30 Nisan 2011 Cumartesi

düzensiz. eksik. yabancı. içtenliksiz. soğuk.
anlaşılmaz. nedensiz.
kırıcı. kırıcı.
saçma.

istenmiyorum artık.

yeter!





Odin! Sen de git buradan. Beni rahat bırakın.






.

27 Nisan 2011 Çarşamba

Koşmak. Özgürce. Ne Diye?

Hızlı, anlamsız, telaşlı yaşamak zorunda kaldığımdan ayrıntıları atlıyorum ve kendime zaman ayıramıyorum. Üç noktalara küstüğüm için de bu cümleyi böyle yazdım. Aslında şöyle yazacaktım: "Hızlı, anlamsız, telaşlı yaşamaklar... Ayrıntılar? Ben?" Bir çeviriciye ihtiyaç duymadan kendi yazdıklarımı anlamak gibi olağanüstü sayılmayacak bir yeteneğim var. Ne güzel değil mi? Sözü dolandırıp kafa karıştırmayı da Oğuz Atay kahramanlarından öğrendim.  Bir sonraki satır başında da bundan bahsedeceğim, göreceksin.

Bir kadın vardı, ne demişti? "Hayat tamamen yanlış anlamalardan ibarettir." Çünkü o kadın dinlediği şarkıların sözlerini yanlış anlayıp kendisine hoş gelen şeyler düşünüyordu. Bu düşündüklerinden dolayı da dinlediği şarkıları seviyordu. Ya da dinlediği şarkılardan anladıklarını seviyordu da şarkıların pek bir önemi yoktu. Kadının bileceği iş. (Bu kadının hikayede olmasının nedenini bilmiyorum. Bir şeyler düşünmüştüm ama artık nedenlerini unuttum. Toparlayacağım elbet. Bu da benim bileceğim iş.)

Sadece şarkıları yanlış anladığı halde bir kalıba yerleştirdi düşüncesini, çok da basit bir genellemeyle hayatın yanlış anlamalardan ibaret olduğunu söyleyiverdi. Belki de bir başkasından duymuştu bunu, bir yerlerden okumuştu. Bunun üzerine pek düşündüğünü sanmıyorum.


Örneğin:
1. i'm not normal, i feel immortal (doğrusu)
2. i don't know why, i feel immortal... (yanlış anlaşılmışı)

İşine geldiği gibi anlama saplantısı onda da vardı (Çoğu kadında olduğu gibi, deseydim burada taşlardın beni. Ama öyledir, buna inanırım.) Şimdi yanlış anladığı şeyler üzerinden düşünceler geliştiren bu kadının bütün hayatı boyunca bunu yaptığını söylersem ve sonra da 'doğru' olanlarla karşılaşıp hayal kırıklığına uğradı desem ne olur?

O kadın umursamazlık maskesinin ardına gizlendi. Hiçbir şeyi umursamadığını sanıp durdu. Halbuki 'hiçbir şey' o kadar basit değil, olamaz. Başka bir düşünmenin konusu bu.

Ayrıntılara takılıp onları çoğaltmayı seviyorum. Kahramanlardan bahsederken nerelere geldim.

Kendime zaman ayıramıyorum desem de boşluklarda sevdiğim şeyler yapıyorum. Düşünüyorum sözgelimi. Okuyorum. Çoğaltıyorum içimdekileri.

Gazetede bir yazı okurken iki sözcük beni çok etkiledi: Risk ve kırılganlık.Küçük defterime yazdım bunları ve neden beni bu kadar etkilediklerini düşünmeye başladım. Sonra bir anda başka bir sözcük belirdi zihnimde: Denge. Bu üç sözcükle nereye varılır bilmiyorum. Niçin böylesi bir ruhsal salınım yaşadığımı da anlayamadım. Ama bunların benim için çok önemli olduğunu hissediyorum.

Sesler de önemli benim için. Özellikle insanların sesleri. Biri çok güzel şiirler yazar, çok derin ve sekmeden, atlamadan, vazgeçmeden, kendinden emin düşünür, bunlardan dolayı da başkalarının gözünde devleşir afmsaçöfd

yahu bana ne.
neyse işte, bir kez konuşur. Onun hakkındaki bütün düşüncemiz ses tonunun gazabına uğrayabilir. bunu anlatmaya çalışıyorum. Ya da saçma bir şey söyleyen birinin sesi güzeldir, söylediklerini örter bu ayrıntı.
Çok önemli bir şey söyledim, ama üşengecim. Pff...


Niye okuyorsun bu yazdıklarımı?
--------------------------------------


Yapamadıklarımın listesi. Çok kabardığı için vazgeçiyorum.

Virgin Suicide filmini izlemem gerektiğini düşünüyordum. Geçenlerde bir ailenin başına gelenlerden sonra radyoda bu filmden bahsedildi. Daha da dikkatimi çekti.

Niye izleyemiyorum? Niye yapamıyorum? Niye?

Düşündüklerimi eyleme geçirme konusunda zaaflarım olduğunu biliyorum. Bundan kurtulmak için birkaç girişimim oldu. Sonra da yanlış yerde olduğumu anladım ve kafamı kuma gömmek istedim.

Sıkıldım...




Şunlara da bir bakmak iyi olur sanki:

                                                                                          





Manidar başlık için de söyledim söyleyeceğimi. Çeviriciye ihtiyaç duymuyorum demiştim.

zzzZZz.

24 Nisan 2011 Pazar

--- 3 --- Kapı

Odanın uçuruma açılan kapısına doğru yürüdü adam. Kapıyı açıp uzun uzun baktı ve arkasındakilere dönüp fısıldadı: "Sessizlik gibi, hep yanıbaşımda yalnızlık. Ve dostumdur ağaçlar."

Masada oturan kadın sahte sahte gülümsedi; umursamaz bir tavırla "Hayat tamamen yanlış anlamalardan ibarettir," dedi.
Adam yarım bıraktığı işi tamamlamak istermiş gibi tekrar kapıya doğru döndü. "Ben ne yaparsam yapayım içinde biraz da sen olacaksın," dedi ve bir anda kayboldu. Masadakiler onun kapıdan çıktığını görmediler. Tekrar gelecektir diye yorumladılar adamın kayboluşunu. Hiçbir şey olmamış gibi  yemeklerini yemeye devam ettiler.

--- 2 --- Eşik

 Burası bir oda. Görünürde bir ışık kaynağı olmadığı halde her şeyin net görülebileceği kadar aydınlık. Parlak bir griye boyanmış gibi her taraf.

Köşeler yok. Bütün hatlar yumuşak, dairesel.
Kapı ve pencere yok. Bunun ne anlama geldiğini bilmiyorum.

Karşılıklı yerleştirilmiş koltukların arasında diz hizasında uzunca bir sehpa var. Üzerinde dağılmış boş kağıtlar ve birkaç kalem. Ve bakır bir çanak: yukarıdaki yarıktan sızan suyun damla damla düştüğü ama birikmediği. Kabul etmeye direnen.

Damlaların düşerken çıkardığı sesten başka hiçbir şey duyulmuyor. Bir süre sonra bu ses de duyulmaz oluyor: hiç değişmediği ve aynı aralıkla tekrarladığı için duyarsızlaşmayı zorunlu kılıyor.

Böylelikle sessizliğimin içinde yalnız başıma oturuyorum.

--- 1 --- Eşik

1.
Hiçbir şey yapmadığım için buradayım. Buraya gelmek zor.
Nasıl geldiğimi bilmediğim için bana kolay geliyor. 
Burada olmak....
arzulanır olmalı..
Yoksa bu oda kendisinde yitirirdi henüz olmayan anlamını da koşutluğunu da.


"Buradayım" diyen, kendi bilincindedir herşeyden önce: -Evet, uzamsızlığıdır dilegetirdiği. Ancak zaman içinde bir yerdir, bu nitelemeyle belirtmeğe çalıştığı. Bir 'yer'dir 'bura(sı)'; ama, bulunulmakta olması ancak zamanın çerçevesi içinde gerçekleşebilecek bir 'yer' : 'bura(sı)', birinin bulunmakta olduğu yer değil, bulunduğunu belirttiği yerdir (her bulunulan yer bir 'bura' birisinin burası olarak onun yeridir). Örneğin, bir başkasının kişinin bulunduğu yeri 'tespit' etmesi ("Orada" demesi) bambaşka bir iştir. 'Burada bulunma'da sözü edilen 'burası', işte, sözü edilen bir yerdir; "Buradayım", bir önermedir: dilegetirenin kendi üzerine bulunduğu bir önerme..."          (O. Aruoba, Benlik)


Burada sözler söylenir. Sözler havada asılı kalır ve kendilerini dinleyecek olan(lar)ı bekler. 'Olmanın sonralığı'nı da yanıltır sözler.

Burada benden başka biri(leri) olacak mı bilmiyorum.
Ben buradaysam başkaları da burada olmalı.
Sözler boşa gitmesin diye...

Görüyorsun ya 'Olmayan',
öylesine koşullar oluşturuyorum kendimce. Gereksiz nedenler yaratıyorum yanlış sonuçlar (varsa) doğrulansın diye.

Birileri gelirse kendisini yıkıp tekrar yapacak bu oda. Kendi kendisinin içine geçip çoğalacak.

Birileri -geleceklerse- biraz daha kendileri olabilmek için gelecekler buraya. Daha önceleri çoğunun yaptığı ama 'ben' olarak kimsenin asla yapamayacağı; yalnızca kendimin 'ben' olarak yapabileceği şeyleri kendi yapacakları gibi yapmaya gelecekler buraya.


"The moment's lost. People die of common sense, Dorian, one lost moment at a time. Life is a moment. There is no hereafter. So make it burn always with the hardest flame." (Lord Henry)



2.

“Bütün budalaların başına gelenen büyük bela fikirlerle ilgilenmemeleri ve can sıkıntısından kurtulmak için sürekli olarak gerçekliklere ihtiyaç duymalarıdır. Fakat gerçeklikler ya tatmin edicilikten uzak ya da tehlikelerle doludur; üstelik ilginç olmaktan çıktıklarında yorucu hale gelirler. Fakat düşünce dünyası sınırsız ve sakindir;
something afar                            
From the sphere of our sorrow.”   
                                                              (Arthur Schopenhauer)

“Tasarımlama imgeye hiçbir şey katmaz; tasarımlama imgeye hiçbir yeni kimlik , fazladan hiçbir şey aktarmaz: bilinçli tasarımlama olmadan önce, tasarımlama gerçekte, sanal ve yansızlaşmış olarak vardır zaten. Tasarımlamanın edimsel olarak var olabilmesi için, kendisini etkileyen imgelerden yalıtılması gerekir; bunun amacı ise içinde bulunduğu çevreye bir şey gibi sıkışıp kalmak yerine, bir tablo gibi çevresinden kopmasıdır.”       
                                                                (Jean-Paul Sartre)


“Kapalı bir avuçtur sözcük                
Neden açıp da sormak ister insan”
                                                               (Melih Cevdet Anday)



“Hiçbir şey yapmadığımı yazdığım için bu-                                                      radayım.”

23 Nisan 2011 Cumartesi

Et Mille Per Annos - Behice Tezçakar

Binlerce Yıl Boyunca İştahsız Yalnızlık Ve Acı Farkındalığına Melankolik Eşikler

Okşarken elleriyle verir zehrini usul usul... kimsenin vurulmadığı yerden vurulurum... Ey hissiyat, terk et bedenimi... Görüp göreceğim, bilip bileceğim seni terk edenlerin yorulmaksızın yaşıyor olduğudur.
Omuzlarımdaki yük Hesiodos'tan yadigâr. Yaralarımın her biri zehirle sotelenmiş sözlerden icazetli. Bir gün yazıyorum, diğerinde ölüyorum, hanımeli kokuları içinde buluyorum kendimi de gülüyorum... Hep devam eden eylemler içinde geçiyorum, hızla geçmekte olanın içinden; o bana acılar, ben ona satırlar bırakıyoruz. Yürüdükçe kalınlaşıyor defterim ve inceliyor pamuk ipliği hayata tutunduğum. Oyalanıyorum tahta beşiğinde zamanın; kefende dikiş, ömürde avuntu payı yok diye diye gölgeleniyor ruhum...
Kıyl ü kâl'le savaşmaktan yorgun düşmüş kollarım. Toplama acılar, kahrı künyesinde yazılı sancılar, cezası ertelenmiş beyhude sanrılar doldular da içime, kanarak kanı mürekkep bilen kelimelere defterimi hiç silmeden taşıdım.
Kulaklarımda bâkiliği sessizliğin... Anlamlı cümleler için oldukça yorgunum... Ağırlaştıkça ağırlaşıyor hayat, ben de ezildikçe eziliyorum... Güçlüklerin ardından geldiği vaat edilen seni beklemekteyim. "Nazlıyım rica etsem nazımı çeker misiniz?" gibi monologlar kurup, böylesi ironiye kendim bile gülmekteyim. 
Şimdi yazmak gerek hafiflesin karanlık kelimelerin demir leblebi harflerden yükü ya da kaçmak gerek yükselen sularından hayatın, kaçmalı yükseldikçe ednalaşan tüm bu popüler saçmalıklarından devr-i dünyanın...
Yılların geçerken uğradıkları bir yer oldu bu yürek. Bu gelip geçmelerle tükeniyor tükenmekte olan binlerce yıl boyunca: "et mille per annos". Oysa hepimiz on altı yaşımızda cıvıl cıvıl yarını umutlardık. Biz yürürken rüzgâr daha anlamlı eserdi.Bilmezdik kim ne diye hayata küserdi. İşte o günlerde şehrin arka planında çalan melodiyi duymaya başladım. İstanbul boğazda akar, rüzgârlar ağaçlarda iğdeleri öpüp mis kokuları kucak kucak çocukların saçlarına saçardı. Dean Martin'in "Who's Sorry Now*" ya da "I love the way you say goodnight*" gibi bir şeydi hayatın melodisi... Yine de en tatlı günlerin en tatlı yerinde içimi ılık sızılar kaplar, durmaksızın yelken açıp yola çıkan çaresizlikler yüreğimin Indus ve Ganj kıyılarından kalkardı. Anlayamazdım hüznümü... Halbuki biteceğini, gideceğini biliş acı farkındalığıma eşikler açardı. Ufuk ne kadar uzaksa dağılanlar, dağınıklıklar ve saçılan hayatla döllenen genişleyen şehrin intikamı o kadar yakındı. Bilincimin daima üste çıkmaya meraklı altı olacakları anlardı... Muhtemel terk edişlerin adımlarını nefesimde hissederdim. Neye yazık nelere yazık olmadı ki! Ne yazık ki haklı çıktım, kahırdan başka bir şeye yaramayan haklılığımla girdim zavallı yalnızlıklara:
"Ey sen el yordamıyla yaşadığım
Tuzlu yaram
İştahsız yalnızlığım
Yüzüme çarptıktan sonra dağılan tüm vaatlerinle
Aceleye getirdin saatlerimi 
ya işgalin altındaydı gözlerim
ya da dost bilmek zorunda kaldım cerahatimi
Ötekiydim
Berikiydim
Yorgun şehrin vebalısı,
Kurdeşeniydim...
Almadınız beni aranıza
Korkuları emziren sancılığım
Esmer tenim
Hayal eden celladım
Ey sen el yordamıyla yaşadığım
Tuzlu yaram 
İştahsız yalnızlığım..." derken penceremizi saran ayva çiçekli dallardan ayrı düştük. Ahşap evlerin rutubet kokusu ce sarmaşıklı çardakların bedenlerimize ihtimam gösteren dokusu kaldı özlediklerimizle birlikte uzaklarda bir yerlerde. Dönüp geldiğimizde bizi büyüten ağaçların ellerinden öpmek, dev gövdelerine sarılıp hasret gidermek için, betondan bir mezarlık bulacaktık. Gitti her biri "primus inter pares" asil ruhlu zamanlar. İkinci dereceden tarihî eser restorasyonlarına kurban gitti güzel günlerimiz. Doğu Roma'dan, Osmanoğullarından, çakıldan, yabanî incirden, yosun kokusundan ve midye yarasından anılarımız vardı... Bir güne bakan çiçekleri kaldı gerimizde ve ben o gün anladım ayçiçeklerine neden "güne bakan" derler diye.
Damla damla eriyemezdim... Büklüm büklüm ezilemezdim, bitmek düşerdi bana bitemezdim... Melankolik başımda papatya taçları da olsa, sığındığım kollarda beni vuran bir delilik olurdu. Gideceksin bilirdim... Leylaklar başka leylak olacak diye içim yanardı onlarla mora boyanırken ruhum, bilemedim leylaklar başka leylak değil başkalarının olacaktı... Önceleri bu acı bana yetecek sandım. Ama bitmedi. Ben hiç ummadığım zeytin ağaçlarının önünde kara saplı bıçaklarıyla Bedri Rahmi'nin, yaralandım... Sen ey en sevdiğim! Kalbimi sırtımdan çekip çıkardın. Büyüdüm diye kimse tutmadı ellerimden; anladım kestane ağacı her zaman ayrı düşermiş kestanelerinden.
Neden sarmalandım zihnimde senden ve sana doğru giden düğümlerle ve neden ezberimdeki tüm şiirleri seninle imlâladım. Tuzağına düşmüştüm işte! Neyim varsa aldın ellerimden ardından tutukladın. Saflıkla yaşayan yanlarım ironik koşullanmalardan azâde kaldı, gerçeği pek erken kavradım. Tamamen ölmemek için yeterince kalabalık olmalıydım kendi içimde, ne de olsa her iyi niyetimde arkamda kendi cesedimi bırakacaktım.
Gider en nihayetinde temmuzlu güzel günlerimiz de kıymet bilmez ellerimizden, ancak sus payı mutluluklar yaşarız. Tebessüm mü, bir oh çekiş mi daha muteberdir ve ispat eder tatlı şeyleri bilemem. Acılardan azâde olunca uçurumlara doğru koşarız. Bir tek güne bakan çiçekleri kalır gerimizde ve biz o gün anlarız ayçiçeklerine neden "güne bakan" denilir diye. Ne yapsak yine yalnızızdır işte...

Hesiodos'un İşler ve Günler koşuğundan:
Saturnas'la Rhea'nın o mutlu çağlarında,
Kötülük, yorgunlukmuş nedir bilinmiyordu;
Tanrılar hiçbir şeyi esirgemiyorlardı;
Gözü doyan insanlar, artık barış içinde 
Kavgasız, gürültüsüz, mutlu yaşıyorlardı,
Değişmez törenleri daha bozulmamıştı.
Ölüm, suçlular için korkunç olan o ölüm,
Bu geçici yaşamda, yeryüzü zevklerinden
Ne tatlı bir geçişti, gökyüzü zevklerine
O çağın insanları mutlu cinlerimizdir,
Dayanağımız olan bahtlı şeytanlarımız;
Başımızda beklerler; yüreklerimizdeki
Cinayeti, acıyı söküp atmak isterler.

20 Nisan 2011 Çarşamba

üç film

Aklımda 3 film var, bunları tekrar ve tekrar izlemek istiyorum. Şu an koşullar uygun olmadığı için tabii ki de erteliyorum.

1. Wilbur Wants to Kill Himself



2. Dedication



3. Mozart And The Whale





Keyif adamı olacağım ben büyüyünce. Bu filmleri izlerken ayaklarımı uzatıp kahve içeceğim, bir ara da patlamış mısır yiyeceğim :)

akış 2

... size haksızlık etmişim sizin bir suçunuz yok ben başkasına kızdım ben başkalarına da kızdım hani her şeyin iyi olmasını isterken hiçbir şeyin iyi olmadığını anlamak var ya büyük hayalkırıklığımız eksik kalan yönümüz düşüncemizin tek yönlülüğünü yüzümüze vuruyor umursamıyor bizim halimizi kendime de saygısızlık ettim kendimi inandırdığım şeyler yüzündendi hepsi bir insan neden bile isteye kendisini kandırır ki? böyle bir saygısızlığı kendisine niye yapar? daha çok yoruluyorum daha çok düşünüyorum daha çok 'bir şeyler yolunda gitmiyor' daha 'zaman geçiyor' yavaş ve tepetaklak oluyor neye baksam engelleri aşmak kolay gibi görünüyor ama ben yıkmaya çalışıyorum onları neden? kabuğum sağlam çünkü bir şeyler yolunda gitmediğinde beklentilerim boşa çıktığında istediklerim olmadığında sorunların kaynağını başkalarında arayacağımı biliyorum en büyük engelim bu bunu ortadan kaldırdığımda geri kalanlar için çok düşünmeye gerek yok benim hatam yok benim hatam az yerine ben mükemmel değilim 'yine' sen demek kolay sen diye başlamak kolay güzel hissettirdiğin gibi çirkin de hissettirirsin çok çok kolay bunlara bakıp bakıp güleceğim bunların geçip gideceğini biliyorum bunlarsız da düşünebiliyorum hep 'o halde' neden bunca mutsuzluğum yine kandırdım kendimi sözcüklerle oynarken yakalandım kendime ve kızdım sonra kendi kendimin dengesini bozuyorum ve tutarsızlığımla kavga ediyorum başkasının başkalarının yapamadığı ne varsa tabii ki ben yapacağım kendime zaaflarımı kullanacağım başkalarından önce ki bileyim nasıl tepki vereceğimi başkaları bilmesin zaten 'kimse bilmez' birkaç sözle her şeyi berbat etmeyi beceren insanları anlamaya yaklaşıyorum çok sevdiği insanları türlü gereksiz bahanelerle kendisinden uzaklaştırıp yalnız 'olan' sonra da pişman 'olan' insanları anlamaya yaklaşıyorum ve bana uygun olmamakta direten ve çok katı bir şekilde bunu dikte eden 'inandırmamaya' çalışan bu saçma ortamda bile 'kabullenmemekte' ısrar edip kendime 'göre' bir oluk bulup mutlu 'olmaya' varlığımın sebeplerini bulmaya ve insanların akıllarında kalacak bazı küçük ayrıntılar oluşturmaya değerler yaratmaya doğru akıp gitmeyi yeğliyorum mutlu olmak için bir çok fırsatı varken ellerinin tersiyle bu fırsatları iten insanları da anlamıyorum bunu anladığım zaman hayatımdaki en büyük sorunlardan birini çözmüş olacağım bir diğer sorunum için de tek kişilik bir 'arama kurtarma' takımı oluşturmam gerek sık tekrarladığım sözcükler için mesela 'şey' 'çabalamak' 'tutarsızlık' 'hissetmek' gibi ve sorduğum soruların cevaplarını bulamamak sıkıcı aynı yerde dönenip duruyorsam bir şey yapmanın zamanı gelmiştir ve bir de bu 'zaman' sözcüğüne de taktım bir başka karşılığı olmalı bu sıktı bu bunalttı bu artık çıkıp gitsin içimden uçmasını öğrenemem ben ama koşabiliyorum siz de bunu yapamıyorsunuz ayaklarımın önünde biriken sulara da ihtiyacınız yokmuş anladım yağmurlar zaten sizi buluyor sizin bir suçunuz yok haklıydınız o adam ışıkla mücadelesinde yenildi bu onu kızdırdı kendinden geriye kalanlara baktı ve bir yanını dışladı hepsi bu sonra yine kızdı sonra üzüldü. birkaç gündür çirkin 'hissediyor'.

hiç sevmemiş kendisini. ama sevmiş başkasını.

17 Nisan 2011 Pazar

akış

Hep birlikte üşüşün başıma kuşlar kafamın içinde uçuşun boca edin bütün pisliğinizi üzerime hepinize anlatmak istiyorum her şeyi eksiksiz olduğu gibi kendime doğru yontulmuş aklıma geldikleri gibi söyleyeceğim size bitkinliğim gökyüzüne yol olacak izinizden gideceğim bilmediğim diyarlara dinleyecekseniz beni neden uçmayı öğrenemediğimi de söyleyeceğim yürümesini öğrenemediğim gibi düşlerden düşüp yıldızlara dokunamadığımı da beceremediğimi sakin olamıyorum her şey iyi her şey güzel ama nedenler bilmediğim nedenler benden çok şey götürdü bir de siz varsınız siz olmasanız kendimi bu kadar kandırmayacaktım belki bazı şeylerin olanaklı olduğunu sizden öğrendim kanatlarınızdan tutsam taşıyabilirdiniz beni buna inanmıştım ben sizi her gördüğümde çok şey düşündüm onların da kanatlarından tutsam götürürlerdi beni uzaklara beklerim ben yağmurlar yağarken önümde sular birikir gelin yıkanın kuruyunca uçun gidin başımdan gidin görmeyeyim inanmayayım bir daha kandırmayın beni yalnız kalayım da alışayım ne yaparsanız yapın ben yine buradayım. yorgun argın bekliyorum.

yalan söylüyorum.

hiç sevmemişim kendimi.






16 Nisan 2011 Cumartesi

"sadece bu kadar."dı. değişti her şey. 



...

14 Nisan 2011 Perşembe

Anlar...

-1-

Kendime yakışmayan bir küfür ettikten sonra (bulunduğum yer bunu hem zorunlu kılıyor hem de bu davranışı ödüllendiriyor) çaresizce kitap aradım durdum kitaplıkta. Kitaplarımı okudum, başka kitaplar da okudum. Şimdi hiç kitabım kalmadı ve benim burada geçireceğim bir ayım daha var.

Burada kitap okumak anıları dürtüyor, başka yerlerde hissettiriyor (her zamankinden farklı olarak). Bunu birileriyle paylaşmıştım, ilginç bulmuşlardı. Bir şeylerden kaçarken sıkışıp kaldığım köşede okuduğum kitaplar geliyor aklıma. O küçük sigara içme aralarında nasıl o kadar kitap okuyabildiğime şaşırmıştım. Durum burada da aynı. Yalnızlığın nasıl olduğunu acı bir şekilde bir kez daha öğreten bu kalabalığın arasında hala güzel şeyler yapabildiğimi görmek kendimi iyi hissettiriyor.

Bir zamanlar başlayıp yarım bıraktığım bir kitabı okudum en son: Simyacı'yı. Umut verdi bana, iyi ve güzel şeyler düşündürdü. Zamanımı değerli kıldı, bir kitaptan beklediğim gibi. Daha sonra tekrar okuyacağım, çok beğendim.

-2-

Nereden geldiğini, neden ve nasıl geldiğini bilmiyorum; bazen aklıma bazı şarkılar geliyor ve onları bir an önce dinlemek istiyorum. Dinlerken ne anlattıklarını fark etmeden bir şeyler öğreniyorum sanıyorum. Kendi hayatımla kesiştikleri noktalarda aklıma geliyor olabilirler. Benzersiz anlar yaşatıyor bu durum. Dream Theater - Space Dye Vest de böyle bir şarkı işte.



-3- 

Bazen çok güzel göründüğümü hissediyorum. Etrafımdaki insanların bakışlarından, birilerinin söylediklerinden, aynadaki görüntümden falan. Böyle zamanlarda önce kendimi iyi hissediyorum, sonra da içimi bir hüzün kaplıyor. Güzel görünmek neye yarar ki, görmesini istediğim göremedikten sonra.

-4-

 Tesadüf olduğunu düşündüğüm bazı anlar dengemi bozuyor. Olacak şey değil ama bir sabah kalkıp karlar arasında yürüdüm ve çay içmek için her zaman geldiğim küçük çay ocağına sığındım. İlaçlarımı almam gerektiği için bir şeyler yemem gerekiyordu, bir küçük ay çöreği  aldım ve kırıntıları dökülmesin diye altına fotokopiciden alındığı çok belli olan artık kağıtlardan koydum. Kağıtta Franz Kafka'nın Günlükler'inden bir bölüm vardı. Hikayelerin başlangıcını bir anne babanın çocukları yeni doğduğunda ondan bir şey beklemediği gibi karşılıksız kabul etmesi gerektiğinden bahsediyordu. Yeni doğan bebeklerin çirkin olduğunu düşündüğünü bile düşündüm. Bir de babasından bahsediyordu. Bir şeyler yazabilmek için kendisine zaman yaratmaya çalışırken babasının onu nasıl engellemeye çalıştığını, yazmakla harcadığı zamanı 'gerçek' bir uğraşa harcaması gerektiğini dayatıp durduğunu anlatıyordu. Bir de 7-8 saat boyunca sadece tek bir sayfa yazı yazmış Kafka, bu yazdığını da beğenmemiş. Ne biçim bir adam ben çözemedim. Başkaları çözebildi sanki...




Bu sabahın inanılmaz karşılaşmasıydı bu. Klişe de olsa söyleyeceğim: Teşekkürler hayat! :) (Yok artık)
Ayrıca  ay çöreğini çok seviyorum. Proust'un kurabiyelerini bile döverler.









-5-

Kahve makinesi bazen bozuluyor. Bazen de bozuk param olmuyor.
Saatlerce bekliyorum birileri gelip düzeltsin diye. Ve saatlerce bekliyorum birileri gidip çaycıya bozuk para versin ve paralarımı bozdurayım diye. Aşk işte...

-6-

Bazıları beni çok üzüyor. Kendi kendime diyorum ki beni üzenler de üzülecekler zamanı gelince. Hayatta herkesi üzen şeyler var.

Dün beni üzen birinin çok üzüldüğünü gördüm.
Üzüleceğini biliyordum, ama onu öyle görünce ben de üzüldüm.
Kendimin de üzüleceğini hesaba katmamışım. Vicdanım tartakladı beni.

Kendimi anlamadığım zamanlardan biriydi. Şaşkın şaşkın bakındım etrafıma. Ne diyeyim ki? dedim.
Sanki böyle söyleyince bir işe yarıyormuş gibi...


-7-

Anlamadığım şeyler canımı sıkıyor. Sonra da anladığımı düşününce de rahatlıyorum. Bazen anladığımdan hoşnut oluyorum bazen de keşke anlamasaydım diyorum. Ne kadar basit değil mi?

Buraya geldiğimde canım sıkılmıştı.
Benim canım sıkılsın, onunki değil...




-8-


Benimle hiç alakası olmayan yaşantılara dokunabilme fırsatı bulduğum için şanslıyım. Burada olmasaydım yanıma yaklaştırmayacağım bir yığın insan tanıdım ve onlardan çok şey öğrendim. Dik duruşumu, insanları şaşırtan bilgeliğimi :P , iç huzurumun bir kısmını onlara borçluyum. Hayatta bazılarının gereksiz olması gerekse de herkes işe yarıyor. Faydacı düşüncelerimden dolayı hiç rahatsız olmadığımı da belirtmeliyim.


-9-


Inna, Shakira ve Rihanna üçlüsünün beni ilgilendirebileceği aklımın ucundan bile geçmezdi. Ama sanırım bunların şarkılarını dinliyorum ben :S


                           

Yaşantılar insanı çok değiştiriyor :) Bir sürü aptal şarkının dinlendiği yerde bunlar hora geçiyor.

-10-

Bir de gazetede bir haber okudum. Bulunduğum yerde 120 cm kar olduğunu iddia ediyordu. Nerelerinden uyduruyorlar bilmiyorum. Burada kar en fazla 50 cm falandır. Berbat memleket dediysek o kadar da demedik!

-11-

Az kaldı...





-Son-
...

Ve en çok sevdiğim şarkılardan biri: I Drive The Hearse. Dinlediğim en güzel gruplardan bir tanesi Porcupine Tree. Benim hayatımın fon müziğini yapıyorlar sanki.
...

Bazı şeylerin ne olduğunu pek önemsemiyorum. Nasıl olduğunu önemsiyorum. O yüzden sözlere fazla takılmamak gerek.


:)

10 Nisan 2011 Pazar

Kendimize sınırlar çizmeliyiz ki çarpınca durabilelim. Fazla yayılmak iyi değildir.

Hayatı hep siyah-beyaz görmek isterdim. Şimdi vazgeçiyorum.



 
            Işıklardan korkmak? kim neyi kazandı?
            Bizden geçti sizden ne haber?


                                                                               
                                   

Böyle ıssız, sessiz sakin, yalnız otururken
bazı şarkılar dinlerdim de hiçbir şey anlatmazlardı;
bir şey ifade etmeden sadece ses çıkarırlardı.
Şimdi farklı. Seslerin bellekleri var. İnsan unutur ama sesler unutmaz.



Hisler de öyle.

***

Günler geçse bile umursamak istemiyorum artık. Sıkıldım.




....

9 Nisan 2011 Cumartesi


Adı neydi bunun?
Çok da önemli değil. Bir filmin Olric'i. Birinin sohbet arkadaşı. Blog gibi bir şey.
Anlatma ihtiyacı olabilir bunun adı. Benim adım da konu anlatımı olabilirdi. Neyse ki olmamış.

Bir kitapta iletişim kurma zorunluluğundan bahsediyordu. İlgisiz hayaller kurmuştum okurken. Tabii ki unuttum neler söylendiğini. Nermi Uygur'un kitabıydı. Bir kitapçının önünde beklerken biri yanıma gelirse onunla konuşmak isteyebileceğimden bahsediyordu. Beni düşünerek yazmamış tabii. İnsanları düşünmüş. Sosyal canlıları. Sosyalleşmek için yapay çabaları olan yaratıkları. Sosyal yalnızları. Yalnız sosyalleri.

Benim de kahve makinem var. Çok sıkılıyorum bazen, gidip ayaküstü sohbet ediyorum onunla. Çok iyi geliyor kesinlikle. Geçen gün gazete yazılarıyla ilgili bir şeyler anlatırken yakalandım kendime. Bir filozof bir şey söylermiş, bizi ikna edermiş. Sonra bir diğeri onun tam tersi bir şey söyleyip yine bizi ikna edermiş. Peki hangisinin söylediğini kabul edecekmişiz? Bana ne be. Ben adamın ne söylediğini aklımda bile tutamıyorum. Ama nasıl söylediğini ve düşüncesine ulaşırken hangi yollardan geçtiğini çok önemsiyorum ve bunu anlamaya çalışıyorum. Ezberciliğe karşıyım. Bir de kahve ve kurabiye muhabbeti yaptık. Her şeyin hazırına alıştırmışız kendimizi. Akşama kadar hazır kek yiyorum bazen, öğrenciliğimde yaptığım gibi. Annemin kurabiyelerini özledim. Kahve makinesiyle bu konu hakkında düşündük. Annem bazen kurabiyeleri yakardı, ama hazır kekleri hiç yanık görmedim. Yanık kurabiyelerin nesini seviyorum?

Yanık kurabiyelerin kendi çapında yaşanmışlıkları var. Gecikmişlik saklıyorlar yanık dereceleriyle orantılı olarak. Belki biraz da unutkanlık ve hatta yılgınlık da sayılabilir anlattıkları arasında. Bir yanık kurabiye sadece bir yanık kurabiye değildir. Bir de anne yaptıysa hiçbir şeye benzemez o. Fabrikasyon değil yani.

Futbol da sadece futbol değil mesela. Futbol umut etmek ve sonrasında hayalkırıklığına uğramaktır.

***

Havanın sürekli değişmesi sinirlerimi bozuyor. İnsan yaşadığı yerin havasına benziyordu ya hani... Çok kötü benzetti beni bu havalar.
 Bukalemun gibi oldum. Ruh halim sürekli değişiyor. Kararsızlık ve belirsizlik ne kötü. Ne sevinebiliyorum ne de üzülebiliyorum. Bambaşkayım burada.


Kahve makinesinin dili yok,
ama ben ondan çok şey öğreniyorum.



Ve;

"Ben de herkes gibiyim: Dünya gerçeklerine oldukları gibi değil de olmalarını istediğim gibi bakıyorum." (Simyacı'nın 57. sayfasından)

Dostoyevski karakterlerine benzeyen yanlarım var.



...

7 Nisan 2011 Perşembe

Ne kadar güzel görünüyor değil mi? Her şey.
Düşlere bulayıp bakınca. Bakışını.

Sanki seninmiş gibi
,
hiç gitmeyecekmiş,
bitmeyecekmiş gibi. 
Mutluluğun.

Çok güçlüsün. Değilsin. Aslında. 
Çocuksun daha.

Nereye takılıp kaldın? 
Her şey. 
Güzel mi olacakmış?

inandın mı hep? inandırdılar mı? 
onların istedikleri olsun diye.
inanman gerekliydi. 

Um.


Düş.


kırılsın.


kendine dön. kendine sarıl. kendine dolan yine.
Kendine bak.
Kendine um.

karanlık neymiş?
Çökmesin. 
kader mi?


bir şeyi takma. telaşlanma. telaşlanmasın. 
korkmasın. 

hala yaşıyorum. yaşayalım. 



geç kaldım.
Ama öyle değil.
Öyle değil demek.
"İçin" ve "Rağmen"
geç kaldım.


geçer Gider.


3 Nisan 2011 Pazar

boşluk, okumak, yazmak, duvar

Neyin geleceğini bilerek beklemek hayatta yapılabilecek en sıkıcı eylemlerden biri. Boşluğa bakınca sadece bir boşluk görmemek de sıkıcı: boşluk rahatsız eder ve onu ortadan kaldırmamız gerekir. Aslında yaklaşmamız gereken ve geleceğini bildiğimiz şey boşluğun içindedir ve biz onu doldurmak zorundayızdır. Boş boş bakınca illa bir şey görmem gerektiğini düşünmem anlatılamaz, ama zorunluluklar bundan geliyor. Boş sayfaya bakınca yazma isteği de öyle.

Boşluğu ortadan kaldırmak... Gerçekten yapmaya çalıştığım bu mu? Yoksa boşluklar yeni boşluklar mı yaratır? Öyle olmalı ki bir ilerleme olsun,bir şeyler değişsin.
O halde bir şeyi başka bir şeyin yerine koyunca eskisi nereye gidiyor?

                                                 ***

"Okumak yeni oluşmaya başlayan bir şeye yaklaşmak demektir."*
Heyecanı buradan geliyor olsa gerek. Yeni bir şeye adım atmak ve yavaşça ona yaklaşmak. Yaklaştığın şeyi satır satır kendin yaratmak bir anlamda. Boşluğa yaklaştıkça içini doldurmak. Okumak işte: kendi kendini yaratmak. Hiçken bile. Sözcüklerle.

Ve boş duvarlar... Baktıkça beynimin içinde o duvarları dolduracak düşünceler bulmaya zorluyorum kendimi.
Göz izleri buldum sadece. Bir ben bakmıyorum ne de olsa.

Görebilmek işte... En gerekli yetenek aslında.
Çok uğraştım bazı şeyleri görebilmek için.



___________________________
*Italo Calvino

2 Nisan 2011 Cumartesi

Sancı

        Değişim

             Dönüşüm


                             Hayallerindeki hayattan kovulmak.
                             Başkalarının anlamlarını yaşamak.
                             İçine yığılmak ve tükenmek yavaşça.



                    
           Benimle birlikte yürüyen ağaçlar için üzülüyorum...