31 Ağustos 2011 Çarşamba

ölümlü

Bu defa sadece bu: Doğu'nun sesi.
Anımsatsın diye.



                                     Pentagram - Ölümlü

30 Ağustos 2011 Salı

Şarkılı soru: Ne yapıyorum?

Ne yapıyorum? Bir şarkı var aklımda, onu buraya koyacağım. Kendisinden başka hiçbir şeye ihtiyacı olmayan bir şarkı. Buraya kendim hakkında bir şeyler yazarsam iyi olacağını düşündüm, şarkıyı da sanki öylesine geçiyorken uğramış gibi iliştirecektim altına. Şarkının yazdıklarıma ihtiyacı var sanki. Hiçbirine gerek yok. Bu yazdıklarımı da gerekli oldukları için yazmıyorum zaten. Şarkının da yazdıklarımla ilgisi yok. 'Sadece' olan şarkıdır.

Ne yapıyorum? Aklım başıma geldiğinden beri kendimi dilediğim gibi, olmak istediğim gibi yetiştirmeye çalıştım. İdealimdeki insana ulaşmayı istediğim için böyle. Çoğu zaman derdim kendimi yaratmaktı. Bana göre herkes kendisini yaratmalı. Bunun için yürünen yollar elbette değişir, insan bunu yürüyünce anlar. Herkes nerede yürürse yürüsün, önce yolları kendine çıkarmaya çalışmalı. İşte ben ona, yani kendime varmaya çalışıyordum yürüyerek.

Ne yapıyorum? Bir tür aydınlanmaya dolanan anlamsız bir soru aslında. Farkına varmadan önce sorulan sorulardan. Sanki soran cevabını verebilirse uyanacak, veremezse geçiştirecek, aman ya biraz daha uyuyayım diyecek. İçerisine beton dökülecek benlik kuyularının içine hapsedilmeye yazgılı bir soru "Ne yapıyorum?". İnsanın içinde bir yerlerde karşılığı olmalı. Çünkü 'yapmak' var eder insanı ve yapılanlar 'olmak' için bir şeyler ekler ona.  Karşılığını bulmalıyım dedim, buldum.

Ne yapıyorum? Beşinci kez sordum bu soruyu. Bunu saydım, yazana güvenmeyen okur da sağlamasını yapar mı bilmem. İnsan ne yaparsa kendine yapar! Her soruyu cevaplamak gibi bir değişmez-kural mı var? Bazen cevaplamasak da olur, bu ne azaltır ne de çoğaltır. Yine de cevapladım bunu.

Ne yapıyorum? Altıncı kez sorduğumda daha da sıkıcı olmasın diye söyleyeyim: Kendimi aptallaştırıyorum. Bunca zamandır yapmaya çalıştığımın aksine, olanı atmaya, yaptığımı yıkmaya, düştüğümü kalkmaya çalışıyorum. Belki de Andre Gide haklıdır, içimdeki kitapları yakmalıyımdır.

Aptallaşmak çok önemli. Yaşamam için de gerekli şu an. Bunca aptalın yaşadığı dünyada, onları anlamak için de biraz aptal olmayı öğrenmek gerekiyor. (Aptallaşsam da birilerini anlamam gerektiğini hiç unutmuyorum.)


Neyse benim için çok önemli olan bu gereksiz yazıdan sonra 'sadece', 'yalnızca' ve 'aslında' yapmak istediğimi yapayım. Buyrun o şarkı:


                               Nightwish - While Your Lips Are Still Red

25 Ağustos 2011 Perşembe

İki Parça - 2


                          Deftones - Beuty School


                            Arkan - Origins

23 Ağustos 2011 Salı

ertelemek

"Mutlu olmayı, bir bahaneyle sürekli erteleyen insan, ırmağın kenarına gelip de karşıya geçmek için suyun bitmesini bekleyen cahil bir köylü gibidir. Irmak hep akacaktır."

Montaigne

--- 4 --- Yürüme

Ağır aksak bir adam kaybettiği parçalarını bulmak için gözleriyle bir sonraki adımına yer seçerek yürüyor; başını kaldırmadan, elleri arkasında kavuşmuş, yüzünün somurtkan ifadesizliğinin farkında olmadan. İnsanlar yanından geçip gidiyor; yönelişlerini tamamlamak zorundalarmış gibi  -hareketin çeşitli şekillerinde; yürüyerek, arabaların içinde, bisikletlerin üzerinde, öne doğru, geriye doğru, çaprazlama- bir yerlere ulaşmaya çalışıyorlar. Hiçbirini görmüyor. Göreceklerinin,bulmak istediklerini görmesini engelleceğini düşünürken bir parçasını buluyor: Bakışını. Bu, diğerlerini görebilmesi için en gerekli olan parçası. Yüzü değişiyor:
"Her şey yeniden başlayacak." 

20 Ağustos 2011 Cumartesi

çok mu zormuş neymiş

(...)

"keşke bir düşünce olarak kalsaydım. nasıl bir hayatın içine gireceğim, kimi seveceğim, nerede olacağım, neler düşüneceğim hiç sorulmuş muydu acaba? -bir şey yapalım mı? -hayır, yapmayalım! bu çok mu zordu?

bu noktada reddetmek, hayır demek yaşamsal önem taşıyormuş benim için. bunu yanlış zamanda sorguluyorum, farkındayım. yirmi iki yıl önce konuşmayı, reddetmeyi, en önemlisi seçmeyi öğrenmiş olmalıydım; bu hiçkimse için mümkün değildir.  maalesef yaşama geçirilmiş bir düşünceyim ben, kılgılı bir düşüm. kimseye zorluk çıkarmayacağım varsayımıyla birlikte gelmişim dünyaya. benim yerime yanlış bir seçim yapılmış. o zamanlar hayatın anafikri bile belli değilmiş. bu gece yorgun olunabilirdi. her gece yorgun olunabilirdi. bahane uydurmak çok mu zordu?

şimdi soracağım soru belli. konuşmayı, reddetmeyi (belki hayır demeyi de), seçmeyi öğrendim.  beni nasıl bu hale getirdiniz? belli olmasını istedim sadece. zorla. sıkıntımdan.. belirsizliğin getirdiği sıkıntıdan. bir şeyler belli olmalı. her şey olmaz ama birkaç şey görünür olsa olmaz mıydı?

 (...)

başım bir ateş topu gibi. omuzlarımı da çekemiyorum.
canlıların ateşe tepkisi bellidir. bedenimi başımdan kaçıramıyorum: ayrılmıyor bir türlü. bu noktada ağaçları anlıyorum ben. kaçamayışlarını, yaşamak için bir şeylere bağlı kalmak zorunda olmalarını ve susuz kaldıklarında yavaşça ölmelerini anlıyorum. yanarlarken benim gibi hissediyor olmalılar. konuşabilseler anlıyoruz derlerdi. onu da yapamıyorlar. peki, ben konuşuyorum da noluyor? Ne var yani, noluyor?"

30 Kasım 2008, Pazar saat: 23:39

--------------------------------------

çok mu zormuş?
öyleymiş.

:)

20 Ağustos 2011, Cumartesi saat: 02:30


                           In Flames - The Chosen Pessimist

16 Ağustos 2011 Salı

şiire renkli kalemlerle bıyık çizmek (arızalı fantastik beklenti)

elimde renkli kalemlerim varken çok acımasız şiir okurum. şiirlere bıyık çiziyorum.

bazı şairciklere "ne cesaretle bunları yazıyorsun?" diye soruyorum. bunu göze alabiliyor mu 'şair'? bence göze alabilmeli. yapamıyorsa yazdığını 'kendisine saklamalı'. 'çirkin' şeylerle şiiri okuyanın 'güzel'ini bozmamalı.  bir de 'kitsch' diye bir kavram var, bütün 'şair'lerin bundan haberi olmalı. yazan, yazdığı 'şey'in ne olduğunu herkesten iyi bilmeli; her harfin; hatta noktanın, virgülün 'bile' hesabını verebilmeli. çünkü şiir 'yüce'dir. şiir duvar yazısı değildir. (beklentim çok mu yüksek ey insanlar?)


ukala damarıma bastın. öyleyse al sana:

sevgili şaircik,
his yoksa şiirinde
karkastan ne farkı kalır onun?

şiir eşiğim var benim. dün yolda giderken şiir eşiği gördüm.
ayrıca taze şiir severim, orta yaş üstü şiirden haz etmem.
içi geçmiş şiir de sevmiyorum. şiir karpuz değildir çünkü.(buradan içi geçmiş karpuz sevdiğim sonucu çıkabilir. onu da sevmem.)

15 Ağustos 2011 Pazartesi

hareketsizlik notları

1. Bu gece uyumayacağım. Kötü görünüyor.
Yapabileceklerimi düşündüm iyi edeyim diye.
Düşündüklerimden vazgeçtim. Yanlışlar, gücünün yetmediği çocuğa bir sürü insan toplayıp meydan dayağı attıran çocuklar gibidir çünkü. (Zorlamaya gerek yok: yanlışlar yanlışları çağırırlar çünkü'dür bunun ederi). Kafamın içinde arsızca dolaşan şeyler var. Dünden kaldı. Uyku sorunu da öyle.

Hayatımın önemli bir kısmında düşündüğümün aksine gecelerin sadece uyumak için olduğunu düşünmeye başlamıştım. Günün pisliklerini örter gece. Uykuyla. Bu görevle kutsamıştım onu. Beni rahatsız etmesini istemediğim için oynuyorum onunla. Beni hapsediyordu. Ben onu hapsetmeliydim uykuma. Oyun buydu, başarıyordum da.

Bu gece  uyumayacağım.

2. Burayı rahat bırakayım diye yeni bir blog açtım. Kendimle konuşuyorum. Yazmak istediklerimi oturup yazabilirim. Başkalarına bir sürü yazıyorum, kendime niye yazmayayım? Ama yazmayacağım, çünkü yazı da hapsediyor.
Stranger Than Fiction izlemek istedim. Madem uyumayacağım, madem yazmayacağım, madem okumayacağım. Bari izleyeyim. Bundan da vazgeçtim. En sevdiğim film bu sanırım. Kötü amaçlarım için kullanmak istemedim. House M.D. izleyeceğim, ama o da bitecek. Sonra ne yapacağımı şimdiden düşünmek sıkıyor. Bu hallerim çok engelliyor beni. (Biri hangi hallerim olduğunu soracak diye korkuyorum bazen. Halbuki kimse sormaz bunu, niye korkayım ki.)

Birkaç soru:
Geceleri, herkesten uzakta yaşarken, birilerine ihtiyaç duyuyor muydum? Geceleri yalnız başıma ne yapıyordum? Gündüz ben uyurken insanlar ne yapıyordu? Daha önemlisi, insanlar uyurken ben ne yapıyordum?

Geceleri ne yaptığımı unutmuşum. Ya da gece yapacaklarımla gündüz yapacaklarımı yer değiştirmek için çok zorlamışım kendimi, eksik kalmış. Eksik olsun.

Bulanıklaşıyor.

3. Kendimden medet umuyorum. Bu demek oluyor ki küçük bir zafer kazandım hayata karşı.
"Ey sen var mısın?
Ey olma!.."

4. Yankıdan korkuyor musun? Benim duymak istediğimden. Kendi sesimi duymamdan.

5. "What is this shit!" demeyi severim. Çok.

6. 

"let the chaos rule the rest."

7. Dinlenmem lazım. O yüzden hiçbir şey yapmayacağım:
Ama kimse boşluktan kaçamaz. Çünkü içindeyiz her zaman.



8.


                       Apocalyptica - I Don't Care

13 Ağustos 2011 Cumartesi

ödünç alınmış bir sabah

Doğanın yeşilliğini kaybetmediği bir sonbahar gününü yaşamayalı neredeyse yıl geçti. Eylülden ödünç alınmış bir ağustos önceki-gün'ü ya da 'ağustosun yarısı yaz yarısı kıştır' bir-önceki-gün'ü andıran serin sabahı özlemişim. Öldürücü soğukların ardından gelen boğucu yaza ani geçişim, büyük kaya parçalarına olana yapmıştı bana. O kadar kırılgan değilim, ufalanmadım ama çatladım. Yazın bitiyor olmasına seviniyorum. Sonbaharın gelişini kutlayacağım zamanı geldiğinde. Sonbaharla birlikte kocaman ağır bir boşluğu dolduracağımı hissediyorum.

Bundan başka bir şey düşünmek istemiyorum. Zor geliyor şu an başka türlüsü. Düşünmenin de yaşamanın da. Günler küçük farklarla birbirlerini tekrarlayacak. İnsanlar kendilerini tekrarlayacak. Benimse tekrarlanmaması gerektiğini düşündüğüm çok şeyim var.

Düşünmeyeceğim.

12 Ağustos 2011 Cuma

"Şey" Sorunsalı ve Beynin Geçici Olarak Ulaşılamaması (Başlık bu)

(Apansızın gelen uyarı: Öyle bir yazmışım ki kendimden geçtim okurken. Uyarı mahiyetinde söyleyeyim, bu yazıyı öylesine yazdım. Bir sürü şeyi öylesine yazarım. Zorlama kendini okumak için. Saçma yani. Oku ama sıkıldığın yerde bırak.  Hepsini okursan da demedi deme diye diyorum. Diye demedi diyorum deme. Öyle bir şey işte.)


"Şey"le ilgili bir şeyler yazdım. Bir de "ama"yla ilgili. Çok kasmadan bütün derdimi anlatmak istiyorum, ama daha başında tıkandım.


"Ama" deyip durunca aklıma askerlik geliyor. Bir sürü saçma sebebi var. Buraya yazamayacağım.


"Şey" sözcüğüne fena halde takıldım.

Bunlarla ilgili bir şey yazabilirim fakat (ama yerine fakat) yazdım zaten. Bir daha niye yazayım?

Sanki herkes benim bir şeyler yazmamı çılgınca bekliyormuş gibi artizlik yapmayı seviyorum. Poe'nun bahsettiği insan benim: Düşlerin tek gerçeklik olduğuna inanıyorum.

Laf olsun diye söylenmiş bir şey bu. İnsanlar inanmadıkları şeyleri yazmamalılar. (neleri yazmamalılar sözgelimi?)
Sözgelimi dedim. Hasan Ali Toptaş'tan aldığım bir sözcük. Daha önce bununla ilgili bir yazı yazmıştım. Saçma da olsa durumu izah edebildiğime inanmıştım. Yukarıda "şey" sözcüğünü kullandıktan sonra bir parantez açtım ve gereksiz bir sorgulamaya giriştim. "Şey"in içini neyle dolduracağız?  Bu şey yüzünden başımıza gelmeyen kalmadı.

"Şey" ne'yi ney yapar. Ney diye bir soru sözcüğümüz yok. Ney bir sazdır. "Ne" ise zamir (her zaman zamir değil bu. Ben şu an o anlamıyla kullanıyorum). Sözlük anlamı da "hangi şey" demektir. Türkçeye "şey" sözcüğünün girmesi olayının tarihçesine falan bulaşmadan özet geçeyim, bu "ne" sözcüğü "şey"le ilgilidir. Sorunun çözümü "ne"yde yatıyor. Türkçeye "şey" sözcüğünü katan arkadaşa inat ben de "ne" sözcüğünün ölçünlü dilde kullanılışının yaygınlaşmasını istiyorum.

Düşündüm de bu yazıyı okumak yerine yapılacak güzel şeyler var. Aklıma kahve içmek geldi böyle söyleyince. Bu saatte kahve içilmez ama olsun. İki cümle önce "şey" dedim. Çıldırıcam. (Yazının başına uyarı koydum. O yüzden rahatladım. Bir de onu dert etmeyeyim diye söylüyorum)

Yazmayacağım da demiştim. Yazdım yine.

Başka konuya geçiyorum.

Beynin geçici olarak ulaşılamaması. Berbat bir durum. Etrafımda olan bitenin bir süre anlamsız ve anlamsız olduğu halde rahatsız etmeyen bir özelliğe bürünmesiyle dünya 1 saatliğine dursa ne olurdu diye bile düşünememektir beynin geçici olarak ulaşılamaması.

:(

(Bu yazdıklarımı silsem mi acaba)


Yazarın sorumluluğundan bahsedeyim.

Bir yazar önce kendisine karşı sonra okuyucularına karşı sorumludur. Yazdıklarıyla insanların vaktini boşa harcamasına sebep olmaktan korkmalıdır yazar. Soran olur belki, hiç yazar olmadım hayatımda. Ama vaktimi boşa harcayan yazarlara çok küfürlü sözler söylemişliğim çoktur. Oradan biliyorum.

Buraya bir şeyler yazmam gerekli gibi hissettiğimden yazdım. Çok sıkıcı bir gündü benim için. Yazarak kendi kendimi eğlendiririm diye düşündüm.

Ancak bu kadar işte.

bugünün güzel "şey"i de bu şarkı:



                                  Suede - Everything will flow


Biraz arakladım gibi oldu, kusura bakmasın artık. Buradan arakladım.

Tuhaf şeyler hissettiren şarkı da bu:


            Bassment - In My Sleeping
     (20 kereden fazlası çok fena kafa yapıyor)

11 Ağustos 2011 Perşembe

Seçmek

Seçmek benim için hep düşünülmesi gerektiğini düşündüğüm bir eylem. Çoğu şeyin temelinde seçilmeye uygun şeyler vardır ve seçimler bir 'bütün yaratır'. Bu bir bakış açısı. Bütünü oluşturan parçalardan hangisini seçtiğimiz ve seçtiklerimizin hangisiyle bize 'gerçek' gelen (doğru da olabilir) bir bütün oluşturduğumuz üzerine düşünmemiz (bir bütün ne zaman oluşur? bir şey ne olursa tamamlanır? başlangıçlar ve sonlar mutlak mıdır, muğlak mıdır?) bence oluşan şey kadar önemli.

Aşağıda bir konuşma var. Garip giyimli adamın 'seçmek' üzerine söylediklerinin çoğunu ben de düşünmüştüm. (Bu onu sıradan yapmaz, beni de onun dengi yapmaz.)

Konuşmadan sonra da ilgimi çeken bir yazının linkini vereceğim.

Konuşma bu:



Konuşan adamın Türkçe'de bir kitabı var(mış). Burada.


Bahsettiğim yazı da bu:
Beyindeki İntihal Hayaletleri

Ben bu satırları yazarken

Geldim. Buradayım.

Ortalıklarda görünmem ve dışarı çıkmam gerekiyor. Sadece gerektiği için böyle olması gerekiyor. Özel bir isteğim yok bununla ilgili. Kaçışımın bencillik kısmı beni yordu. Belki birileri kızmıştır. Kızmasın kimse, bazı şeylerin olması gerekir, bir şeyler olması gerektiği için olur bazen.

Kıçımı koyacak sağlam bir şey bulmam lazım. Saatlerce çalışıyorum. Artık oturmaktan yorulduğum için ayağa kalkıp ayakta da çalışıyorum ve sonra mecburen tekrar oturuyorum. Oturduğum yer eskidi, yerine sağlam bir şey koymak gerekiyor (kıçımdan bahsetmiyorum burada).

Belki bunun için de biraz yürümem gerekiyordur. Yalnız yürümeyi sevmediğimi daha önce söylemiştim.

Dışarı çıkmak istemiyorum. Çok işim var. Her şey iyi olsun diye çok çabalamam gerekiyor. Bir sürü hayal kuruyorum ve onların buhar olup uçmasını istemem. Gerçi hayaller hep gaz halinde salınıyor odamın içinde. Burada kalmaları gerek. Onlara iyi bakarsam toprağa da düşecekler, dışarı çıksalar bile. (suyla toprağın buluşması iki sevgilinin buluşması gibi gelir bana hep.) İyi şeyler olacağına inanmak istiyorum. İyi olacağıma.

Yine de dışarı çıkacağım. Evden dışarı çıkmaktan bahsetmiyorum. Kafamı içimden çıkarmaktan bahsediyorum.

Evin dışına da çıkacağım. Yürümek için. Algılarım körelmesin diye.

1 saat en fazla. O da dışarı çıktığıma değerse tabii. Çok hoşuma giderse süreyi biraz uzatabilirim.

Asıl önemli soru geliyor. Kim benimle 1 saat dışarı çıkmak ister? (sonuna ki bağlacı koyasım geldi, ama acınacak bir halde olduğum düşünülsün istemedim; çünkü acınacak bir halde değilim, oldukça iyiyim)

Birileri benimle dışarı çıkmak isteyecektir tabii ki. Ama özellikle vurgulamak istiyorum: Sadece 1 saat. Önemli olan bu yani benim için.

Gittikçe iğrençleşmeye başladığımı hissettim. Böylesi bir ukalalığa da kim dayanabilir bilmiyorum. Neyse, telafi ederiz bir şekilde.

-----
Not: Kıç sözcüğünü vücudun bir bölümünün karşılığı olarak kullandım. Kulağa pek hoş gelmiyor olabilir, ama oramı da yadsıyamam. (Popo deseydim daha mı iyi olur diye düşünmedim değil.)
Not 2: Ne gerek vardı şimdi?
Not 3: Ben bu satırları yazarken aslında çoktan uyumuş olmalıydım.
Not 4: Bir de şarkı var. Bu saate pek uymayacak kadar sert olabilir.

     Demons And Wizards - The Gunslinger

6 Ağustos 2011 Cumartesi

dışlanmış yazı

Basitçe:

Hayatım(ız)a yeni bir şey girdi ve ben arayıp da bulamadığımı düşündüğüm şeyi buldum. Öyle bir rahatladım ki. Yaşadığım tıkanma beni boğmadan aradığımı bulmak iyi geldi.


Yazıp da yayınlamadığım yazılardan birini yayınlamaya karar verdim. Kendime "ne gerek var?" diye sormadan.


"1. Bazen anlatmak istediklerim olur, sen diyerek söze başlayıp bir sürü anlatırım. 'Sen' kimdir, nedir belli değildir, önemli de değildir. Anlamsızlığına rağmen kullanılan kalıplardandır 'sen'. Sadece muhabbet ilerlesin diye vardır, anlık bir varsayım kişisidir. Yazan kendi sesini kendisine dost duymazsa 'sen' arar.


Örnek verirken sözgelimi diye söze başlamayı bir yazardan öğrendim mesela. Bu mesela sözcüğünden gıcık kaptığım için sözgelimi derim. Bu konuyla ilgili ciddi takıntılarım olduğunu da şimdi fark ediyorum. Yakalandım yine. Burada yazdıklarımın ilk paragrafla ilgisi çok zayıf. Söze başlamak gerek. Kime seslendiğimizi bilmezsek nasıl başlayacağız. Örnek verirken sözgelimi diye başlama zaruretimiz mi var? şasdlkasşd

(Gündüz vakti yazayım yazımı ya.)

"Aslını öğrenmek isterseniz..."

"Bana sorarsanız..."

Ne kadar sinir bozucu şeyler bunlar.

Anlatacaklarını dinleyecek birisi olmadan anlatacağını anlatamayan bir insanım. Bu açıdan bakınca okuduğum her şey saçma geliyor.

2. "Atlamam ama yine de branda falan ger istersen. Öyle teferruata falan da gerek yok aslında. Eskimiş bir çarşaf da olabilir, fiyakam bozulmaz yani. Yine de dur oralarda, bana pek belli olmaz."

Plasebodur 'sen'. Kurtarıcıdır.

(de bağlacı ölümcüldür, can sıkıcıdır, dövülesidir.)

3. Bazen muhatap bulmakta zorlanırım anlatırken. Öznelerim de pek belli değildir. Aslında kendimden başka anlatacak hiçbir şeyim yok, benim de anlatılacak pek bir şeyim yok. O halde neyi anlatıyorum?  Anlatılan ve anlatan da olamayacaksam niye anlatayım?

4. Ne anlattığım da önemli değil. Anlatmak isterim, dinleyenim olsun isterim. Sustuğumda kimse gitmesin, böyle karşımda dururken sıkılsın, sessizliğin getirdiği boşlukta kendini kurcalamaya başlasın diye beklerim. Sonra dökülsün. Ben dinlerim. Dost böyle olunuyor.



Demek istediğim tam da buydu. "Kimi" diye sorduğumda bir cevap veremiyorum.

Kim dökülsün, kim anlatsın, kimi dinlerim? Yok öyle biri(leri).

5. Cennet bize gelmeyecek, biz ona gidelim.

Bugün niye gitmedik? 'Sen' neredeyse orası cennettir diye mi?

6. Zaman veya vakit sözcüklerine Türkçe bir karşılık bulamıyorum. Süre diyeceğim, güzel bir karşılık gibi görünüyor ama olmuyor. Bir dilde bir sözcük başka bir dilden ödünç alınmışsa o sözcük üzerine düşünülenler hep yabancı bir şey üzerine düşünülür gibi düşünüyorum. Burada ne demek istediğimi sadece ben anlamam umarım.

7.Galiba yalnız kalmak istemiyorum. Anlatabiliyor muyum?"

5 Ağustos 2011 Cuma

1. Bazen anlatmak istediklerim olur, sen diyerek söze başlayıp bir sürü anlatırım. 'Sen' kimdir, nedir belli değildir, önemli de değildir. Anlamsızlığına rağmen kullanılan kalıplara benzer 'sen'. Sadece muhabbet ilerlesin diye vardır, anlık bir varsayımdır.

Örnek verirken sözgelimi diye söze başlamayı bir yazardan öğrendim mesela. Bu mesela sözcüğünden gıcık kaptığım için sözgelimi derim. Bu konuyla ilgili ciddi takıntılarım olduğunu da şimdi fark ediyorum. Yakalandım yine. Burada yazdıklarımın ilk paragrafla ilgisi çok zayıf. Söze başlamak gerek. Kimse seslendiğimizi bilmezsek nasıl başlayacağız. Örnek verirken sözgelimi diye başlama zaruretimiz mi var? şasdlkasşd

Gündüz vakti yazayım yazımı ya.

"Aslını öğrenmek isterseniz..."
"Bana sorarsanız..."

Ne kadar sinir bozucu şeyler bunlar.

Anlatacaklarını dinleyecek birisi olmadan anlatacağını anlatamayan bir insanım. Bu açıdan bakınca okuduğum her şey saçma geliyor.

2. "Atlamam ama yine de branda falan ger istersen. Öyle teferruata falan da gerek yok aslında. Eskimiş bir çarşaf da olabilir, fiyakam bozulmaz yani. Yine de dur oralarda, bana pek belli olmaz."

Plasebodur 'sen'. Kurtarıcıdır.  

3. Muhatap bulmakta zorlanırım anlatırken. Öznelerim de pek belli değildir. Aslında kendimden başka anlatacak hiçbir şeyim yok, benim de anlatılacak pek bir şeyim yok. O halde neyi anlatıyorum?  Anlatılan ve anlatan da olamayacaksam niye anlatayım?

4. Ne anlattığım da önemli değil. Anlatmak isterim, dinleyenim olsun isterim. Sustuğumda kimse gitmesin, böyle karşımda sıkılsın, kendini kurcalamaya başlasın diye beklerim. Sonra dökülsün. Ben dinlerim.

Demek istediğim tam da buydu. "Kimi" diye sorduğumda bir cevap veremiyorum.
Kim dökülsün, kim anlatsın, kimi dinlerim? Yok öyle biri(leri).

5. Cennet bize gelmeyecek, biz ona gidecektik.
Bugün niye gitmedik?

6. Galiba yalnız kalmak istemiyorum ben. Anlatabiliyor muyum?

4 Ağustos 2011 Perşembe

dili zifir farkındalık 2

Öylece oturup dinlenmelerim rahatsızlık vermeye başladı. Tatlı dinlenmeler çağı sona erdi. Çok dinlendim. Dinlenmekten yoruldum.

Kafamın içinde gezinip duran ve başka hiçbir şey düşünmeme izin vermeyen sözcükler, cümleler, söz öbekleri. Gidesiniz diye yazasım var sizi. Benden çıkınca gitmiş olacaksınız çünkü. Beni hep inandırdınız bu yalana.

Insignificant
                 sacrament


"Önemsiz görünen ayrıntılar..."

"Bir şey yapmalıyım." 

      "Öyle değil aslında"



Çünkü öyle. 



                               Saçmalıyorsun.



           Metallica - Remember Tomorrow

dili zifir farkındalık

Zor olan şu: Her şeyi çabuk atlattığımıza inanmamız, canımızı sıkanları düşünmediğimizde geçeceğini sanmamız. Yeterince önemsemediğimizden üzerimize çullanan yığının altında kaldığımızda hissettiklerimizi yaşamak zorunda kalmamız zor. Sandığımız gibi olmayan kimsenin sandığı gibi değil. Çünkü sanmak öyle bir eylem: gerçek olmadığı halde gerçek olduğuna inandıran türden. Gerçeklerden konuşalım. Doğrulardan değil, gerçeklerden. Lütfen sanmayalım artık, çok sandık. 

Yüzümüz var mı gerçeklerden konuşmaya? Bu da ayrı bir gerçeğe götürür bizi. Yüzümüz kalmadı, çok kaçtık onlardan. 
Bu kez yakalandık. 
İhmal nedeniyle kendi yokoluşlarımıza sebebiyet vermek üzereyken yakalandık. Kaçacak yerimiz kalmadı. Uyanacağız mecburen. 

Uzun süre bir şeye bakmayalı çok zaman geçti. Buradan başlayalım.












nevermore - enemies of reality

2 Ağustos 2011 Salı

İki Parça

-1-



parabola

zar zor anımsıyoruz, bu değerli ândan önce kimin ya da neyin geldiğini,
hemen şimdi burada olmayı seçiyoruz.
dur bekle, bu kutsal gerçeğin, bu kutsal yaşamın içinde kal... burada olmayı seçiyorum...
bu bedende. beni saran bu bedenin içinde.
burada, yalnız olmadığımı hatırlatan ol
bu bedende, beni saran bu bedenin içinde, sonsuz hissettiğim tüm bu acılar bir yanılsama.

yaşıyorum

bu kutsal gerçeklikte, bu kutsal yaşamın içinde. burada olmayı seçiyorum...
bu bedende. beni saran bu bedenin içinde, sonsuz hissettiğim tüm bu acılar bir yanılsama.
yaşıyor olmanın getirdiği anlamın yanılsaması

girdap, her yeni yaşantının çevresini
bu tanıdık meselle dokuyor döndürerek.
bunun kutsal bir ödül olduğunun farkına var
yaşıyor ve nefes alıyor oluşunu kutla

beni saran bu beden bana ölümlü olduğumu hatırlatıyor.
bu âna sarıl. hatırla. sonsuz olan biziz.
bütün bu acılar bir yanılsama.

(negatif, 02.05.2009 01:49)


------------------------------------------------------------------------------------

-2-


iyi Gece

Gece. uyumaya gidiyorum ve bir rüya ısmarlayacağım. benim rüyam ol. benimle ol.
bağırıp çağırarak uyuyamaz insan. uyumak için tüketmek gerek bütün enerjiyi, yorulmak gerek. başımız, ayaklarımız, sırtımız ağrırsa kolay uyuruz.
o yüzden rüya ısmarlayacağım. bağırmak için. yapmak istediklerimi rüyamda yapayım diye. benim rüyam ol.
Gece.

şarkıyı bağırarak söyleyeyim rüyamda. sen ol. ve o olsun. birlikte olalım.


 
       Pain Of Salvation - Cribcaged

1 Ağustos 2011 Pazartesi

Şiir var.

Şiirin kalbi hüzün pompalıyor, sözcük sızdırıyor. Ama her şeye rağmen şiir var.