Zor ve anlamsız bir süreçten geçiyorum diye başlardım eskiden. Canımı sıkan ne varsa dökerdim, allayıp pullayıp sorunlu edebiyatı yapardım. Ergenlikten kurtulamamış, duygularına hakim olamayan, asosyal bir insandım. Böyle şeyler yazdığımda lafın nereye gideceğini birileri biliyor. Ne kimseye "Git kendini sevdirmeden" diyeceğim, ne de birinden bir ışığı açıklamasını isteyeceğim. Zaten kime diyorsam bu yazdıklarımı okuyamayacaklar. Birinin internetini kesmişler borcundan dolayı. Neyse. Anlatacağım şey bununla ilgili değil. Sanatsal uçan tekme olayını sevdim, tespit yapayım diyorum bu yüzden.
Bir söz sanatı olayına dikkat çekmek isterim. Söz sanatından kastım teşbih, tecahül-i arif gibi şeyler. Bir sürü edebi sanat var, ama benim favorim hüsn-i ta'lildir. Hemen bir örnek veriyorum:
"Look at the stars,
Look how they shine for you." (Coldplay'in Yellow türküsünden)
Çok sevdiğim bir şarkının çok sevdiğim girişidir bu. Hüsn-i ta'lil deyince aklıma gelen ilk örneklerden biri. Hatta buna şibh-i hüsn-i ta'lil bile diyebiliriz.
Yabancı şarkılarda, şiirlerde sanki sadece bize özgüymüş gibi görünen söz sanatlarına rastlamak hoşuma gidiyor. Klasik Türk şiirinden esinleniyorlar sanki. Gönül kafesinden çıkmak için can atan kuşlar, gülün ahını alan bülbüller, güvercin topuklu, gerdanı püskürtme benli sevgililer... Yabancı şarkılarda da var bunlardan.
Misal:
Guns n' Roses'ın Patience adlı şarkısındaki müthiş sanatsal söyleyişe bir bakalım. O şaşaalı divan şiirinden eksik kalır yanı yok bana kalırsa. (Sana kalmasın diyen varsa bu örnek pek hoş olmayabilir. Kimsenin benden nefret etmesini istemem. Hem haklısınız, bana mı kaldı?)
----Spoiler----
"...little patience, mm yeah, ooh yeah,
Need a little patience, yeah
Just a little patience, yeah
Some more pati... (ence, yeah)"
----Spoiler----
Özellikle some more pati olayına hastayım. Bir pati ancak böyle içten, böyle güzel anlatılabilirdi.
Hülasa edebi sanatların (edebi sanat demeyi severim. sanki sadece bunlar sanatmış gibi, pek özelmiş gibi, başka yokmuş gibi---ironisi) yabancı şarkılarda kullanılmasını destekliyorum.
Bir diğer konu. Ne yaparsam yapayım bu yazının başında söylediklerimden kurtulamayacağım. Uyumak dışında tabii. Uyuyunca her şey geçiyor, aklımda ne varsa hepsinden kurtuluyorum. Şehrin pis sokaklarını temizleyen yağmurlar gibi benim uykum. Bu arada Şairin Romanı'nda manyak bir cümle okudum, pek fenaydı. Gidip o cümleyi kitaptan bulup da buraya yazmayacağım. Aklımda kaldığı kadarıyla şöyleydi: Yağmur her yere yağar, yer ayırmaz. Ondan yararlanması gereken kendi düşünsün ne kadar nasipleneceğini. BÖyle bir şeydi ya da ben uyduruyorum. Çaresizce sallıyor olabilirim. Uyku siler atar, insanı kendine getirir.
O değil de (tarza bak yahu) asıl dert konuşmak istememem. Konuşmak yani. Sözcükleri sesli söylemek. Yazmakta ve dinlemekte sorun yok. Ama konuşmak istemiyorum. Bana bunu da yaptınız ey insanlar! (Oğuz Atay da olmasaydı nasıl anlatacaktım derdimi bilmiyorum) Konuşmaktan kaçıyorum--- Aşırı yorum: Misanthrope.
Söyleyememek. Anlatamamak. Önemsenmediğini düşünmek.
Ne kötü şeyler.
En kötüsü: İnsan olmadık zamanlarda yakalanır hastalıklara, ummadığı anlarda her şey berbat olur.
Bugünümü sevemedim, ne yazık.
Coldplay - Yellow
5 yorum:
Adam git yat uyu ya. ööööff.
http://www.youtube.com/watch?v=ErvgV4P6Fzc
güvercin topuk nasıl bir şey ki acaba? :)
güvercin topuk böyle küçücük, incecik bir topuk çeşidi. o kadar narin, o kadar güzel ki anlatılamıyor. güvercinin topuğunu hiç görmedin mi ya :)
gördüm de dikkat etmedim :p
ben sana gerçek örnekler üzerinden anlatırım yarın :)
Yorum Gönder