6 Ağustos 2011 Cumartesi

dışlanmış yazı

Basitçe:

Hayatım(ız)a yeni bir şey girdi ve ben arayıp da bulamadığımı düşündüğüm şeyi buldum. Öyle bir rahatladım ki. Yaşadığım tıkanma beni boğmadan aradığımı bulmak iyi geldi.


Yazıp da yayınlamadığım yazılardan birini yayınlamaya karar verdim. Kendime "ne gerek var?" diye sormadan.


"1. Bazen anlatmak istediklerim olur, sen diyerek söze başlayıp bir sürü anlatırım. 'Sen' kimdir, nedir belli değildir, önemli de değildir. Anlamsızlığına rağmen kullanılan kalıplardandır 'sen'. Sadece muhabbet ilerlesin diye vardır, anlık bir varsayım kişisidir. Yazan kendi sesini kendisine dost duymazsa 'sen' arar.


Örnek verirken sözgelimi diye söze başlamayı bir yazardan öğrendim mesela. Bu mesela sözcüğünden gıcık kaptığım için sözgelimi derim. Bu konuyla ilgili ciddi takıntılarım olduğunu da şimdi fark ediyorum. Yakalandım yine. Burada yazdıklarımın ilk paragrafla ilgisi çok zayıf. Söze başlamak gerek. Kime seslendiğimizi bilmezsek nasıl başlayacağız. Örnek verirken sözgelimi diye başlama zaruretimiz mi var? şasdlkasşd

(Gündüz vakti yazayım yazımı ya.)

"Aslını öğrenmek isterseniz..."

"Bana sorarsanız..."

Ne kadar sinir bozucu şeyler bunlar.

Anlatacaklarını dinleyecek birisi olmadan anlatacağını anlatamayan bir insanım. Bu açıdan bakınca okuduğum her şey saçma geliyor.

2. "Atlamam ama yine de branda falan ger istersen. Öyle teferruata falan da gerek yok aslında. Eskimiş bir çarşaf da olabilir, fiyakam bozulmaz yani. Yine de dur oralarda, bana pek belli olmaz."

Plasebodur 'sen'. Kurtarıcıdır.

(de bağlacı ölümcüldür, can sıkıcıdır, dövülesidir.)

3. Bazen muhatap bulmakta zorlanırım anlatırken. Öznelerim de pek belli değildir. Aslında kendimden başka anlatacak hiçbir şeyim yok, benim de anlatılacak pek bir şeyim yok. O halde neyi anlatıyorum?  Anlatılan ve anlatan da olamayacaksam niye anlatayım?

4. Ne anlattığım da önemli değil. Anlatmak isterim, dinleyenim olsun isterim. Sustuğumda kimse gitmesin, böyle karşımda dururken sıkılsın, sessizliğin getirdiği boşlukta kendini kurcalamaya başlasın diye beklerim. Sonra dökülsün. Ben dinlerim. Dost böyle olunuyor.



Demek istediğim tam da buydu. "Kimi" diye sorduğumda bir cevap veremiyorum.

Kim dökülsün, kim anlatsın, kimi dinlerim? Yok öyle biri(leri).

5. Cennet bize gelmeyecek, biz ona gidelim.

Bugün niye gitmedik? 'Sen' neredeyse orası cennettir diye mi?

6. Zaman veya vakit sözcüklerine Türkçe bir karşılık bulamıyorum. Süre diyeceğim, güzel bir karşılık gibi görünüyor ama olmuyor. Bir dilde bir sözcük başka bir dilden ödünç alınmışsa o sözcük üzerine düşünülenler hep yabancı bir şey üzerine düşünülür gibi düşünüyorum. Burada ne demek istediğimi sadece ben anlamam umarım.

7.Galiba yalnız kalmak istemiyorum. Anlatabiliyor muyum?"

2 yorum:

nomen dedi ki...

''Ne çoksunuz'' diyor bir şair; ''Ne çoksunuz, size yenilmemek güç/Ey bütün efsaneyi ölümle buluşturan tenhalık''

''sen'' midir ki boyuna bu tenhalığın çokluklara evrilişi?

''sen'' parantezinden çıkıp birbirine değmiyor gözler ''gecenin iki şehri''nde: Uykusuzken göz-kapak ilişkisi gibi uzak(?)

Aynı şair hem yazıyor, hem soruyor: ''Kimsenin kimseye gözü değmiyorsa; şiir niye?''

negatif dedi ki...

o tenhalığın çokluğu, yerine koyulacak bir şeyin olmayışından. yenildikçe çoğalıyor. yenildikçe yerine bir şey koyamıyoruz. boşluk boşluğu doldurur mu?

bir 'sen' böyle, bazen olmuyor. olsun istediğimde çok uzakta.

"gecenin iki şehri"nde 'biz' neredeyiz? 'ben' sabaha karşı uykusuzken uzak uykusuz şehirde; 'o' uyuyor yalnızlığının başkentinde.

'sen' bazen ben uykusuzken uyur. olsun, şiir var, açar gözlerimizi. gözlerimiz değer mutlaka. şiir bu yüzden. Gece'yi istiyoruz çünkü, karanlığı değil.

-------
gecenin diğer şehrindeki 'o'nu düşündüren eskik olmasın. hep olsun.