30 Mayıs 2011 Pazartesi

Eh, yani ne çıkar siz bizi anlamasanız da.

Görüş alanımdayken söyleyeyim: Bana uğursuz geliyorsun Dorian, Tıpkı Bay Eden gibi. Sıradan, yalıtılmış hayatıma çok fazla burnunuzu sokuyorsunuz ikiniz. Sizden gelen her şey benim isteklerim doğrultusunda geliyor,
istemeseydim kendimden uzak tutardım sizi. Bundan hiç kuşkum yok. ~Bu kadar olmasaydınız, bu kadar derinlere girmenize izin vermeseydim keşke.

Hayat; sadece bir an* ve geri kalanı da o anın bıraktıkları değil, birçok an ve tanımlanması gereksiz bir şey. Ne olduğunun, nasıl göründüğünün önemi yok çoğu şeyin, bir arada ne ifade ettikleri önemli. Her şey 'olduğu gibi', yani 'neyse o'. Anlar da öyle -birbirine bitişen- bir bütünün parçaları, hayata içkin. Oldukları gibiler; gördüğümüz gibi veya olmalarını istediğimiz gibi değiller. Öyle olsalardı her şey iyi, her şey bize göre, her şey güzel ve kaçınılmaz olarak her şey anlamsız olurdu. 

Benimle ilgili hiçbir şeyin anlamsız olmasını istemiyorum. Bir şey söylediğimde havada asılı kalması, birinin onu yakalamaya çalışması, anlaması için gereğinden fazla çabalaması vb. gerekmiyor.

Oldukça uzun bir yazıya başlamıştım, çeşitli sebeplerden dolay fazla ayrıntıya girmiyorum. Geçiştirmek de istemiyorum. Sözü bir yere getirecektim, erteliyorum. Sonra yazacağım.

Daha önce anlattığım bir şeyle ilgili susmalarım halihazırda tartışılmış ve çözülmüş bir şey olduğu içindir bazen. Çok da deşmeye gerek yoktur, o yüzden susuyorumdur. Bazı şeylerin görünmemesi gerekiyormuş, her şeyi anlatmak isteğim benim şu anki halimin tek sebebi. İstemeseydim bunu da yapmazdım, istedim, istememeliydim.

Yani diyorum ki bildiklerin zaten benim sana anlattıklarımdı ve sen beni onlarla vurdun.

Bilinmeyen ya da belli belirsiz bilinen bir dilde söylenenlerin etkisi ile dünyayı anladığımız dilde aynı şeyin söylenmesinin üzerimizde bıraktığı etki arasındaki o uçurum anlatmak istediğim çoğu şeyi anlatıyor.
Aynı dilde konuşmuyoruz. 

Dün duyduğum bir şey:
İyi bir öpüşmeden sonra her şey teferruattır.
Öyle aslında diye düşünmekten kendimi alamadım.


Şimdilik bu kadar, gerisi

SON-*Ra


.

28 Mayıs 2011 Cumartesi

Sana Diyorum Dorian



People die of common sense, Dorian, one lost moment at a time. 
Life is a moment. There is no hereafter. So make it burn always 
with the hardest flame.

26 Mayıs 2011 Perşembe

- Merhaba
- Merhaba, sen beni tanıyor musun?
- Hmm, biraz düşünmem lazım. Tanıyamadım. Kimsin bakalım sen?
- Ben Sima. Seni tanıyorum ben. O yüzden merhaba dedim.
- Şimdi ben de seni tanıyorum Sima, tanıştığımıza memnun oldum.
- Ben de.

Bugün çok güzel bir kızla tanıştım. İnsanı bütün sıkıntılarından bir anda kurtaracak kadar güzel gülümsüyordu.

------

 
  • taşı yedim, mideme oturdu. bir yüzyıl beklerim gitmesi için. 
  • neye karşıysam ona karıştım ben, içimizdeki ilkelliği (dostluğu) korumalıyız belki... şiir orda biliyorum- taşlarda... sürekli şiir yazarak şiiri yoketmek istiyor olabilir miyim, yaşayarak yaşamı tüketmek gibi.. 
  • şiir kendini süzer, arındırır yokluktan. çağın en büyük sorunu hız. 
  • herşeye rağmen taşlar orda duruyor- öylece     
  • taşlar orada durur ama artık eskisi gibi taş değildir onlar, değişmiştir. bakışımız durmuyor. büyük bir sorumluluk altına girdik yazan ve okuyan olarak. 
  • köy kahvelerinde taş olmuş adamları seviyorum... 
  • sigaraları hiç bitmez onların, ben de seviyorum.





02:46 şarkısı

24 Mayıs 2011 Salı

NE KALIR diye sorup durmaların öncesinde delişmen, çocukça sohbetler vardı. Çınarların gölgesinde, kekre çayların ıslattığı gülüşler, boşvermişlikler ve şehirler doldurdu içimizi. İnsanlar yürüdü, biz insanları düşündük, biz yürüdük. Sonra unuttuk hepsini. Geriye bir şey kalmadı. mı?

Ceviz Düşü

Geriye ne kalır diye sorma (kalmaz çünkü)
Ya da “güzelsen” güzelliğin kalır
“korkuyorsan” korkuların kalır
Pembe üzümler yersen “sarhoş” olursun
Hüznün kuzey kıyılarını döver
Bir polis seni- sincap ağzı çalışır- ceviz düşer
Geriye ne kalır diye sorma
“sarışın” kadınlar güler
Kahraman kadınlar kalır
Kemale sorarsan “yazı” kalır
Söz nereye uçar Kaan
Gündüz geceye mi susar
Aydınlık mı kalır elimin sıcaklığı mı?
Al senin olsun gülüşüm
Bana güneşin kekremsi tadı kalsın
Geriye bu şiir mi kalsın
Bütün ağaçlar kurur
Gözyaşları ayaklanır
Mezar taşına “şiir” düşer
Sizi sevdim yazar “ hayat”
Ceviz ağacına sarılır
Cenevizlileri düşünür
Gemiler aşka gider
Kaptan anılarına kırar dümeni
El sallar çocukluğu
İçindeki çocuklar sevilir hep
Kitaplar kırılır- adamlar kitaplaşır
Yaklaşmayın- yakmayın
Ya da ısınalım sohbetle
Geriye ne kalır deme
“aşklar da” tükenir “ gül de”
Gülüşüne sahip çık dostum
Çölde devendir o
Gölde balıkların
Kimse kalmaz geriye
Ne “Aslı” ne “ Kerem”
Hiç olur “her şey”
“şiir” kalır – sen de kal
Beni bu sayfadan al
Kemale götür
Asma dalına assın beni
Pembe üzümlere doyalım mı?
( bir deli havaya ateş etti- bu şiir bitti)

20 Mayıs 2011 Mehmet GİRGİN


Yalnız kaldım, yürüdüm. Sonlar ve başlangıçlar boyunca yürüdüm. 
Yolların nereye gittiği hep belli. Olmayan yolları severim o yüzden. Yol yoksa giden de yoktur gelen de. Ne gerek var ki onlara? 
Yolun olmadığı yerde yalnız kalınır, orada yalnız yürünür. 
Yürüdüm işte öyle.
Gitmeden, gelmeden. 

Saçmalıklarım bitince de evime döndüm.

21 Mayıs 2011 Cumartesi

Merhaba,

bu sefer böyle başlamak istedim.
Çok heyecanlıyım.
Son altı ayımın yorgunluğunu henüz üzerimden atamadım. Sanki kısa bir ara vermişim de tekrar o kötü günlere geri dönecekmişim gibi yorulmuşum. Aksine inanmamacasına.

Yeni dünyaya alışamadım tam olarak. Garipsediğim bir uyum süreci. Üzerime sinmiş çirkin kokulardan da arınamadım, hala burnuma gelip duruyorlar. Arada cevabını bulamadığım sorular takılıyor aklıma, yanıtlarını burada bulacağımı umuyordum. Bir kısmını çözdüm ama büyük bir kısmı hala bekliyor.

Öyle bir anlatıyorum ki gören sen neredeydin de bu kadar sıkıldın diyecek. Ben neredeydim, nereden geldim buraya? Çok basit gibi görünebilir. Basit gibi görünen süreç bana çok şey yazdırabilir ve bu yazdıklarımı çok sonraları okuyup içerleyebilirim. Çok kötü koydular diyeyim özetle. Hala yazıyorum ve hala da içimdekileri atamadım. Tuhaf hissediyorum ve bu yüzden bu yazı da boka sarıyor. (Ayrıca değerli yorumcumuz gerizekalı kişilikten rol çalıyorum farkındaysan. Gerizekalı, oradan konuşacağına gel yardım et, sıkıştık burada.)

Yazarken sıkılmak sık başıma gelen bir durum değildir. Bahsettiğim şeylerle alakalı olarak bazen olabiliyor böyle. Marquez'in bir kitabı var 'Anlatmak İçin Yaşamak' diye. Kitabı okumadım, ama ismi bile çokça düşünmeye götürür beni. Yaşamak için anlatmak ve anlatmak için yaşamak... Benim istediğim yaşamaklar böyledir. Bu açıdan bakacak olursak ne dediğimi biraz olsun anlarsın.

Pazartesi günü evime geldim, çok sevinçliydim. Aklımda bir sürü düşünce. Kişisel yaşama alanı. Tuvalet, televizyon, kitaplık, halı vb. bir çok şey. Odam. Beni gören insanların yüzlerinde keskin bir mutluluk, başka bir duygu ifade etmediğinden emin olduğum gülümsemeler. Burada bıraktığım ruh. En sıkıcı anlarda düşündüğümden daha güzel her şey. Burada bulduğum ne varsa hepsi için uzaklık gerekli ve özlemek çok da kötü bir şey değil. Ama özlemek de öyle böyle değil, kanırta kanırta deşen türden bir özlemek.

Değdi. Her şeyin bir sonu var klişesini sorgulamaksızın kabul ediyorum. Bitti. Sonu gelmeyecek gibiydi, geldi. Geldim. Ee, şimdi ne yapacağım?

Hani atıp tutuyordum ya şunu yapacağım bunu özledim bunu yapacağım, her şeye eskisinden farklı bakacağım falan. Kararlıyım. Ne düşündüysem yapmak için uğraşacağım. Bu yüzden de biraz kasıyorum kendimi. Yapmak istediğim onca şey varken hiçbir şey yapamayacağımı düşünüyorum hala, eski alışkanlığım, o yüzden de bu yazıyı bile yazamayacaktım. Daha önceden yapacağıma söz verdiğim için yazıyorum bunu, zaten belli değil mi ayarsızlığımdan. Ama yazıyorum işte. Hiçbir şey yapmadığımı düşündüğümde ne çok şey yapıyormuşum aslında. Ama yaptıklarımın farkında olmam gerekiyormuş, artık, bizahmet.

Farkında olmadan yaptığım şeylerden bir tanesi bir dostu görüp çınarların altında sohbet etmekmiş. Bu sefer farkındaydım, alabildiğine doldurdum sohbeti, alabildiğine yaşadım o anları. Defalarca yürüyüp gittiğim yolları hiç yürümemiş gibiydim. O yol, tren yolu o kadar farklı göründü gözüme. Yeniydi her zamanki gibi, ama ben eskiymişim. Şimdi yenilenmişim sanki.

Trenlere çikolata yediremedim, ama onların nasıl su içtiğini gördüm. Koskocaman bir çeşmenin altında oturup aylak aylak sigara içtim. Burnuma gelen çiçek kokularını içime çektim doyasıya. Anre Gide'i andım, teşekkür ettim ona. Düşündüm, düşündüm, düşündüm. Çok düşündüm. Çok mutluydum. Düşünürken mutluydum.

Şimdi de öyleyim. Çok büyük bir başarı kazanmışım gibiyim, öyle mutluyum. Üzerimdeki şapşallığı atarsam biraz daha makul olacağım, şimdilik böyle iyi. Sandığımdan daha hızlı uyum sağlıyorum. Birkaç ay öncesindeki gibi küfretmiyorum mesela. İnsanlara karşı daha anlayışlı davranmaya çalışıyorum. Gördüklerimden sonra herkes çok değerli geliyor. Eskilerden sevmediğim biriyle karşılaştığımda onunla konuşuyorum. Kimlerle neler konuşmadım, ne olacak ki.

Böyle söylemek içtenliksiz gelebilir. Buna fazla takılmışım: Her şey içten olacak diye bir şey yok. İnsanların kötü yanları var ve istemeseler bile karşısındakinin zaaflarını kullanabilirler. İçten olmak ve bazen olmaya çalışmak benim en büyük zaaflarımdan bir tanesiymiş. Bunu anlamak iyi bir kazanım benim için.

Arkadaşlarım arıyor bazen. Beni özlediklerini söylüyorlar. Birilerinin hayatında aranacak biri olduğumu düşününce demek ki her şey o kadar kötü değilmiş diyorum. Gerçi birkaç hafta sonra kimsenin umurunda olacağımı da sanmıyorum. Olsun, yine de aramaları bana iyi şeyler anlatıyor. Herkes alışmaya çalışıyor, sanırım beni de geçiş sürecinin ağırlığını biraz olsun hafifletebileceğimi düşündükleri için arıyorlar.

Ben de alışmaya çalışıyorum. Gördüklerimden sonra iyi bir kitap okumuş, iyi bir film seyretmiş, iyi bir şarkı dinlemiş hallerim gibi donup kalıyorum bazen. Tadını çıkarıyorum ve o an hiç gitmesin istiyorum. Her şey gereğinden fazla güzel çünkü.

VE YAZDIM :)



17 Mayıs 2011 Salı

upuzun ve kocaman uzanıyor yığın. etrafımı çevrelemiş, içinde boğulacakmışım gibi, nefes almakta zorlanıyorum. yalnızca yükseklikten. nefes almak zor çünkü hava basıncı düşük.

yakınımda değil ama sürekli kafamın içinde. aslında yakınımda yani. gördüm ya bir kere, gözümü kapattığımda da görüveriyorum.



bazen devriliveriyor. kıvrım kıvrım kıvırıyorum, esniyor, kırılacak gibi oluyor. sonra da çok uğraştım, yeter diyorum da son anda elimden kurtuluyor.



koskocaman dağ işte. 5 ay boyunca seyredip durdum.





































-------------------------





sadece "zamandan çalınmış bir an" değil fotoğraf. ben hep böyle düşünmeyi yeğlemiştim.

aynı zamanda da beyni tembelleştiren bir araç.



gördüklerimiz iz olarak işleniyor beynimize.



peki bizim beynimiz gördüklerimize işliyor mu? bakışımız yani.



hani duvarda bakışımızın izi var ya. sözü buraya getireceğim.



bakan baktığı yere işaretler koyup yeni haline tekrar bakar, baktığının anlamını değiştirir, tekrardan anlamlar yükler, bir de öyle bakar. sonra önemserse bakmaya devam eder, önemsemezse de beyninin bir yerlerine hapseder, haritalarını çıkarır, şemalara döker. ihtiyacı olduğunda da geri çıkarır, kullanır, sonra tekrar rafa kaldırır. ah ne duyum.



ve



beyin bunların hepsini araçsız yapar. nesneyle doğrudan bağlantı kurmak bu yüzden çok önemli. araçsız olunca yanılma payı neredeyse ortadan kalkar. istenilen durum bu yani.



işleriz görüntüleri. istediğimiz gibi görelim diye makul bir hale getiririz. sözgelimi gördüklerimizle ilgili iyi bir şeyler hatırlamak istiyorsak kusurlarından arındırırız, bazı kısımlarını eksiltip bazı kısımlar ekleriz, olmasını istediğimiz şekle uydururuz. kötü görüntüler de genelde unutulmaya, bilincin en görünmez yerlerine itilmeye çalışılır.







-------



bir şekilde, baktığımızda kendimizi görürüz. göremezsek, kendimizde görmek istediklerimizi baktığımıza ekleriz.



görmek istemek. hmmm. istemek ne kadar zorlama bir edim.



------



sözcükleri bilemeden keskin cümleler kuruyorum. bir insanı felakete sürükleyebilecek bir davranış. pek sık yapmazdım ama nedense engelleri kaldırdım. gelişine söylüyorum, düşünmeden.



bir de yazarken yazdıklarımı düşünmem var. parçaparçalığım bu yüzden. özgür hissediyorum ve oldukça iddialı ve asılsız bir söz söylüyorum:





'fotoğraf'tan nefret ediyorum. 



şimdi bu sözü sınırlandırmam gerek. zaman iyi bir sınırlayıcı.



bugün fotoğraftan nefret ediyorum. 



böyle bir cümleden sonra bağlamı tam oluşturamadığımdan herhangi bir neden belirtmeliyim. beklentiler bu yönde olur genelde.



bugün hala burada olduğum için fotoğraftan nefret ediyorum.



ve bu cümlenin öncekilerle bağlantısını kurmak gerek. bir satırbaşının ilk cümlesi olabilir bu. ya da bir yazının son cümlesi. konumlandırmayı şimdi yapmayacağım. zaten öylesine bir uğraş şu an yazdıklarım.



yazı fotoğrafı döver.



yazı da beynimizin ellerimiz yardımıyla bir yerlere iz bırakması nihayetinde.



bu kadar kendimden emin olmak korkutuyor beni.





------





öylesine, yazmış olmak için ve güzel zaman geçirmek için ve belki biri okur diye bir şeyler geveliyorum elimde.

küçük düşünceler barındırıyor bu yazdıklarım, daha sonra tekrar kullanacağım onları. o yüzden not almak gibi düşünmek lazım. bu açıklamayı yapmak zorunda hissetmem ne kötü. kendimi özgür sanıyordum halbuki.





:)



-----



dün akşam ortalığı temizlerken pembe pantere benzeyen bir köpek gördük. çok dalga geçtiğim için kendisinden özür diliyorum.



bit artık.

16 Mayıs 2011 Pazartesi

ve özgürlük. sonunda.

şu an her şey çok aşırı, her şey fazla iyi. biraz da korkuyorum bu yüzden.
yazabilecek gibi durmuyorum.
bugünün hediyesi bir şarkı var, sadece o anlatsın bugünü:



şimdilik bu kadar :)




.

14 Mayıs 2011 Cumartesi

üşengeç




 doluyum ve yazamıyorum. zihinsel olarak çok yorgunum. erişmek istediğim noktaya geldiğimi duyumsadıkça hiçbir şeye isteğim kalmıyor. bir an önce gidesim geliyor buralardan: ihtiyaçtan, eksiklikten, yetersizlikten.
Yaşasın şopi pessimizmi!







insanları tartışmayacağım, çünkü bu bana varışı olmayan bir çaba gibi geliyor. hem basit insanların yaptıklarının tartışılacak bir yönü yok: basit insanın davranışları basittir, kendisine nasıl öğretildiyse öyle davranır, kendisini geliştirmez, yeni olan her şeyden korkar, üretmez ve bunu kavramak için derin derin düşünmek gerekmez.

hepsini kafamdan silip atacağım. başkaca yapacaklarım da var, onları da öykünün kahramanları yapacak. yani kurmaca karakterler kiraladım bu iş için, onlar bana yardımcı olacaklar. karşılık olarak ne vereceğimi de sonra anlayacağız.

boş zamanlarımda kendimi eğlendirmek için hikayeler uyduruyorum, bayağı şiirler söylüyorum, yapay görüntüler canlandırıyorum kafamda. beynimde fırtınalar estirip işe yarar bir şeyler çıkarıyorum ortaya. boş zamanım da bol maalesef.

en son uydurduğum öyküde insanlardan nefret eden pasaklı bir adam var. somut olarak kimseyi öldürmese de o bir katil. küçük bir evi var. öldürdüğü her canlı için evinin etrafına ağaçlar dikerek küçük bir orman oluşturmuş. bu yüzden akıl sağlığı bozulmuş, dengesini kaybetmiş. ağaçların kendisiyle konuştuğunu düşünüyor.

dahası da var ama üşengeçliğimden yazmıyorum. eğlenceli bir deneyim benim için. bu kadarı bile.




az önce bir şeyi açıkladım. dikkatli okurun sorabileceği soruları peşinen yanıtlamak onları başka sorular sormaya yöneltir diye. soruları sorduklarında ben yanıtlamayacağım. gözünü sevdiğimin dünyası...



burada olmayan her şeyimi çok özledim.

ve

no pain no gain!

13 Mayıs 2011 Cuma

öylesine yazdım gibi ama öyle değil, gelişine

upuzun ve kocaman uzanıyor yığın. etrafımı çevrelemiş, içinde boğulacakmışım gibi, nefes almakta zorlanıyorum. yalnızca yükseklikten. nefes almak zor çünkü hava basıncı düşük.
yakınımda değil ama sürekli kafamın içinde. aslında yakınımda yani. gördüm ya bir kere, gözümü kapattığımda da görüveriyorum.

bazen devriliveriyor. kıvrım kıvrım kıvırıyorum, esniyor, kırılacak gibi oluyor. sonra da çok uğraştım, yeter diyorum da son anda elimden kurtuluyor.

koskocaman dağ işte. 5 ay boyunca seyredip durdum.





sadece "zamandan çalınmış bir an" değil fotoğraf. ben hep böyle düşünmeyi yeğlemiştim.
aynı zamanda da beyni tembelleştiren bir araç.

gördüklerimiz iz olarak işleniyor beynimize.

peki bizim beynimiz gördüklerimize işliyor mu? bakışımız yani.

hani duvarda bakışımızın izi var ya. sözü buraya getireceğim.

bakan baktığı yere işaretler koyup yeni haline tekrar bakar, baktığının anlamını değiştirir, tekrardan anlamlar yükler, bir de öyle bakar. sonra önemserse bakmaya devam eder, önemsemezse de beyninin bir yerlerine hapseder, haritalarını çıkarır, şemalara döker. ihtiyacı olduğunda da geri çıkarır, kullanır, sonra tekrar rafa kaldırır. ah ne duyum.

ve

beyin bunların hepsini araçsız yapar. nesneyle doğrudan bağlantı kurmak bu yüzden çok önemli. araçsız olunca yanılma payı neredeyse ortadan kalkar. istenilen durum bu yani.

işleriz görüntüleri. istediğimiz gibi görelim diye makul bir hale getiririz. sözgelimi gördüklerimizle ilgili iyi bir şeyler hatırlamak istiyorsak kusurlarından arındırırız, bazı kısımlarını eksiltip bazı kısımlar ekleriz, olmasını istediğimiz şekle uydururuz. kötü görüntüler de genelde unutulmaya, bilincin en görünmez yerlerine itilmeye çalışılır.



-------

bir şekilde, baktığımızda kendimizi görürüz. göremezsek, kendimizde görmek istediklerimizi baktığımıza ekleriz.

görmek istemek. hmmm. istemek ne kadar zorlama bir edim.

------

sözcükleri bilemeden keskin cümleler kuruyorum. bir insanı felakete sürükleyebilecek bir davranış. pek sık yapmazdım ama nedense engelleri kaldırdım. gelişine söylüyorum, düşünmeden.

bir de yazarken yazdıklarımı düşünmem var. parçaparçalığım bu yüzden. özgür hissediyorum ve oldukça iddialı ve asılsız bir söz söylüyorum:


'fotoğraf'tan nefret ediyorum. 

şimdi bu sözü sınırlandırmam gerek. zaman iyi bir sınırlayıcı.

bugün fotoğraftan nefret ediyorum. 


böyle bir cümleden sonra bağlamı tam oluşturamadığımdan herhangi bir neden belirtmeliyim. beklentiler bu yönde olur genelde.

bugün hala burada olduğum için fotoğraftan nefret ediyorum.

ve bu cümlenin öncekilerle bağlantısını kurmak gerek. bir satırbaşının ilk cümlesi olabilir bu. ya da bir yazının son cümlesi. konumlandırmayı şimdi yapmayacağım. zaten öylesine bir uğraş şu an yazdıklarım.

yazı fotoğrafı döver.

yazı da beynimizin ellerimiz yardımıyla bir yerlere iz bırakması nihayetinde.

bu kadar kendimden emin olmak korkutuyor beni.


------


öylesine, yazmış olmak için ve güzel zaman geçirmek için ve belki biri okur diye bir şeyler geveliyorum elimde.
küçük düşünceler barındırıyor bu yazdıklarım, daha sonra tekrar kullanacağım onları. o yüzden not almak gibi düşünmek lazım. bu açıklamayı yapmak zorunda hissetmem ne kötü. kendimi özgür sanıyordum halbuki.


:)

-----

dün akşam ortalığı temizlerken pembe pantere benzeyen bir köpek gördük. çok dalga geçtiğim için kendisinden özür diliyorum.

bit artık.

12 Mayıs 2011 Perşembe

upuzun ve kocaman uzanıyor yığın. etrafımı çevrelemiş, içinde boğulacakmışım gibi, nefes almakta zorlanıyorum. yalnızca yükseklikten. nefes almak zor çünkü hava basıncı düşük.
yakınımda değil ama sürekli kafamın içinde. aslında yakınımda yani. gördüm ya bir kere, gözümü kapattığımda da görüveriyorum.

bazen devriliveriyor. kıvrım kıvrım kıvırıyorum, esniyor, kırılacak gibi oluyor. sonra da çok uğraştım, yeter diyorum da son anda elimden kurtuluyor.

koskocaman dağ işte. 5 ay boyunca seyredip durdum.


















-------------------------


sadece "zamandan çalınmış bir an" değil fotoğraf. ben hep böyle düşünmeyi yeğlemiştim.
aynı zamanda da beyni tembelleştiren bir araç.

gördüklerimiz iz olarak işleniyor beynimize.

peki bizim beynimiz gördüklerimize işliyor mu? bakışımız yani.

hani duvarda bakışımızın izi var ya. sözü buraya getireceğim.

bakan baktığı yere işaretler koyup yeni haline tekrar bakar, baktığının anlamını değiştirir, tekrardan anlamlar yükler, bir de öyle bakar. sonra önemserse bakmaya devam eder, önemsemezse de beyninin bir yerlerine hapseder, haritalarını çıkarır, şemalara döker. ihtiyacı olduğunda da geri çıkarır, kullanır, sonra tekrar rafa kaldırır. ah ne duyum.

ve

beyin bunların hepsini araçsız yapar. nesneyle doğrudan bağlantı kurmak bu yüzden çok önemli. araçsız olunca yanılma payı neredeyse ortadan kalkar. istenilen durum bu yani.

işleriz görüntüleri. istediğimiz gibi görelim diye makul bir hale getiririz. sözgelimi gördüklerimizle ilgili iyi bir şeyler hatırlamak istiyorsak kusurlarından arındırırız, bazı kısımlarını eksiltip bazı kısımlar ekleriz, olmasını istediğimiz şekle uydururuz. kötü görüntüler de genelde unutulmaya, bilincin en görünmez yerlerine itilmeye çalışılır.



-------

bir şekilde, baktığımızda kendimizi görürüz. göremezsek, kendimizde görmek istediklerimizi baktığımıza ekleriz.

görmek istemek. hmmm. istemek ne kadar zorlama bir edim.

------

sözcükleri bilemeden keskin cümleler kuruyorum. bir insanı felakete sürükleyebilecek bir davranış. pek sık yapmazdım ama nedense engelleri kaldırdım. gelişine söylüyorum, düşünmeden.

bir de yazarken yazdıklarımı düşünmem var. parçaparçalığım bu yüzden. özgür hissediyorum ve oldukça iddialı ve asılsız bir söz söylüyorum:


'fotoğraf'tan nefret ediyorum. 

şimdi bu sözü sınırlandırmam gerek. zaman iyi bir sınırlayıcı.

bugün fotoğraftan nefret ediyorum. 

böyle bir cümleden sonra bağlamı tam oluşturamadığımdan herhangi bir neden belirtmeliyim. beklentiler bu yönde olur genelde.

bugün hala burada olduğum için fotoğraftan nefret ediyorum.

ve bu cümlenin öncekilerle bağlantısını kurmak gerek. bir satırbaşının ilk cümlesi olabilir bu. ya da bir yazının son cümlesi. konumlandırmayı şimdi yapmayacağım. zaten öylesine bir uğraş şu an yazdıklarım.

yazı fotoğrafı döver.

yazı da beynimizin ellerimiz yardımıyla bir yerlere iz bırakması nihayetinde.

bu kadar kendimden emin olmak korkutuyor beni.


------


öylesine, yazmış olmak için ve güzel zaman geçirmek için ve belki biri okur diye bir şeyler geveliyorum elimde.
küçük düşünceler barındırıyor bu yazdıklarım, daha sonra tekrar kullanacağım onları. o yüzden not almak gibi düşünmek lazım. bu açıklamayı yapmak zorunda hissetmem ne kötü. kendimi özgür sanıyordum halbuki.


:)

-----

dün akşam ortalığı temizlerken pembe pantere benzeyen bir köpek gördük. çok dalga geçtiğim için kendisinden özür diliyorum.

bit artık.

11 Mayıs 2011 Çarşamba

bugün yeniden.

bu muydu yani? ne çabuk kendime geldim böyle.

dün ağaç diktim. geldiğimden beri yaptığım en güzel şeydi. bir sürü saçmalığın içinde böyle anlamlı iş yapacağımı hiç düşünmezdim.

ama

daha önce söylemiş olmalıyım, buradaki ağaçlar için üzülüyorum ben: burası bana hiç olunmaması gereken bir yermiş gibi geldiği için ve ağaçlar da bir adamın dostu olduğu için, onları çok sevdiği ve başlarına bir şeyler gelmesini istemediği için ve burada çoook çok uzun zaman geçirecekleri için.

bir de o adam ağaçlara benim gibi bakmıyor. ağaçlar kendi yapraklarıyla besleniyormuş ve bu yüzden de yerçekimine karşı gelebiliyorlarmış. biz insanlar yerçekimiyle mücadelemizde henüz çok yetersiziz. ağaçlar güçlüdür ama yine de üzülüyorum onlar için.

ve

bir kirpi gördüm yine. hareket etmiyordu. bir tane de hareket eden gördüm, diğer kirpiye yardım etmediği için ona kızdım. eminim o da benim kadar üzülmüştür ama elinden bir şey gelmemiştir.

her neyse

son dört gün. bazı şeyleri fazla abarttığım ve tutarsız davranışlar sergilediğim için bile tutarsız bir şey yapıyorum: kendime kızıyorum. aslında her şey çok basit. bu saçmalıklarla dolu zamanlar geçip gitti ve ben hala sağlıklıyım. akıl sağlığımdan çok emin olmamakla birlikte olabileceğimin en iyisi buydu sanki. geçip gitti.

yeniden hayata:

nasıl hissettiğimi, neler düşündüğümü mü anlatayım şimdi?

"her şey boktan."

"çok şey değişmeli... önce varlığımı terk etmekle başlamalı. kendimi hiçe saymak, bir hiç kadar olmak (olabilmek) gerekir önce. nereden geldiğimi bilmekten başlar var olduğumu bilmek. öyleyse tek çare geldiğim yere gitmek değil mi içim? bilmek istiyorsam eğer.

acıma gidiyorum o halde..."


böyle düşü(nü)yorum yine.

bir sürü şey yaptım, bir sürü şey söyledim.
yoruldum artık.

kimse görmedi, duymadı.


Sen de...
(-n), (-n)


pek değersiz, pek önemsiz, pek tuhaf,,,
bugün.

8 Mayıs 2011 Pazar

kirpi

Yalnız hissediyorken ve tek başına kalamadığımdan yakınırken ve hazır bir kenara atılmışken, uzaklaştırıldığım yerde böyle bir canlı yanıma yaklaştı, kendimi onunla konuşurken buldum. su içmeye gelmişti, ilk önce merhaba dedim ona, bana baktı -sanırım onun selamlama şekli böyleydi- bir süre bekledi ve suyunu içti. sonra da yuvarlanıyormuş gibi yürüyerek karanlığa karıştı. ama çok şey bıraktı ardında. güzel şeyler düşündüm.


Bir de bunun oklu olanı var, daha vahşi, daha sevimsizi. Doğa kendini savunmaya çalışıyor. Balkonumdaki dikenli çiçekler de düşündürürdü bunu. Savunmak ama neye karşı? Bir sürü şey.

İnsan, eğer hala doğanın bir parçası olma hakkına sahipse eğer, diğer canlılar gibi kendini savunacak tehlikelere karşı. Oklarımız, dikenlerimiz, kabuklarımız olacak. İhtiyacım(ız) var bunlara. Çünkü aciziz, korkuyoruz. Ve sandığımız kadar güçlü değiliz, hiç olmadık.

--------

Tanrı, özgürlük ve aşk üzerine bir şeyler sayıklıyorum. Bu üç kavramın bazı ortak noktaları olduğuna kendimi inandırmaya çalışıyordum. Pek başarılı olamadım ama en sonunda başka türlü 'var olmam' gerektiğini düşündüm. Nasıl ki yemek yemek, su içmek ve tuvaletimi yapmak zorunda olduğum için özgür biri olamayacağım ve bu yüzden dünya üzerinde hiçbir yerde (hava boşluğunda bile) olmamam gerek. Yani hiç bile olamayacağım bir 'var'lık biçimine özlem duydum. Ama hayal edemiyorum bunu. Bu yüzden de özgür değilim.

Varolmak için hiçbir şeye ihtiyaç duymamak bir insanın en ulaşılmaz isteği olabilir. Bu yüzden de tanrıyı yaratmış olabilirler.

Nedensiz ve sonuçsuz olmak için de olabilir. Onun öncesinin ve sonrasının olmadığını, nedensiz ve sonuçsuz olduğunu da söylerler. Belki de birileri tanrıyı taklit etmeye çalışıyordur.


-----

Daha önce çokça söylemişimdir: Kendimi çoğaltmam gerek. Nasıl anlaşıldı bilmiyorum ama kastettiğim şuydu:
1. Çok azım. Yetmiyorum.
2. Yetişemiyorum.
3. Çabuk parçalanıyorum, çabuk dağılıyorum.
4. En sağlam duruşumla bile ayakta duramayacakmışım gibi hissediyorum. Bunun değişeceğine inanmam şimdilik işe yaramasa da bir gün buna ihtiyaç duyacağım.

Hayatın gidişatını değiştirebildiğim zaman bütün bunlar önemini yitirecek.

------

Birisi bana okuduğum kitaplar için çok ağır sözler söyledi. Ben de kötü kitap yoktur falan gibi sözler geveledim ağzımda. Gerçekten onu yerin dibine sokabilirdim ama gereksiz gördüm bunu ve tartışmak istemedim. Böyle, baskıyla düşündüklerini kabul ettirmek isteyen insanlardan nefret ediyorum. Okuduğum kitap da öyle çok uç noktalarda bir kitap değildi. Attila İlhan'a gönderilen mektupların derlendiği bir kitaptı sadece. Ama bu kitap yerine Mevlana kitapları okumalıymışım, bunu bilemedim. Aptallığın sınırı yok. Artık insanlara acıyamıyorum bile.

-------

8 gün sonra evimdeyim. Bazı tasarladıklarımı yaşama geçirebilirsem kendimi çok ama çok şanslı hissedeceğim. Her şey daha değerli artık. Kendim hariç.

Ben de onacağım.

...

4 Mayıs 2011 Çarşamba

sürgün

kanal boyunca oturup suyun kaçarcasına akıp gidişini izliyorum. düşüncelere dalmışım, görüntüleri giydirmeye çalışıyorum en sevdiğim görüntülerle. bakışım çıplak, boş. hayaller güzel. belki terk edeceğim bu yere bir şans daha vermem gerekiyordur, belki buranın suçu değildir bu kadar doğasızlık. kendimi kandıramıyorum bu sefer. içimde kekremsi bir huzur beliriyor, beynimin içinde çok eskilerden bir rüzgar esiyor. güzel kokular duyuyorum. sesler sulara karışıyor değerli bir anı hatırlatırken.

binlercesi yaşadı yaşadığımı: bir tek sürgün ben değilim burada.
bu ülkenin her köşesi bir sürgün yeri aslında.
kaçıp gitmek istesem de bir yere kıpırdayamıyorum. bu toprakların kokusu içime sinmiş çünkü, kendine benzetmiş beni bu ülke. kabulleniyorum. 

ama sevemiyorum.



içimden geçip gidiyor sesler:
"open your heart
I'm coming home"

gitme vakti geldi.











dostoyevski'nin ne işi varmış burada? şimdi onu daha iyi anlıyorum sanki.

o beni tamamen anlamış zaten.

1 Mayıs 2011 Pazar

bir satırbaşı başlamasa (kendiliğinden), başlatmasak bu sefer (etkiyle), yazmasak, yazmayalım.
yazmayalım o zaman.

kimin ne yaptığı, nereye gittiği, ne yiyip ne içtiği çok da önemli olmasa.
düşünmesek, görmesek, duymasak.
nesneler anlatmasa.
anlatmak istediklerinden fazlasını anlatmasalar.
sussa tüm evren.

nasıl bir bilinç atfetme durumuysa artık.

yazmayalım.

sokakta aksayarak yürüyen kadının başına gelenleri, bir arkadaşın sevgilisiyle neden tartıştığını, birinin eylemde kafasına çarpan taşın ne kadar ağır olduğunu ve ne tür bir hasar verdiğini, yasaklı sözcüklerin bolca bulunduğu sitelerin neden 'girilmez yasak kardeşim' olduğunu, bize sunulan imkanların, eğitim sisteminin, sağlıksız beyinlerin, aşkın, sevginin, vefanın, çokyüzlülüğün, umursamazlığın, toplumsal uyuşukluğun...

üzerimize serpilen ölü tozlarının. ölülerin.
 pırıltıları.

ne gerek var bilmeye, anlamaya.

bilmesek. anlamasak.

korkmasak.

yazmasak.

ne diye yaşardık? sıkıcı olurdu hayat.

şimdi ne diye yaşıyoruz? 

bak, yığınla cevabım var buna:
uyumak, yemek yemek, sevişmek, düşünmek, zaman geçirmek, hayal kurmak, para kazanmak, çocuk yapmak, şiirler yazmak, müzik yapmak, anlamak, bilmek (başa döndüm), sevmek, dedikodu etmek, üzülmek, 'umutsuzlanmak', kültürlenmek, eğitilmek, küfür etmek, kavga etmek, seyretmek, fark etmek, pes etmek, yok etmek, hazzetmek, hazmetmek, def etmek,,, 

olmak, eylemek, kılmak. 

farklı yaşam formlarına dönüşebileceğimize inanmak. 

ve benzerleri, benzemek, oynamak, dönüşmek, gelişmek, taş atmak, yok olmak, var olmak,

'için.'


bu kadar anlattıktan sonra.
başa mı döneyim. başım mı dönsün. baş mı bana dönsün.


seyrek

bir satırbaşı başlamasa (kendiliğinden), başlatmasak bu sefer (etkiyle), yazmasak, yazmayalım.
yazmayalım o zaman.

kimin ne yaptığı, nereye gittiği, ne yiyip ne içtiği çok da önemli olmasa.
düşünmesek, görmesek, duymasak.
nesneler anlatmasa.
anlatmak istediklerinden fazlasını anlatmasalar.
sussa tüm evren.

nasıl bir bilinç atfetme durumuysa artık.

yazmayalım.

sokakta aksayarak yürüyen kadının başına gelenleri, bir arkadaşın sevgilisiyle neden tartıştığını, birinin eylemde kafasına çarpan taşın ne kadar ağır olduğunu ve ne tür bir hasar verdiğini, yasaklı sözcüklerin bolca bulunduğu sitelerin neden 'girilmez yasak kardeşim' olduğunu, bize sunulan imkanların, eğitim sisteminin, sağlıksız beyinlerin, aşkın, sevginin, vefanın, çokyüzlülüğün, umursamazlığın, toplumsal uyuşukluğun...

üzerimize serpilen ölü tozlarının. ölülerin.
 pırıltıları.

ne gerek var bilmeye, anlamaya.

bilmesek. anlamasak.

korkmasak.

yazmasak.

ne diye yaşardık? sıkıcı olurdu hayat.

şimdi ne diye yaşıyoruz? 

bak, yığınla cevabım var buna:
uyumak, yemek yemek, sevişmek, düşünmek, zaman geçirmek, hayal kurmak, para kazanmak, çocuk yapmak, şiirler yazmak, müzik yapmak, anlamak, bilmek (başa döndüm), sevmek, dedikodu etmek, üzülmek, 'umutsuzlanmak', kültürlenmek, eğitilmek, küfür etmek, kavga etmek, seyretmek, fark etmek, pes etmek, yok etmek, hazzetmek, hazmetmek, def etmek,,, 

olmak, eylemek, kılmak. 

farklı yaşam formlarına dönüşebileceğimize inanmak. 

ve benzerleri, benzemek, oynamak, dönüşmek, gelişmek, taş atmak, yok olmak, var olmak,

'için.'


bu kadar anlattıktan sonra.
başa mı döneyim. başım mı dönsün. baş mı bana dönsün.

???