanı bu yazdıklarıma yanıt olarak 2006 yılından bir konuşmamızı bloguna yazdı. Çok pis bir yazı olmuş. Ben bile kendimden iğrendim yani o derece. Eğer Abuk insan sansür çabalarıma karşılık vermezse aşağıdaki linkte çok pis küfürler olacak. Konuşan iki kişi dışındaki insanların anlayamayacağı bir konuşma metni olduğunu belirterek sokak çocuğu hallerimi tümüyle yansıtan bu yazının linkini aşağıda veriyorum. (Ama okumazsanız sevinirim. Söz verdiğim için linkini buraya koymak zorunda hissediyorum. Bu kadar çirkinleşeceğini bilemezdim.) 

UYARI! baya bildiğin +35 ve iğrenç bişey yani 
Abuk'un Yazısı

Çok pis kapak oldu bana. Neyse.  
(Blog yazarlığını bilem bırakabilirim şu satten sonra :P) 

---------------

İKİNCİ EKLEME: 


Öyle bir sansür şeyettik ki yazıdan ve konuşma metninden eser kalmadı. Tümden yok ettik her şeyi. S 
(Bunun reklamı da var, eser kalmadı kirden falan diyor.) 


Şarkı da koyayım buraya, insanlar dinlesin. 


Özellikle Abuk'a gelsin:




                  








Candan Erçetin - Ben kimim?



SON EKLEME
Yoğun ısrarlarıma dayanamayan Abuk yazısını tümden kaldırdı :( O yazının giriş kısmını buraya aktarmak istedim (atmaya kıyamadım). Cevap niteliği taşıyan konuşmayı buraya yazmayacağım. Yazarsam sansürün ne anlamı kalır değil mi? (Sansür sözcüğüne yabancılaşıyorum. Sansür, sensör, Sen sor. Peh)


abuk sabuk şeyler yahut "Bizi bu ayarsızlığımız mahvetti" yazısına cevaptır


Birazdan aşağıda okuyacağınız konuşmalar, 4 Nisan 2006 saat: 06:58 tarihlidir. Üzerinden beş sene geçmesine rağmen, hala hayatlarımızda değişen bir şeylerin olmadığını görmek sevindirici. Her şey bıraktığımız gibiymiş meğersem. Tutanakları boşuna hazırlamayın, yaşamıyoruz ki yazalım daha fazla şeyler. Bu yazı, Negatif Bey'in bugünkü blogunda yazdığı ve, beni cümle aleme bilmem kaçıncı kez ifşa edişine cevaben yazılmıştır. İntikam en asil duyguların karışımıdır.

Öylesine tekdüze bir hayat işte. Bak, beş senedir de yerinde sayıyormuş da haberimiz yokmuş. Baştan uyarayım, beş sene öncesine ait bu konuşma içinde çeşitli küfürler mevcuttur. Ve, okuyan diyebilir ki, bizim tanıdığımız bu iki blog insanı, normal yazılarında bile Türkçe'ye böylesine dikkat ederken, bu konuşmada "hatalar hatalar" silsilesi yaşanmış diyebilir. Ağzınızı yırtabilirim. Neyse, yine kimsenin umrunda olmayacağından (bu cümle sanki, dağlardan fırtınalardan kopup gelmiş dikkat çekmeye çalışan bir ergenin isyanı gibi geldi birden), çok fazla uyarıya da gerek duymamaktayım. Nasıl okunursa okunsun. Tarihe tutulmuş bir ışıktır bu konuşma. Yani, öyle böyle değildir. Başından sonuna kadar okuduğumda, o sabahın köründeki halimi, konuşmaları hatırladım. Üzerinden beş sene geçtikten sonra, yani bugün, okurken de aynı ruh haliyle, eğlenerek okudum, eğlendim, yer yer kahkahalarla güldüğüm yerler oldu. Siz gülmeyin. Konuşmanın hiçbir yerine dokunmadan, düzeltmeden olduğu gibi yazdım. Orijin denilen şey ne güzeldir değil mi?

Konuşmadaki kişiler (alfabetik sıra ile, kimse alınmasın diye, niye ismimi önce yazmadın cümlesine önlem olarak);

abuk şeysi: abuk
spineless: negatif

(KONUŞMA YOK EDİLDİ) 



------------------

Not3: neydi lan o?

evet.

SHIT HAPPENS!

 ***

-----------------

(VALLAHİ BU SON, GİDİYORUM)

Not4: sabah oluyor ya bazen. bazı sabahlarda tuhaf şeyler söylüyorum. kırıntılar gibi oluyor.
Örnek:
"gölgen yoksa ya ışık yoktur ya da sen yoksundur."

16 Kasım 2011 Çarşamba

acayip şeyler falan yazabiliyorum ayda yılda bir

"Hafıza-i beşer nisyan ile malûldür." 

Birkaç tane alıntılamadığım alıntı. Kim uğraşacak yazmakla.
Nereden alıntılamadım? Walter J. Ong'un "Sözlü ve Yazılı Kültür" kitabından. Peki bu kitaptaki hangi bölüm konumuzla ilgili? İnsanların söylenenleri unutmamak için yaptıklarının anlatıldığı bölümler. Söylenenlerle yazılanlar arasında gidip gelen kitabımızı oldukça beğenerek okumuştum bundan 400 yıl kadar önce.

İnsanlar söylediklerini unutmamak için unutulmayacak şeyler söylemeye çalışmışlar. Henüz yazı sözden daha fazla yaygınlaşmadan önce karmaşık durumlar üzerine düşünüp bunları da akılda kalacak şekilde düzenlemek zorunda olan insanın yazıyla işleri nasıl kolayladıkları hakkında yazılanlar oldukça ilgimi çekiyor. Günümüzde her şeyi kaydedebiliyoruz.

(Sorulması gereken bir soru olmasına karşın, konumuzla bir ilgisi yok ama önemli görüyorum: Her şeyi kaydetmek gerekli midir?)

Nasıl yanıtlarsanız yanıtlayın. Bence gerekli değil.

İfade özgürlüğü kavramına sıçramamak için kendimi zor tutuyorum.
Bu kavram bana ağzı olmayanlara konuşma özgürlüğüyle aynı şeymiş gibi  geliyor. Bu kadar yeter.

----------------------------------------

Yazmak bir tür alışkanlık benim için. Düşündüklerim yüzünden de bir bağımlılık haline gelmek üzere. Bu hale gelmemesine uğraşıyorum çünkü bugünlerde bunun hiç vakti değil.  Daha önceleri yüz binlerce kez tekrar ettiğim üzere yazmadıklarımı yaşanmamış olarak kabul etme eğilimim var. Yaşadıklarım yazmadığımda büyük oranda kaybolacaklar gibi hissediyorum ve bunun olmasından kaçıyorum. Yaşadıklarıma çok değer veriyor olmalıyım. Burada yazdıklarımı nasıl birbirine bağlarım diye de düşünüyorum şu an. Şöyle: Yazmak alışkanlık ve yaşadıklarımı yazmayınca yaşanmamış gibi olacaksa yaşamak da bir alışkanlık ve görünen o ki kurtulamadığım bir bağımlılık haline gelmek üzere. Fazla yüz vermemek lazım.

Hayata aşırı düşkün olmam başarısızlığımın nedenlerinden biri olabilir fakat beni harika bir insan yapan da bu iptiladır. Başarısız bir harika insan.

Bunu da düşünelim. Başarılı olmak biz insanlara dayatılan bir şey değil mi? Yoksa bu dayatma benim kuruntum mu? Sürekli bir başarma düşüncesi mi pompalıyorlar beyinlerimize? Bunları sadece ben mi düşünüyorum?

(Leyla ile Mecnun'daki Kim Ki Dük benzetmesine çok güldüm, ne ilgisi varsa söyleyeyim dedim.)

Hayatta bir çok şey sıradan. İnsanların küçük kalpleri atmaya başladıktan sonra ölene kadar durmuyor ya bu çok can sıkıcı. Anne karnından çıktıktan sonra sürekli nefes alıp vermek de öyle.

Yaşamak için sıradan ve basit şeylere ihtiyacımız var. Nefes almak ve kalbin atması basittir gibi bir sonuç çıkarılabilir bundan. Yapmayın etmeyin öyle.

Bir insanın 36 dakika kalbinin atmaması ve 14 dakika nefes almaması dünya üzerinde en değerli olan hangi "şey"le telafi edilebilir? 

Çok manyak şeyler yazıyorum. Harika bir yazı oldu. O yüzden burada bitireceğim.

----------------------------------------

 Bitireceğim dedim ama bitmiyor.

Sadece yazı değil. Fotoğraflar da unutmamak içindir. Hem fotoğraf hem yazı insanın bir eksikliğini gideriyor. Kaydetmek iyidir bazen. Yaşananlar güzel ve değerli olduğunda özellikle.

Geçen haftaların birinde bir yerlere gittik ve ben fotoğraflarını bekliyorum. Eski fotoğraflarımı da bekliyorum. Kafamda birkaç şey vardı, onları yazacağım. Fotoğraflarım geldiğinde kafamdaki gibi olacak yazdıklarım.

(Havucumu cikciklerle paylaşınca mutlu oluyorum.)

Bitti.

4 Kasım 2011 Cuma

dinlenmeye ara verdiğimde dinlediğim şarkı ve ağaçları iyiye kullanma teşebbüslerim ve Gece'ye bir öneri


                                         Mazhar Alanson - Benim Hala Umudum Var

1. Şarkı Bilge için.

2. "Ağaçlar toprakları mı yiyorlar acaba?" (Yüz yıldır ağacın altında dinlenen adamın son sözü olabilir.)
Bir de ağaçlar ölse bile ayakta durabiliyorlar. Demek ki yaşarlarken hayatın kıymetini biliyorlar.
Tekrar ve tekrar
"Bir ağaç yalnızca bir ağaç değildir."
(Anday'ı seviyorum.)

3. Nehir'in babasına söyledikleri geldi aklıma. Dünyanın en güzel şiirlerinden biri bu:
"baba, anne olsana."



4. ve iyi Gece. Bir gün aydınlık yüzünü göstersin. Tavşan kulakları da olsun. Bana benzemesin.
Gece.

3 Kasım 2011 Perşembe

hangimiz değiliz ki öyle değiliz ki hangimiz öyle hangimiz öyle değiliz ki (iki şarkılı kısacık yazı)

Bugün değişik bir gün. Hayatı bombok edecek iyimser fikirlerle doluyum. Saygısızlık olmasın diye larva olarak kalsınlar istiyorum. (Ne o? diye sorma - İyimser fikirlerden bahsediyorum.)

Bilinçaltımda yer edinmiş bir sorundan da bahsedeyim yeri gelmişken. negatif'i anlama kılavuzlarına konu olacak bir sorun bu, ama artık negatif'i anlama kılavuzlarını yazmayacağım. Çünkü anlamayın onu, bilmeyin, görmeyin ve hatta düşünmeyin, hayal etmeyin. Her neyse, konuyu dağıtmayacağım.


1. Gönderme
2. Referans (Reference)

Dilbilgisi (belki dille ilgili başka tür kaynaklar da olabilir, bilmiyorum nerelerden besleniyorsunuz) kitaplarında falan bu iki sözcükle ilgili bir şeyler öğrenilebilir. Benimle konuşacak insanın bu iki sözcükle içli dışlı, haşır neşir, çatır çutur olmasını bekliyorum. Şu hayattan sadece bunu beklemek istiyorum.

Bir de şöyle bir şey söylemek isterdim ki söylemedim sayın: "What the fuck is going on!"
Ama söyledim. Okuduysan görmezden gelemezsin.

Ve bu yazının ana konusu şu:
Çok iyi biliyorum, bensiz de güzel bir hayat olabilir. Hatta bensiz hayat güzel olur.
Ama üzülerek söylemeliyim ki ben varım ve beni görmezden gelemezsiniz. Çünkü yazdım işte.

Bir de fikirler bulaşıcı olabiliyor. Hasta edebilirim insanları.
İfade özgürlüğü varsa benden uzak dursun. Yoksa da bizahmet birileri icat etsin. Olmayan bir şey üzerinden atıp tutmak istemiyorum.

Kısa dedim ama yine uzadı bu. 30 yıldır yazmadığımdan olsa gerek. Bir 30 yıl daha susarsam roman da yazarım ki o zaman dünya tümden bombok olur. İnsanlık için büyük adımlardaN sayılmassı gerekli o yüzden: bu yazı. Zı.

Not: Hiçbir şey okumuyorum. Aptallığımı maruz görmeyin, mazur da görmeyin. Sesinizi yükseltin. Bu göklerin bağıran insanlara ihtiyacı var.
+
Not2: WhaDaFuckIzGoinoooan! (Mümkünse brutal ve hep birlikte)



                       Foo Fighters - Have A Cigar (Pink Floyd'dan ÇeviRme)


                            Duman - Helal Olsun (Bu da kendilerinden arak olsa gerek)

(İlk paragraftan sonrasını yazmayacaktım. Yazığım için başlığı da değiştirmeyeceğim.)

 Yama:
Ek$i Sözlük'te "insanın kendini en değersiz hissettiği an" diye bir başlık var. (buradan dümdüz gidebilirsiniz)
Resmen hayatımın sağlamasıdır bu başlığa yazılanlar(ın çoğu). Örümcek adama, süpermene ve bülent başgana sesleniyorum Bu gidişata bir dur demenin zamanı geldi geçti ve biz nerede yanlış yaptık a dostlar?

23 Ekim 2011 Pazar

iki parça - 6


                                   Björk - Army Of Me


                               Flyleaf - I'm So Sick

16 Ekim 2011 Pazar

bırakalım bu işleri ama o salak espri aklımıza gelmesin



Rüyada bile kendisini rahat bırakmayan insan
yatağından kalkıp yüzünü yıkayabilirse gerçekten uyanmış olacak. 
Çok şey değil. 

"Bu bir rüya olmalı ve uyanmalıyım." 
Bazı filmlerde böyle denilen sahneler var, çok severim. 

Rüyanın farkına varabilmek özel bir yetenek.
İlki resim, ikincisi şarkı. Dürttüler. Kalkıp yüzümü yıkadım.
Buralarda olmalıyım. 


A Perfect Circle - The Outsider

7 Ekim 2011 Cuma

koşan saat kafalar ve duvar ve masa (ve bir şarkı)


koş koş koş...

(buradan buldum) 



Şarkı:


                       Flört - Sevmez Olaydım

Pek güzel.

6 Ekim 2011 Perşembe

müzeyyen koş, yine uçan tekme dedim ben (müzeyyeni bulamayınca yazı acayip yerlere gitti)

uyarı: +24'tür efendim.

"ulaşmaya çalıştığın şey yerinden kımıldamıyor. ulaştığın zaman ulaşmış olacaksın ona. erişilmez değil onlar. yakınlık-uzaklık söz konusu olabilir ama erişilmez değiller.

erişilmez "kılmak" konusuna diyecek bir şey bulamıyorum. erişilmez olmasının ayrı bir önemi vardır diye düşünülebilir. bu, sevgilisine kavuşamayan insanın hali gibidir: bizi mahveden şeylere "aşkla" bağlanmanın yolu kavuşamamaktan mı geçer illa?

bundan fazlasını beklersen daha iyi olur, belki beklediğine değer diyorum ben de. hayatı bir çırpıda özetleyiveren white rabbit'e de diyorum aynı şeyi. bazı süreçler daha az hasarla atlatılabilir. gereğinden fazla mı iyimserim acaba?"


Böyle bir yorum yazdım alter ego'nun bir yazısına. Onun alanında yer işgal etmeyeyim diye yazdıklarımı buraya -kendi alanıma- almak istedim. Söyleme rahatlığı açısından bir değişiklik ummuştum fakat o kadar da kolay değil bu. Devamını da getiremedim. O yüzden burada biraz saçmalamaya karar verdim.

Burasının -çünkü öyle günlüğünün- rahatça küfredebileceğim bir yer olduğunu düşünüyordum. Aşağılık bir rahatlama yöntemi olarak küfüre karşı değilim. Tabii ki kimseye zarar vermemek, kimseyi incitmemek ilk-koşuluyla. Öteki koşul ise bu küfürün "seksist" olmaması. Ee, ne kaldı geriye? Dahası var ama onu da ben yapmam, bana göre değil. Pekala şöyle diyebilirim ama:
"İşte, bu boktan dünyanın bana ait olduğunu sandığım bir parçasında bile ben rahatça küfredemiyorum." Söyleme rahatlığı da neymiş? Ne rahat ne rahat, ki ben rahat yaşamayı seven biri de değilim maalesseeeffff.

Neyse, hayata kafa göz girişesim, uçan tekme atasım var. Ama yapmam. Çünkü kadına yönelik şiddete karşıyım!

Madem saçmalıyorum, şununla da jübilemi yapayım:

GENÇLİĞİMİZ NEREYE GİDİYOR? (İBRETLİK BİR PAYLAŞIM):

                   Ketum - Katliam Ala Franga

hikayenin sonu

"Yazık ki deliremeyeceğim."

Vüs'at O. Bener  - Kapan

5 Ekim 2011 Çarşamba

Not

“Algılarımızın keskinliğini arttırmak için hayatımızın temposunu düşürmemiz gerektiği aşikâr. Neden yavaş tempolu filmleri sevdiğim ve böyle filmler yapmak istediğimin nedenleri de burada yatıyor zaten.” Nuri Bilge Ceylan

Anlatmak istediğim tam da buydu.

iki parça - 5

Bu kez geriye dönüşün iki şarkısı: "İki Boş". Arada bir nerelerden geçtiğime bakıyorum.

1. Anathema - Empty



2. The Climb - Empty

3 Ekim 2011 Pazartesi

dönüp dolaşıp dönüp dolaşıyorum

Uzun uzun bir yerlere bakıp daldığımda kişisel gelişim tandanslı cümlelerle irkilip kendime geliyorsam, hiç yapmak istemediğim bir şeyi yapmak üzereyimdir. Kendi cümlelerim beni yerimden kaldıracak kadar güçlü değiller, istemeden yapacaklarım için çok cılız kalıyorlar, (aslında) hiçbir şeye yetmiyorlar.  "Zaman herkese eşit dağıtılmıştır. Herkesin bir günü yirmi dört saattir." Basit sözler. Uyandırıyorlar beni. Umutsuz bir haldeyim.

(Buradan sonrası boş.)

sürekli kaygıyı düşünüyorum, aklıma takılıp duruyor. bütün olan biteni tek bir çerçeveye sıkıştırmak bir işarettir. yine bir döngü. dönüşlülük. bir uyarı. (başka yeri göremem, hep kendisini gösterir.) bazı sözcükler çok yer kaplarlar. kaygı gibi. sıkıntı da öyle. hep bencildir bunlar. izin vermezler diğerlerine.

[tekrar]
aklıma takılanlardan kurtulmak için yöntemler geliştirmiştim. yazınca onlardan kurtulabiliyordum. [şimdi] kurtulmak istediklerim yazdırmıyor, yazmayınca kurtulamıyorum. kurtulamadıkça yazamıyorum. beynimi işgal eden sözcükler gitmiyor. gidemiyorlar, takılıyorlar bir yerlere, çok yer kaplıyorlar, [tekrar] başka şeyler görmeme izin vermiyorlar.

bunlarla uğraşmamalıyım. görmemezlikten gelmeliyim. basit cümleler beni yerimden kaldırmaya yetmeli. bunlar olduktan sonra [tekrar] kendime dolanacağım. ne yapayım? ne ya-pa-yım? napim? nolur yani böyle olursa?

vazgeçtim. biraz kendim olmaya çalışınca her şey berbat oluyor. uzunca bir süre kendim olmanın nasıl olduğunu unutmadan kendim olmamalıyım. mümkünse? yazmayacağım-okumayacağım-görünmeyeceğim. severek yaptığım şeyler vicdanımı rahatsız etmeye başladı. "buna hakkım var mı?" yok. niyeyse yok. çok basit düşünebilseydim yine olmazdı. serkeş öküz son soluğu kasap dükkanında alırmış. o hesap. o kasap.


Death- Misanthrope

"misanthrope
hater of all mankind
there is some hope
for those who own their mind
they came, they saw and acknowledged
some good, some bad
opinion: dangerous"

lan lan laaan!!!

28 Eylül 2011 Çarşamba

negatif'i anlama kılavuzu - 2

Bazı şeyler bana yakışmıyor ya da yakıştırılamıyor. Modayla ilgilendiğim düşüncesi mesela. Benim modayla ne ilgim olabilir değil mi?

Çok ilgiliyim. Modayı takip ederim. Birileri gelir "ıyy moda mı?" der diye belki. Evet ya, moda işte. Bana yakıştırılamasa da hayatımda var bu. Gerçi normaldir benim bunun gibi şeylerle ilgili olamayacağımın düşünülmesi. Kılık kıyafetimden, söylediklerimden, bakışlarımdan, ...,  her şeyimden belli oluır bu. (Bu arada 'normal' ne?)

1. Kafamın içinde bir sürü gereksiz ayrıntı gezinirken ben kendimi onların içinden çekip çıkarabilirim.
a) Kendimi tanırım. 3 metre boyum var ve hep aynı şeyleri giyiyorum. Kendimi bulmam zor olmuyor bu yüzden.
b) Gereksiz ayrıntılar benim kafamın içindeyken deplasmanda sayılırlar ve küçüktürler.
2. Dağınığım, Dağınık olan şeylerin içinde aradıklarımı bulurum. (İnsan beyni muazzam bir organdır.)
3. Bir negatif modayla ilgileniyorsa "ıyy moda mı?" diye sorulmasını bekler. Bu sorulduğu zaman da şu an yazdığı şeyleri yazabilir. (Kendinden başkası gibi bahsetmek için "Yorumcu Negatif" diye bir şey icat etmiş bir negatif)
4. Bir negatif modayla ilgileniyorsa görünenin arkasında bir şeyler arayabilir (Büyük resmi gör negatif, görünenin arkasına bak. Sıradanlık vadediyorum sana!). Gerçekliklerini yitirmiş, hayal-nesneler haline dönüşmüş mankenlerin dizlerinin ne kadar çirkin olduğunu fark edebilir. Her gün bunu hatırlatan şeyleri takip edebilir. (Hala aynı kişiden bahsediyorsak) dayatılan güzellik anlayışının etrafındaki insanları nasıl etkilediğini anlayabilmek için o dayatılanın ne olduğunu anlamaya çalışabilir. (Kendini olduğundan fazla görürken görünenin arkasına bakmaz da iş artizliğe gelince böyle süslü cümlelerle görünenin arkasına bakar bir negatif.)
5. "Ya da tam tersi."
6. Kafamın içinde neler döndüğünü ben bile tam olarak bilemezken insanların. (Sıkıcı)
7. Bazen insanların bana karşı yaptıkları "Bu ne cüret!" dedirtebiliyor. Bunu demem pek de önemli değil. Lafın gelişi derim genelde. Şaşkınlık ifadesi olarak.
8. İnsanların dizleri çok çirkin. Zayıf insanların dizleri daha çirkin. Zayıf insanlar çirkin. (itiraz edecek olan varsa diye: "bence". "böyle deyince kavga çıkmaz. itiraz kaldıracak halim yok diye: "bence". kavga etmek istemiyorum diye: "bence". 30 defa daha bence dersem "bence" anlamını yitirir. etrafımızdaki çoğu şey için yapıyorlar bunu. UYUMA!)
9. Bir nesneye uzun süre bakınca o başka bir şeye dönüşebilir. "Yabancılaşmak."

Uzar da uzar böyle. Saatlerce, günlerce, aylarca, yıllarca, yüzyıllarca

Anlatabilirim. Ama anlamak istemeyene bin yılda anlatamam.

Daha fazla uzamasın, gideyim.


                         Dredg - Pariah

iki parça - 4

1. Pentagram - G.S.T.K.P.

"...
Why must we live
In this drain that we hate
Life is hell for the dreamer
Who's seeking the shade

Give me something to kill the pain
There is no tomorrow and no today
My soul is not for eternity
And I know I will fade away, in memories" 


2. Pentagram - Pain

"...
I asked my father why he passed me by
He said I'm always here and watching you
Don't be afraid when you have lost your way
Follow the signs and they'll be leading you

Why do I fear the lie
When time has come to say goodbye

Heavy conscience on my shoulder
I can't hold on any longer
Cold ice now
Darkness kill my pain"

26 Eylül 2011 Pazartesi

dönüş

yolculuk: iki gece. bir dolu gün: uzun sürmüş gibi tadı. hiç unutmayacağım.
yorgunluğumu, uykusuzluğumu önemsemiyorum. her şey düşündüğümden daha iyi ve böyle olması bu kez korkutmuyor beni.

gidişler kolay, gelişler zor. olmayandan olana, olandan olmayana.
hiç gelmemek üzere gideceğim gün için ilham verici bir gün. rüyalar uzun sürmez. uzun sürmüş gibi gelir uyanınca.
kopmak zor. "o an" zor. son bakış. bir kez daha baktığımda olmaması zor. ve hayaller sonra. olsun.

gidişimle gelişim arasındaki bir zamanda galiba çok mutlu oldum. biraz da sarhoş etti beni bu. çok beklemişti, bir anda içince çarptı.

şimdi ayılıyorum.

biraz uyuyacağım.
iki gece yolculuk ve dopdolu bir gün.

24 Eylül 2011 Cumartesi

yolculuk

en telaşlı, en farklı "ankara'ya gidişim"in eşiğindeyim. yalnızlığın başkentinde bu sonbahar nasıldır diye görmeye gidiyorum (!). birkaç saat sonra uykusuzluğum başlayacak ve sanırım ancak pazartesi sabahı uyuyabileceğim. heyecanlıyım ve yorgun hissediyorum. bir de yetişemeyecekmişim gibi tabii ki. bir dakika için bile her şeye değer zamanlarım. alıp başımı gidiyorum işte. birkaç gün yokum. birkaç gündür zaten yoktum. iyi şeyler oluyor.

21 Eylül 2011 Çarşamba

Üstüm başım bitki, önüm arkam sağım solum gece.

Olup bitenleri seyrederken akışa kapıldım, bilmediğim yerlere gidiyorum. Düşündüklerim yüzüden her şey tek bir şeye benziyor, günler en geçmek bilmeyen ama yine de basitçe geçip giden güne dönüşüyor -hisler aynı, görüntüler ve sesler aynı. Aynılaşıyorum. Hep böyle gideceğini düşünüyorum, bu gidişi durduramıyorum. Durdurmaya yetmem. Çünkü ben de her şeyin içinde, olduğumdan fazla değilim; hatta gitgide azalıyorum. Bak, ne kadar kolay söylüyorum: "Hiçbir şey değişmeyecek."


Ne yazık, tam da böyle olması gerekiyor.

Çok fazla birinci tekil kişi. Ne kadar çoksam o kadar sıkıcıyım. Sıkıcı olduğum kadar kendimden sıkılıyorum. Yine çok fazla birinci tekil kişi. Ne pis bir döngü!

 ***

Sorun yok. Sıradanlıklar, tükenmekler, sıkılmaklar beni bir ağaca dönüştürecek; toprak beni başka türlü besleyecek, dünyayı başka türlü soluyacağım. O zaman yorgun bir gezgin gelip gölgeme sığınacak, bana bir kitap verip rahatımı kaçıracak. Hem belki birazcık "bir ağaç sadece bir ağaç değildir". Hem de belki şimdi tam zamanıdır.

Öyleyse tam zamanı:

"Ayaklarım hayvan, üstüm başım bitki
Denedim bütün vakitleri al
Başka türlü geçmeyen bir vakitti"


(Melih Cevdet Anday'ın "Tek Başına"sından)


İşte bu!

20 Eylül 2011 Salı

geçiyordum, bir uğrayayım dedim ey yoğurt.

yoğurtla şiir arasında nasıl bir bağ kurulabilir? son birkaç saatte yaptıklarımla birlikte bunu da düşündüm. şiir deyince aklıma yoğurt geldi, yoğurt deyince hassasiyet. içinden çıkamadığım bu durumu çözmem gerekiyordu.
Yıllar önce mayalanmışım ben. Şimdi tuttum.

İki not:
1. 'Herkes'in sanatçı olduğunu ilk ben söylememişim (tabii ki söylediğim her şey gibi bunu da ilk ben söylemedim). Farklı bir bağlamda Joseph Beuys benden önce söylemiş. "Everyone is an artist." Beuys, Novalis'ten ödünç almış bu sözü. Bir de şu var: "Everyone is a writer of an encyclopedia"

Beuys herkesin sanatçı olabileceğinden bahsediyor. Ben de herkesin sanatının olabileceğinden bahsediyorum. "Herkes sanatçı, herkes filozof" dememde biraz alaycılık mı varmış neymiş.

2. Yoğurdun şiirle ne alakası var?
Alıntı:
"Yeni bir yoğurt için bir kaşık olsun yine bir yoğurda ihtiyaç var. Eğer o bir kaşık evvel emirde yok ise taze yoğurt da yok."

Çok kurcalamayacağım. Birkaç yıl önce okuduğum bir yazı aklıma düştü. Yazının anılan kısmında kendini "özne" ve kendinden gerisini "nesne" olarak gören ve geçmişe karşı kör olan şairlerin kuramlara yaslanarak kendilerinden önceki kuşaklara karşı lakayt davranışlarda bulunduklarından ve bunu yaparken kendileri gibi olan diğer şairleri kullanarak bu ayıplarını örtmeye çalıştıklarından bahsediyor. Bunu da müşterek aldanma olarak görüyor. "Sanılıyor ki müşterek aldanma, aldanma değildir." diyerek devam ediyor yazı.

"Yoğurt çalmak için gidip başkasından bir kaşık yoğurt istemek ayıp kaçmaz."

Belli ki beni çok etkilemiş bu yazı. Yıllar sonra tekrar okuyunca yine duydum o dost sesini.
 
(Bahsettiğim yazı Celal Fedai'nin "Bir Misal ve Beş Lüzumsuzluk Üzre; Şiiri Ne Sanıyoruz?" adlı yazısı, alıntılar da bu yazıdan.)

--------------------

Meyveli yoğurt
Şiirli yoğurt
Uykulu yoğurt

Ama mutlaka yoğurt yani.

19 Eylül 2011 Pazartesi

negatif'i anlama kılavuzu - 1

"Söyleyecek hiçbir şeyim kalmadığını duyumsadığımda doğal bir hareketle "geriye dönüş"ü oynarım. "

1. Söyleyecek bir şeyimin olmayacağını duyarım. Olmayan belli eder kendisini, boşluk bas bas bağırır hatta. Tanıdıktır çünkü.
2. Doğal hareketler alışkanlıklar sonucudur. Doğal olduğu için doğal denmez bunlara.
a - Üzerine düşünülmüyordur. Ya da
b - doğrudan bir hüküm içermezler. Ya da
c - anidirler -oldukları gibi olmamaklıklarına fırsat verilmemiştir, başka türlü olmaları için yeterli süre yoktur-
ç - Başka her şey olabilirler ve başka hiçbir şey olmayabilirler. Açık uçludurlar, belirsizdirler ya da basit bir ifadedirler; anlatılmak istenen kadardırlar, kesindirler. Belli olmaz ne oldukları ya da çok bellidir.
d - Öylesine söylenmiştir.
3. Doğal olan dönüşlüdür (refleksif). Çağrışım değeri vardır. Bir sonraki sözcüğü bu çağrışım belirleyebilir.
4. "Hareket" düşüncenin meyvesidir. "Olan"dır. "Yapılan"dır. "Kılınan"dır. Düşünce hareketle birlikte anıldığında tasarıdır. Düşünce, "geriye dönüş"ü imgeye dönüştürmeye; hareket, imgeyi somutlaştırmaya çalışmaktır.
5. Anlaşılma çabası hep vardır. Olmazsa olmazdır. "Hayatım boyunca anlamaya çalıştım. Anlatamadığımı anlamadığımı düşündüğüm için daha çok anlatmaya çalıştım. Anlatmanın "ne kadarı" anladığımın ölçütü olduğu için anlatabildiğim ölçüde anladığıma ya da anlamadığıma karar veriyorum. Bu da hayatımın amacına ne kadar yaklaştığımı ya da amacımdan ne kadar uzaklaştığımı gösteriyor. Tabii ki birçok açıdan yanlışlarla dolu bir yöntem."Anlamak biricik amacım değilse de öyle olduğunu söyleyebilirim. Bu da kolaya kaçmak olarak anlaşılabilir. Hangi birimiz yapmıyoruz ki bunu.
6. Halbuki ne imgeye ne de somutlaştırmaya gerek var. "Her şey gerekli olduğu için var olmuyor."(sıfatları iyi seçmek gerekir.)
7. Sözce-Sözceleme-Lacan-Nedensizlik. Bunlar düşünceme uğrarlar.Ara sıra.
8. Neyin hangi kavramla ilgili olduğunu oturup saatlerce anlatabilirim. Kimse bunu saatlerce dinlemez. Çünkü sıkıcı.
Kendime anlatıyorum ve sıkılmıyorum.
9. Bir insanın seçtiği sıfatlar üzerine derin derin düşünmesi gereksiz mi gerçekten? İnsanlar bu kadar düşünmeseler daha mı iyi olur?
"Konuşan insan düşünmüyorsa ne yapıyordur?" "Düşünmeyeceksek konuşmaya ne gerek var." "İkisi birden."
Derin düşünebilsem ne kadar da iyi bir şey yaptığımı düşünürdüm. İç-içe.
10. Birden,,,Burden. Diller arası geçişlere eskisi kadar karşı değilim.
Önemli olan çoğalmaktır.
11. "Ey renkler beyi, bizim renklenmemize acı!"
12. Denize dökülecek nehirleri durdurmak ne zordur. Bunun için bir dağı önüne yığmanız gerekebilir. Nehirleri ne için durdurmak istediğiniz de çok önemlidir.
13. Çağrışımları engellersek düşünemeyiz. Engellemek istediğimizde "ne için" olduğu çok önemlidir.
14. "Geriye dönüş" oyundur. Buradan.
Lego oyuncaklar. Parçası kaybolmuş yap-bozun kayıp parçasını aramak için önceye bakmak. Çocuklukta nasıl oynadığını hatırlamak için bazen. Geriye dönüş eksik kalan bir yaşantının eskide bir karşılığı olduğunu ummaktır. İnsan öyle ya da böyle arar.
15. Oynamak=acting. Maske.
Düşünce ile hareketin arasına sıkışmıştır. Boş sahneyi izlemek için istedikleri yere oturabilen seyircilerin olması veya olmaması bir şeyleri değiştirir, duruma farklı bir anlam katar.

-----------------------------------------

Sonuç:

"Söyleyecek hiçbir şeyim kalmadığını duyumsadığımda doğal bir hareketle "geriye dönüş"ü oynarım."
Bu cümlenin beni getirdiği yer: Aslan Kral. Sinemada izlediğim ilk film. İkinci film ise Pocahontas.
Aslan Kral'ı izlerken neden daha önce sinemaya gitmemiş olduğumu ve sinemaya gelmek için neden bu kadar geç kaldığımı düşündüğümü çok iyi anımsıyorum. Benim için önemli bir başlangıçtır. Pocahontas'la ilgili pek bir şey hatırlamıyorum.

Eski filmleri izlemek istiyordum, ama bu kadar geriye gideceğimi hiç düşünmezdim. En başından başlayacaksam bunca yıl yaşamış olmamın ne anlama geldiğini de sorgulamaya başlayabilirim. Böylesi bir sorgulamayı kafam kaldırmaz. Sorgulamasız, düşünmesiz birkaç hafta geçirmem gerektiğini bilsem bile bu "doğal olarak" mümkün görünmüyor.

Yazı görmek istemiyorum. Kitaplardan uzaklaştım. Yine de blog okuyorum hala. Ne büyük ihanet. Ya da ne büyük cesaretsizlik. (Cesaretsizlik'teki +sİz eki yokluk bildirdiği halde sözcüğün önüne gelen 'büyük' sıfatı ne kadar da iç açıcı. Durumumu ne iyi anlatıyor)

Hayır, tekrar maddeler halinde anlamsız şeyler söylemeyeceğim.

---------------------------------------

Ejderhanı nasıl eğitirsin? Aslan Kral'dan sonra bu filme gelecektim. Aklımdan Wall-E'yi ve Mary and Max'i geçirerek, ama yazmayarak. How to Train Your Dragon çok tatlı bir animasyon film.
Bir de O Cheiro do Ralo var. Pis kokulu bir kapitalizm eleştirisi. Çirkin sahneleri var. Güzel olan pek bir şey yok. Çünkü kapitalizm eleştirisi. Bir de Brezilya filmi.


Gecenin bu saatinde. Yazmak için yeterince yorgunum. Geçiştiriyorum. Sanki yazmak bir görev ya da zorla yazdırıyolar gibi bir de açıklama yaparım.

Geçiştirmek ve indirgemek bugünün anahtar sözcükleri. Yazmasaydım ölmezdim ama.

---------------------------------------
not: yazdıklarım sanki bir anlama klavuzu gibi göründü. başlık bu yüzden. ne kadar basit değil mi?
basit olan çekici olsa gerek. bu isimde ne yazılsa çok-satan oluyor. bundan nefret ediyorum. ama bana ne diyebiliyorum.


not2:

         Paradise Lost - Accept The Pain

17 Eylül 2011 Cumartesi

bir susacağım bir daha kimse konuşturamayacak beni. konuşmaya başlarsam da kimse susturamaz sanırım. şu an tam da bunu düşünüyorum.

her şeyi berbat etmek çok kolay olsa da bunun eşiğine gelindiğinde insanı zor bir karar bekler her zaman. acaba yıkmalı mı bütün evleri? zihnimizdekiler de dahil.

sanki mutsuzum. sanki mutsuzluğu özlüyorum. çok alışkın olduğum için belki, uzun süre ortalıklarda görünmemesi eksiklendiriyor beni. sanki çok büyük saçmalayacağım.
tam da bunu hissediyorum.

bazen saçmalamanın dönüşü olmaz. yazık olur.

14 Eylül 2011 Çarşamba

İki Parça - 3


                          Nick Cave - To Be By Your Side


                               Depeche Mode - Rush

13 Eylül 2011 Salı

Bu aralar pek görünmüyorum. Acaba nerelerdeydim sevgili kendim?

NOTLAR:

1. Verimsizim. Dökülüyorum. Zamanım geçti.
2. Kurağım, yağmursuzum, düşsüzüm.

3. Yokum. Niye? Ulaşılabilir olmak istemiyorum. Görünmüyorum.
4. Ulaşılabiliyorum yine de. Niye? de-

5. O. Aruoba okumak istiyorum. Kaldıysa. Biraz.

6. Unutalım bunları. Neler diyeceğim başka.

7. Hoplayıp zıplıyorum. Sürekli hareket halindeyim, kendimi taşıyorum. "Yaklaşıyor." İnatla yaklaşıyorum ben de. Meydan okuyorum. Kendimle tehdit ediyorum. İnsanları, zamanı, her şeyi. İnsanlara, zamana, her şeye.
8. Gereksiz ayrıntılardan arınmak istiyorum. Kaldıysa. Biraz.

9. Uzak şehirleri dışlıyorum. Uzak şehirler, bensiz kalın! Gibi.

10. Hayatımdan birilerini kovdum. İnsanlardan beklentim kalmadı. Olmasanız da olurdu. Olsanız da olur. Ne kadar kötüyse o kadar kötü. Ne yazık! Bensiz kalın. Ne fark eder(siniz). ? (Bir sürü bir sürü konuşurum işte böyle, o yüzden defolun gidin başımdan.)
11. Televizyon izliyorum (artık), kafam dağılıyor; çünkü televizyonda gördüğüm hiçbir şeyi düşünmüyorum. Aradığım boşluğu buldum. Günde yarım saat iyi geliyor televizyon. Düşünmesiz. (Kötü amaçlarım için kullanıyorum işe yaramaz şeyleri.)
12. Kaygı ile ilgili düşündüm. Hayatımdan birilerini kovdum. İnsanlardan beklentim kalmadı. İnsanların gıyabında kaygıyı düşündüm. Haber vermeden çekip gittim düşüncemde.
13. İnsan neden yalnızlığı seçer (yaptığı buysa ve yapabildiyse)? Zaten yalnız olduğu için mi? Bu seçim bir farkındalık sonucu mu geliyor karşısına? Yoksa üzerine düşünülmese de olur denilen bir tür basit savunma biçimi mi sadece? İstenir mi yalnızlık? Yenir mi? Yener mi? Hem yenir hem yener mi? Hasta eder mi? Öylesine mi, gelişine mi, tesadüfen mi? Yani? Alınmış bir karar mı, bile bile bir tasarı mı, sunulmuş mu, içi oyulmuş mu, yapışkan mı, akışkan mı, solucan mı, tırtıl mı, uzayda yer kaplayan bir boşluk mu, eğri mi, kaskatı bir yumru mu (?x11=??) Her neyse.

İnsan bazen kendiyle ilgilenmek ister. 

14. 37 yaşıma geldim, hala ders çalışıyorum. Zaman her şeyden daha hızlı. Haliyle geriden takip ediyorum. Ah şu 25 yaşında olsam neler vermezdimlerim... Kıyamam ben kendime.
17 yaşında olacağımı bilsem, ölürdüm, tekrar dirilmek isterdim. Bu hayata tekrar gelmeyi bile göze alırdım. 17 yaşında olabilecek olsam değerdi. Yoksa değmez. Unutalım. 17 yaşımda olabilecek olsaydım 15 yaşında olmayı da isterdim. Bu böylece "hiç olmamaya" kadar gider. Zaten gideceğim(iz) yer de orası değil mi?

15. Bazen bakıyorum, 127 okunmamış öğe falan. Cehennemin kapısında yazmıyor bu, izlediğim blogların günlük ortalama getirisi. Zaman karşılığında blog yazıları okuyorum. İzlediğim bloglardan vazgeçmem de bu yüzden kolay olabiliyor bazen. Birkaç nazik hareketle bu bloğu izlemeyi durdur demek fazladan bir fincan çay içmek demek. Benim zamanımı boşa harcamayın insanlar! Karşımda duranlara yaptığımın aynısını yaparım. Benden mahrum kalırsınız. Bensiz kalın. Hayatımdan bazı blogları da kovdum. (Bu yazdıklarımı okuyor olsalar "pek de umurumdaydı" diyebilirler. Benim bir yerden gidişim önemlidir, bilemezsiniz ne kadar olduğunu.)

16. Miyavlar gitti, yerlerine cikcikler geldi. Evimizin hayvan kontenjanında iki kişilik yer var hala. Uzun yaşayacaklarını bilsem balıklarım olsun isterdim, ama yaşatamıyorum onları. Miyavlar gitti gideli sanki onlar evdeymiş gibi, bir şeyi incitecekmişim gibi yürüyorum; birinin üzerine basma korkusuyla. Zira yüz kilo varım, bir kediyi ezdiğimi düşündükçe içim parçalanıyor. Gerçi bir tanesinin üzerinde uyumuştum, bir şey olmamıştı. Daha doğrusu o benim altımda uyumuştu, sanırım bu yüzden bir şey olmadı.

Hayvanların ölmesi insanların ölmesi kadar zor olabiliyor. Hayvanların gitmesi insanların gitmesinden daha çok üzebiliyorbazen. Balıklar da hayvan. Gitmelerine dayanamam diye yoklar, belki de, olmasınlar.

(Uzun yaşamak nedir ya? Yaşamak için ne kadar da gereksiz bir sıfat bu 'uzun'. Anlatımsız. İfadesiz. Durgun. Çiğ.)

17. İnsanlara baktığımda onları çok küçük görüyorsam bu fazla uçtuğum anlamına gelebilir. Fazla uçmuş olmayı çok isterdim, ama insanları küçük görüyor olmamın sebebi bu değil. (Keşke yalnızca bunun için baksaydım sana?)
Minyatür bakıyorum. Perspektiften yoksunum. İşin kötüsü, bu kadarına bile şükretmeli bazı insanlar.
(Mecburen otosansür.)
18. Birkaç yıl öncesinden çıkıp gelen:
"İnsan: tuvaletini yaparken canı acıyan varlık."

 19. Güzel-yazan insanların  ortak kaderi, kimlerin onları okuyup okumadığını tam olarak bilememeleridir. Yazı (söz) kimlere ulaşır, kimlerin kafasında nasıl canlanır, nasıl anlaşılır, nasıl var olur, neleri değiştirir? Yazan bunların çok azını bilirse şanslıdır. Bilmemek kiminin içini yer. Anlatmak istediğini anlatabilmiş olmayı ister kimi, hatta bazen zorla anlaşılmak ister; nasıl anlaşıldığını fazla önemsediği için. Konumuz bu değil, dağıtmadan, sarsmadan söylemek isterim:
Blogları okuyorum. Bazen okuduğumu belirtiyorum bir yorumla. Ama yorum yapamıyorum bazen, çeşitli nedenlerle yorum yapmak istemediğim de oluyor. Belki bir şekilde birileri onları okuduğumu düşünür diye yazdım buraya. Okuyorum ben, ama görünmüyorum. Kitapları okur gibi, sessizce, yerimi bilmeye çalışarak.

20. Sıkıntılı dönemlerde yanımda birinin olmasını istediğim olmuştur. Genelde kimse olmaz. Önemli olan şu: Yanımda olmak, bana yardım etmek isteyen birileri mutlaka vardır, ama yanımda olamıyorlardır. Ben de bazen birilerinin yanında olmak istediğim halde olamıyorum.

O halde,
İnsan kendine içkindir.
Yine de:
İnsan bazen kendine dışarıdan bakabilmeli, bazen kendinin yanaklarını okşayabilmeli, bazen uzanıp kendi yanaklarından öpebilmeli, bazen başını omzuna yaslayabilmeli, bazen içinde değil yanında olabilmeli.

Şu hayatta bazı güzel insanlar istemeseler de giderler başka diyarlara. Onların boşluğunu, onların özüme kattıklarıyla dolduramıyorsam zaten onları içimde var edememişimdir. Gidenler giderlerken bir şeyler götürürler ama 'buradayken' verdiklerinden fazlasını götürmezler.

Yaşamak bu açıdan anlamlıdır. Yaşayan, kendisini oluşturan parçaları da yaşatır. Yaşatmalıdır da.

5 Eylül 2011 Pazartesi

İnsan-ül K.

Bedenim benim ülkem
kaç kişiysem orada,
o kadardır nüfusum.
Kaç yüzüm kadar yüzölçülse keşke,
ama boşlukta kapladığım yer kadardır
yüzölçümüm.

Derim sınırımdır. 
nefesim, bakışım ve sözcükler
hep geçerler sınırı.
Kimseden izin almadan
giderler başka ülkelere.
ÇİFT


Akşam oluyor
Ve akşamdan sonra, karanlık
Ve karanlıktan sonra
Gözler
Eller
Ve nefesler... ve nefesler... ve nefesler
Ve su sesi
düşüyor damla damla damla sütten

Sonra iki kızıl nokta
İki yanık sigaradan
Saatin tiktakı
Ve iki kalp
Ve iki yalnızlık



Furûğ-i Ferruhzâd

4 Eylül 2011 Pazar

Orta Yaş Şiirine Renkli Elbiseler Giydirmek

Abuk insanı ve ben ortaklaşa halt ettik, zayıf mizah duygumuzla bir işe kalkıştık. Pişman mıyım, değilim. Yaptık işte bir şeyler. Çok eğlenceliydi (en azından biz çok eğlendik). Vadettiğim üzere yaptığımızı bloğumda paylaşacağım ama önce birkaç diyeceğim var.

İlk olarak aşağıdaki yazıdan bahsedeyim. Abuk insanıyla ortak bir bloğumuz var. Adı "Abuk Bir Günün Negatif Tutanakları". Birkaç yıl önce Tutunamayanlar'dan esinlenerek tutanak tutmaya karar vermiştik. Birkaç sayfa tutanak tuttuk ve Abuk bunları yıllar sonra evde temizlik yaparken bulup bloğunda paylaştı. 2008 tutanaklarını okuyunca çok hoşumuza gitti ve bir süre önce bir blog açıp burada tutanakların devamını getirmeye karar verdik. Ne kadar eğlendiğimizi anlatmak isterdim ama bunu yaparsam bu yazı amacından sapar. Tutanaklarla ilgili bir karar almıştık, yazdıklarımızı kimse görmeyecekti, sadece bazılarını bloglarımıza koyacaktık. Bunun sebebi de insanları rahatsız etmek istememiz ve kimseyi rahatsız etmeden rahat rahat yazmak istememizdir. Bu tabii tutanakları tuvalet ihtiyacımızı gidermek için kullandığımız anlamına gelmiyor (tutanaklardan kalan bir alışkanlıkla yazdım bunu.) Yeri geldiğinde ağza alınmayacak küfürler ediyoruz falan.

Aşağıdaki yazı benim yazdığım bir şiirin ayrıntılı bir tahlili olarak abuk'un kişisel bloğuna sızdı. Şiir benim, tahlil de abuk'un. Bizim eleştiri anlayışımız biraz seviyesiz olduğu için rahatsız edici bazı unsurlar barındırıyor olabilir. Baştan uyarayım. Ayrıca değişiklik yapmadan, Abuk'un uyarısıyla birlikte burada paylaşıyorum bu yazıyı. Şiirin yorumlanması gibi, yorumun da yorumunu yapabilirdim, ama çok zaman alır, çok uzun bir yazı olur, kimse okumaz diye bulaşmadım.

Özellikle söylemek isterim, umarım aşağıda yazılanlar kimseyi incitmez. Ne kadar terbiyesiz insanlar olsak da kimseyi kırmak, üzmek istemeyiz. Unutulmaması gerekir ki aşağıdaki yazı "özgürlük sapıttırır!" mottolu bir blogdan alınan ve gerçek kişi ve kurumlarla ilgisi olmayan bir eğlence nesnesidir. Bir de metinlerarasılık olayına fazla takılmadan okursak sevinirim.

Ve bu yazı otosansüre uğradı. Sansüre tümüyle karşı değilim, bazen insanın edepsizliğinin bir sınırı olmalı :)
Ve üzülerek belirtiyorum "çünkü öyle" bloğunda yazan negatif'le "Abuk Bir Günün Negatif Tutanakları" bloğunda yazan negatif maalesef aynı kişi (Dil çıkaran smiley olacak burada).

O halde buyrun, abuk'un negatif'i şair yaptığı o muhteşem yorum:


"Aşırı Bir Yorum Üzerinden Trajikomik Bir Tahlil Denemesi

Uyarı: Bu şiir ve şiir tahlili denemesi hiçbir şekilde ciddiyet içermemektedir. Tamamen can sıkıntısı içerisinde kıvranan Abuk ve Negatif insanlarının ortaklaşa can sıkıntılarını gidermek için ortaya atılmış bir eğlence ürünüdür. Kamuoyunu baştan uyarmayı bir görev biliriz. Sevgiler saygılar.

BİR ORTA YAŞ SENDROMU OLARAK: BEN KİMİM Kİ?

Ben Kimim Ki? 

                      Sevgili dostum, yönetmen Kim ki? Duk'a

beynim sulanmış ekmek ban ye
ban bana bakışını
içimden geçen nehirleri seyre dal
geçit vermez dağlar
ve yollar
akşamüzerileri
kıçımın kenarı
sızlar sızlar sızlar
kimse görmeden
ufukta bir uzaylı geçiyor
geçinip gidiyoruz işte
bir de hakkı var
yanımda
o da selam söylüyor.

Negatif
---------------------------------------------------------------

Edebiyat dünyamızın sabırsızlıkla yeni şiirlerini beklediği Negatif Bey, uzun bir aradan sonra biz şiirseverleri sevindirerek yeni şiirini edebiyat dünyamıza hediye etti. Uzun zamandır ortalıklarda görünmeyen Negatif Bey, bu uzun zamanı fazlasıyla değerlendirdiğini kanıtladı bize. Yeni şiir kitabı, "Ben Kimim Ki?" şiirimize yeni soluklar getirdi. Sürekli bir görünüp, iki inzivaya çekilmesiyle meşhur şairimiz, kalemini fazlasıyla sivreltmiş, yaşamını olduğu gibi şiire katmış. Toplam 17 şiirden oluşan kitabı, kitapçılarda yerini çoktan aldı. Neden 17 şiir diye sorarsak, burada da şairimizin güzel göndermesi var aslında. Şiirleri insan yaşamının dönemlerine göndermelerde bulunan şairimiz, yazdığı toplam 17 şiirle biz şiirseverlere birçok şey hatırlatmayı amaçlamış. 17 ise, doğrudan, insanların en güzel yaşı olan 17'ye bir gönderme. "Şairler hep 17 yaşındadır" lafını burada hatırlatmakta fayda var. Bu 17 şiirinde de şairimiz imge dünyasıyla şiir dünyasını temelinden sarstı. Lafı fazla uzatmadan, şairimizin kitabıyla aynı ismi taşıyan en  güzel şiiri "Ben kimim ki?" adlı şiirini inceleyelim;

Ben Kimim Ki?: Şiirin başlığı, bir sorgulamayı içeriyor. Bu sorgulama daha çok, insanın gelişim aşamalarını içeren gelişimsel dönemlerini kapsayan bir olgu. Özellikle, ergenlik dönemlerinde "kimlik inşaası" yaratılırken insanın ortaya attığı bir sorudur. İletişim çağında olduğumuzdan, hızla yarışan insanoğlu, eski çağlardaki gibi kendini sorgulamayı bir kenara bırakmış, ve daha çok çevresindeki gelişmelere kafayı takmıştır. İşte, şairimiz, şiirinin başlığına taşıdığı bu sorgulamayla, insanoğlunun bu unutkanlığına, kendini "yeniden" hatırlaması gerektiğine işaret ediyor. "Ben kimim" sorusu, insanoğlunun ilk çağlardan itibaren kendisine sormaya başladığı bir sorudur. Delphi tapınağının girişindeki "Kendini Tanı" yazısı da buna işaret eder, yüzyıllar boyunca günümüze kadar uzanan feylesoflar, yazarlar, şairler hep bu olguya işaret etmiş, bu soruya cevap aramışlardır; "Ben Kimim?", "İnsan Kim?"...Türlü türlü cevaplar gelmiştir bu soruya, tarihin tozlu sayfalarında her kafadan bir ses çıkıyor görüntüleri/sesleri gelse de, bu gelen cevapların hiçbiri yanlış değildir. Her biri, işin bir ucundan tutarak bu soruya cevap aramış ve cevaplar üretmiştir. Şairimiz, inzivaya çekildiği zamanlardaysa, bu soruyla fazlasıyla ilgilendiği belli oluyor. Kendisiyle uzun uzun sorgulamalara girişmiş ve bebeklik çağlarından itibaren, yaşadığı şu ana kadar uzanan zaman dilimlerini, gelişimsel dönemlere bölerek şiirlerinde cevaplar üretmeye çalışmıştır. Şairimiz, şiirini koyduğu bu başlığıyla, şiirini okumadan önce, bizi, kendimizi sorgulamamız için yemyeşil dağların tepelerine davet ediyor. Neden yemyeşil dağlar peki? Gökyüzünü izlemek için gözlemevleri, dağların en tepesine inşaa edilir, gökyüzü dağların doruklarından izlenir, en güzel gökyüzü gözlemi bu doruklarda yapılır. Şairimiz, göndermeleriyle, imgeleriyle bizi daha başlıklarda vurmasını çok iyi bildiğini kanıtlıyor.

Sevgili dostum, yönetmen Kim Ki? Duk'a: Şairimiz, şiirini ithaf ettiği, uzak doğulu yönetmen Kim Ki Duk'u anarak, şiirinin içeriği yönünde bize gizli mesajlar veriyor daha şiir başlamadan. Bilindiği üzere, Negatif Bey'le Kim Ki Duk, yılları deviren bir dostlukla birbirlerine bağlıdırlar. Kim Ki Duk da, bu dostluğun hatrına bir filmini Negatif Bey'e ithaf etmiş, Negatif Bey de bu jestin altında kalmayarak, dostluğa olan saygısıyla bu güzelim şiiri, sevgili dostu yönetmene ithaf etmiş, biz okuyucularını duygu seline boğmuştur. Şiirin ithaf bölümüne yeniden dönersek, bunu anlayabilmek için, Kim Ki Duk'un filmlerini izlemekte fayda var. Çünkü şiir, gerçekten de bu yönetmenin filmlerin, içeren bir "sessizlikle" örtülü. Bilindiği üzere, Kim Ki Duk'un filmleri, diyalog yoksunudur. Yönetmen, karakterlerini konuşturmayarak, sinemanın gerektirdiği gibi görüntülerle anlatmak istediklerini anlatma yoluna gitmiştir. Fazla söz, kalabalık yaratır, gürültü yaratır. Yönetmenimiz, filmlerinde diyalogları çıkararak, en güzel anlatım yoluna yaklaşmış, az sözle mükemmel anlatımları yakalamıştır. Şiir de böyledir, şiirde ne kadar az sözcük olursa, o kadar iyidir. Bu sözümüz yanlış anlaşılmasın, az söz denilen şey, gereksiz sözcükleri ayıklayarak, az sözle birçok şey anlatmaktır, birçok imge çağrıştırmaktır. "Saf Şiir" denilen kavramın özü de buradadır. Büyük şairler, ömürleri boyunca bu "saf şiir"e yaklaşmak için didinip durmuşlardır. Şiirimizin, ithaf bölümünde bile, şiirsel bir anlatıma yapılan göndermeyi içerir.Ayrıca yönetmenin adıyla ve şiirin adıyla yapılan sözcük oyunu takdire değer nitelikte.


beynim sulanmış ekmek ban ye
ban bana bakışını
:

Hatırlatmakta fayda var, argomuzda buraya taşıyamayacağımız bir deyiş vardır. Şairimiz burada bu söylemi alıp, cinsellik içeren bağlamından kopararak çok farklı bir söylem çizgisine çekiyor. Ergenlikten itibaren zirvesinin doruklarına ulaşan cinsel istek, 30'lu yaşlarından itibaren olgunluk çağlarına erişir ve 35'inden sonra da bunun yerini çok farklı şeyler, istekler, hedefler alır. Şairimizin yaşının 37 olduğunu göz önüne alırsak, bu bağlamın da açıklığını kavrayabiliriz. Beynim sulanmış, söylemi, artık sorgulamalardan, kendini aramaktan yorulmuş, çorbaya dönmüş bir beynin yalnızlığını anlatıyor. Ban bana bakışını dizesi de, bu yalnızlığı, sorgulamaların karanlık bir yalnızlık içerisinde yapıldığını ve sorgulamalar, cevap aramalara yönelecek "bir bakış"ı aradığını anlatıyor. Banmak fiili de, kendisine yönelecek olan bakışların, bu muazzam beynin içerisinde yankılanan sorgulamaların, bir bölümüne yönelerek hiç değilse bile bir yardım eli uzatmasını ve, ortak bir şekilde cevap aramaya çağırıyor. Yalnızlık çok kötü bir şey azizim. Yalnızlıktan öte, anlaşılamamanın getirdiği o karanlık yalnızlık. Şairimizin çıkmazlarından bir tanesi de bu, şiir dünyasının mayası olan en önemli özelliği.

içimden geçen nehirleri seyre dal
geçit vermez dağlar
ve yollar
:

"içimden geçen nehirleri seyre dal" dizesi, yukarıdaki dizeleri perçinleyen bir anlatım olmuş. İçimden, beynimden ne sular akıp geçiyor gürül gürül farkında mısın? Niye bir kulak uzatmıyorsun, dinlemiyorsun içimde çağlayan yalnızlığı, diye barım barım bağırıyor resmen. Nehrin de bir varış noktası, hedefi vardır, o da denizdir, okyanustur. Yani çok derin yerlere giden bir yalnızlık, bir hayatı sorgulama meselesi. Şair bu dizeden itibaren, yaşamının hedefine işaret ediyor, bu aklımıza gelebilecek herhangi bir şey olabilir. Fakat, hedefe ulaşmak kolay değildir. bunu da "orta yaş şiirleri"nde de apaçık bir şekilde gördüğümüz klasik bir imge haline gelen "dağ imgesi"ni katarak anlatmayı seçmiş. Şairimiz aslında bu imgeyle, klasik anlatıma bir başkaldırı gerçekleştirmiştir. Artk bıkkınlık veren, hemen hemen bütün orta yaş şiirlerinde yerini alan bu dağ imgesini, nehirlerle birleştirerek, bambaşka bir soluk getirmiş. Ferhat ile Şirin'den itibaren bizim de klasik edebiyatımızda yer almaya başlayan bu "geçit vermez dağlar" söylemi, hedefe ulaşmanın zorluğu, artık orta yaştan itibaren karanlık bir yalnızlık içerisinde yoğun bir şekilde gözlemlenen sorgulamaları, "ne idim, ne oldum?" arayışının bir türlü gelmek bilmez cevaplarını içeriyor. Hayatın muhasebesi, ve gençlik çağlarından itibaren varılmak istenen nokta, ama hayat şartlarının cilveleri eşliğinde varılmak istenen noktadan, hedeften çok başka yerlerde kendini bulmanın getirdiği büyük hüzün, insanı perişan eder. Şairimiz de çekildiği inzivada, bu büyük hüznü duymuş olmalı ki, bu klasik anlatımı kullanarak, bize bunu ironik bir şekilde dile getiriyor.

akşamüzerileri
kıçımın kenarı
sızlar sızlar sızlar
:

Bu dizelerde de, sorgulamaların, genellikle, güneşin battığı zamanlarda ortaya çıktığını ve sorgulamaların genellikle, kıç üstü oturarak yapıldığını ve saatlerce sürdüğünü, böylece kıçın uyuşup sızladığını dile getiriyor

kimse görmeden
ufukta bir uzaylı geçiyor
geçinip gidiyoruz işte
. :

dizeleri de, şairimizin içinde bulunduğu derin, karanlık yalnızlığa yeniden dikkat çekiyor. Kıç üstü yapılan, akşamüzeri sorgulamaları, kimsenin görmediğini haykırıyor. Sadece çok uzaklardan ziyarete gelen, garip bir uzaylının ufuk çizgisinden ufosuyla gelip geçmesiyle, çok uzaktaki kendini anlayabilecek canlıları anlatıyor. Yakınındaki kişilerin bir türlü kendisini anlamadığından yakınan şairimiz, hayalinde yarattığı bu uzaylıyla bir nevi teselli buluyor, onun ufosuyla geçip giderken, kendisine el sallayıp, "merak etme hacı, ben anlıyorum seni, kıçına bereket" diyerek, karanlık yalnızlığına dost oluyor. "geçinip gidiyoruz işte" dizesi de, çok hüzünlü bir anlatımı barındırıyor. Okuyunca gözyaşlarımızı tutamıyoruz, hüngür hüngür ağlıyoruz bu karanlık yalnızlığı görünce.

bir de hakkı var
yanımda
o da selam söylüyor..
:

Bu dizelerde de, çözülemeyen derin yalnızlık, şairin hayal dünyasını daha çok geliştirerek, kendisine hayali bir arkadaş edinmesini sağladığını gösteriyor. Bu hayali arkadaşın isminin "hakkı" olması fazlasıyla dikkat çekici. Yıllarca yakın çevreleri kendisini anlamadığı için ağır bir depresyona giren şairimiz, bu depresyonu kendisine hayali bir arkadaş yaratarak atlatmayı seçiyor ve, bu hayali arkadaşın üzerinden aldığı ağır yüklere bir şükran niteliğinde ona "hakkı" ismini veriyor. Hayali arkadaşının hakkını veriyor.

--------------------------

Etraflıca tahlil ettiğimiz bu şiirde, anlaşıldığı gibi orta yaşların ağır sendromları olan "kendini sorgulama" "hayatı sorgulama" "derin, karanlık bir yalnızlık" içerisinde örülmüş bu şiir, bizi karanlık bir anlatımla sarıyor ve bu orta yaş çıkmazlarının içerisinde derin bir hüznün içerisinde bırakarak, beynimizi eriten bir sorgulama içerisine itiyor. Şairimiz, bu şiirinde başlığından itibaren klasik söylemleri, bağlamlarından kopararak, bambaşka anlatımlar içerisine yerleştirerek, klasik orta yaş şiirine bir osmanlı tokadı atıyor, kendisine gelmesine sağlıyor."

Iter Impius


                             Pain Of Salvation - Iter Impius



Iter Impius

Bay Para:
Bugün uyandım
aradıklarımı bulmayı umarak
ve satın aldığım hayatın dağlarına tırmandım.
Sonunda bütün düzenlerin zirvesindeyim,
ama ne yazık! Benden başka kimse kalmadı şu hayatta.

Bugün uyandım
tozla, kirle, taşla kaplanmış bir dünyaya.
Bu solmuş tahtın kralıyım.
Tüm ormanlara, tüm dağlara, tüm denizlere hükmettim.
Şimdi geriye hükmedeceğim bu yıkıntılar kaldı  sadece
ve... gördün mü, beni göstererek;
hayat bize sırtını döndü.
Nasıl kabul edebiliyorsunuz?
...nasıl? Bunu anlayamıyorum.

Bugün uyandım
ormanlardan ve ağaçlardan yoksun kalmış bir dünyaya.
Tüm okyanuslar, tüm denizler çekilmiş,
tıpkı sahilin üzerindeki işe yaramaz tuğla köprüyü
bir sabah fırtınadan sonra silip götüren
acımasız gel-git gibi.
Öfke yok
bizi durmadan çağıran bu acımasız zamandan başka...
[hiçbir şey yok]

Asla çizgiyi aşmayacağım.
Bu dünyayı geride bırakıyorum;
kendi dünyamda kalacağım,
kana bulanmış tahtımda.
Bu yıkıntıya, bu enkaza hükmediyorum
ve toza, kire ve taşa
öfkenin sopasına ve zangır zangır titreyen kemiklere

Kendi dünyamda
tümden yalnızım.
Her şey gitti.
Sonsuza kadar burada çakılı kalacağım
ve şimdiden soğuk [geliyor].

Asla çizgiyi aşmayacağım.
Bu dünyayı geride bırakıyorum;
kendi dünyamda kalacağım,
kana bulanmış tahtımda.
Bu yıkıntıya, bu enkaza hükmediyorum
ve toza, kire ve taşa.
Öfkenin sopasının ve pasın
ve bu titreyen kemiklerin hükmedeniyim.
Yıkıntının hükümdarı.
Yıkıntılara hükmediyorum (dilediğimce.)



Bu da Bilge'nin çevirisi:

Bay Para:
Bugün uyandım
aradıklarımı bulmak
ve satın aldığım hayatın dağlarına tırmanmak için.
Sonunda dünyadaki bütün düzenlerin zirvesindeyim,
ama ne yazık! Benden başka kimse kalmadı şu hayatta.

Bugün uyandım
tozla, kirle, taşla kaplanmış bir dünyaya.
ben, bu solmuş tahtın kralıyım.
Tüm ormanlara, dağlara, tüm denizlere hükmettim.
Şimdi hükmedeceğim bu yıkıntılar kaldı  sadece
ve... gördün mü, beni göstererek;
hayat bize sırtını döndü.
Nasıl kabul edebiliyorsunuz?
...nasıl?  anlayamıyorum.

Bugün uyandım
 ormansız ve ağaçsız bir dünyaya.
Tüm okyanuslar, tüm denizler çekilmiş,
tıpkı sahilin üzerindeki işe yaramaz tuğla gibi
bir sabah fırtınadan sonra köprüyü silip götüren
o acımasız gel-git gibi.
Öfke yok
bizi durmadan çağıran bu acımasız zamandan başka...
[hiçbir şey yok]

Asla çizgiyi aşmayacağım.
Bu dünyayı geride bırakıyorum;
kendi dünyamda kalacağım,
kana bulanmış tahtımda.
Bu yıkıntıya, bu enkaza hükmediyorum
ve toza, kire ve taşa
öfkenin sopasına ve zangır zangır titreyen kemiklere

Kendi dünyamda
büsbütün yalnızım.
Her şey gitti.
Sonsuza kadar burada çakılı kalacağım
 şimdiden soğuk [geliyor].

Asla çizgiyi aşmayacağım.
Bu dünyayı geride bırakıyorum;
kendi dünyamda kalacağım,
kana bulanmış tahtımda.
Bu yıkıntıyı, bu enkazı ben yönetiyorum.
ve tozu, kiri ve taşı.
Öfke sopasının ve pasın
ve bu titreyen kemiklerin . kralıyım
Yıkıntının hükümdarı.
Yıkıntıya hükmediyorum (dilediğimce.)

2 Eylül 2011 Cuma

canım bugün, ne oldu sana böyle?

Çok konuştuğumda yazamıyorum.
Sıkıntıyla baş etmenin yollarını ararken aklımı bir sürü özensiz düşünceyle doldurdum. Düşündüklerim sayfalarca yer kaplayabilir, ama sözcükler bir şey ifade edemediklerinde yalnızca boşuna bir çabanın işaretleri oluyorlar. Şu an ne anlatacağımı bilmiyorum. Yazmak istediğimden bile emin değilim. Yine de yazmak için geldim buraya. Boş bir kafayla gelip hem sayfayı hem de kafamı doldursam iyi olabilirdi. Kafam çok ağır, gözlerim acıyor, parmaklarım yazmaktan nasır tuttu, sırtım ağrıyor. Kendimi gereksiz yere mi yoruyorum acaba?

Böyle bir girişten sonra yazdıklarımın hiçbir şey ifade etmediğini ve sözcüklerin öylesine yan yana gelip cansız bir yığın oluşturduğunu anlamak hep içime oturur. Çok sık başıma gelen bir durum bu. Oysa ki dün gece niye uyuyamadığımı, bugün niye hiçbir şey yapmak istemediğimi, neden saatlerce duymadan, düşünmeden, hareketsiz oturup durduğumu anlatabilmeyi isterdim. Anlatabilseydim biraz iyi hissedebilirdim, bu da birkaç kere başıma geldi.

Hiçbir şeyden tatmin olmayan insanları nasıl sevmiyorsam, şu an kendimi öyle sevmiyorum. Yaşanmadan geçip gitmiş gibi görünen günün ardından ağıtlar yakabilirim. Rahatlatacağımı bilsem hiç durmazdım. Kitaplarıma baktığımda onları okumak istemediğim için kendime kızdım. Birkaç yazı okudum sadece, ama yetmedi. Eksikliği tamamlamıyor okuduklarım, izlediklerim ya da düşündüklerim. Tuhaf bir haldeyim.

Dün gece sevinçle karşıladığım eylülün ilk gününü boşa harcadım işte. Çok da yazılacak bir şey değil aslında.

1 Eylül 2011 Perşembe

uyuyamıyorum.




Radical Noise - Bazen

bir eylül gecesi (şiirli, müzikli yazı yazdım)

Bütün şairlerin Eylül ayı kutlu olsun. Yaşasın sonbahar imgesi, yaşasın dökülen yapraklar; ağaçlar,kuşlar, yağmurlar, dizleri yaralı çocuklar çok yaşasın. Sonbahar güzellikler getirsin, mutluluklar getirsin.

kendi bestelediğim bir şiirimden birkaç dize paylaşmak istiyorum sizlerle:
"kimse görmeden
ufuktan bir uzaylı geçiyor
geçinip gidiyoruz işte
bir de hakkı var
yanımda
o da selam söylüyor."


Bu da sonbahar şarkısı:


               Lake Of Tears - Forever Autumn

"but the night becomes you
and the secrets of the rain, they will stay the same
and the time will come soon
with the secrets of the rain and the storm again

coming closer every day forever autumn"

31 Ağustos 2011 Çarşamba

ölümlü

Bu defa sadece bu: Doğu'nun sesi.
Anımsatsın diye.



                                     Pentagram - Ölümlü

30 Ağustos 2011 Salı

Şarkılı soru: Ne yapıyorum?

Ne yapıyorum? Bir şarkı var aklımda, onu buraya koyacağım. Kendisinden başka hiçbir şeye ihtiyacı olmayan bir şarkı. Buraya kendim hakkında bir şeyler yazarsam iyi olacağını düşündüm, şarkıyı da sanki öylesine geçiyorken uğramış gibi iliştirecektim altına. Şarkının yazdıklarıma ihtiyacı var sanki. Hiçbirine gerek yok. Bu yazdıklarımı da gerekli oldukları için yazmıyorum zaten. Şarkının da yazdıklarımla ilgisi yok. 'Sadece' olan şarkıdır.

Ne yapıyorum? Aklım başıma geldiğinden beri kendimi dilediğim gibi, olmak istediğim gibi yetiştirmeye çalıştım. İdealimdeki insana ulaşmayı istediğim için böyle. Çoğu zaman derdim kendimi yaratmaktı. Bana göre herkes kendisini yaratmalı. Bunun için yürünen yollar elbette değişir, insan bunu yürüyünce anlar. Herkes nerede yürürse yürüsün, önce yolları kendine çıkarmaya çalışmalı. İşte ben ona, yani kendime varmaya çalışıyordum yürüyerek.

Ne yapıyorum? Bir tür aydınlanmaya dolanan anlamsız bir soru aslında. Farkına varmadan önce sorulan sorulardan. Sanki soran cevabını verebilirse uyanacak, veremezse geçiştirecek, aman ya biraz daha uyuyayım diyecek. İçerisine beton dökülecek benlik kuyularının içine hapsedilmeye yazgılı bir soru "Ne yapıyorum?". İnsanın içinde bir yerlerde karşılığı olmalı. Çünkü 'yapmak' var eder insanı ve yapılanlar 'olmak' için bir şeyler ekler ona.  Karşılığını bulmalıyım dedim, buldum.

Ne yapıyorum? Beşinci kez sordum bu soruyu. Bunu saydım, yazana güvenmeyen okur da sağlamasını yapar mı bilmem. İnsan ne yaparsa kendine yapar! Her soruyu cevaplamak gibi bir değişmez-kural mı var? Bazen cevaplamasak da olur, bu ne azaltır ne de çoğaltır. Yine de cevapladım bunu.

Ne yapıyorum? Altıncı kez sorduğumda daha da sıkıcı olmasın diye söyleyeyim: Kendimi aptallaştırıyorum. Bunca zamandır yapmaya çalıştığımın aksine, olanı atmaya, yaptığımı yıkmaya, düştüğümü kalkmaya çalışıyorum. Belki de Andre Gide haklıdır, içimdeki kitapları yakmalıyımdır.

Aptallaşmak çok önemli. Yaşamam için de gerekli şu an. Bunca aptalın yaşadığı dünyada, onları anlamak için de biraz aptal olmayı öğrenmek gerekiyor. (Aptallaşsam da birilerini anlamam gerektiğini hiç unutmuyorum.)


Neyse benim için çok önemli olan bu gereksiz yazıdan sonra 'sadece', 'yalnızca' ve 'aslında' yapmak istediğimi yapayım. Buyrun o şarkı:


                               Nightwish - While Your Lips Are Still Red