14 Nisan 2011 Perşembe

Anlar...

-1-

Kendime yakışmayan bir küfür ettikten sonra (bulunduğum yer bunu hem zorunlu kılıyor hem de bu davranışı ödüllendiriyor) çaresizce kitap aradım durdum kitaplıkta. Kitaplarımı okudum, başka kitaplar da okudum. Şimdi hiç kitabım kalmadı ve benim burada geçireceğim bir ayım daha var.

Burada kitap okumak anıları dürtüyor, başka yerlerde hissettiriyor (her zamankinden farklı olarak). Bunu birileriyle paylaşmıştım, ilginç bulmuşlardı. Bir şeylerden kaçarken sıkışıp kaldığım köşede okuduğum kitaplar geliyor aklıma. O küçük sigara içme aralarında nasıl o kadar kitap okuyabildiğime şaşırmıştım. Durum burada da aynı. Yalnızlığın nasıl olduğunu acı bir şekilde bir kez daha öğreten bu kalabalığın arasında hala güzel şeyler yapabildiğimi görmek kendimi iyi hissettiriyor.

Bir zamanlar başlayıp yarım bıraktığım bir kitabı okudum en son: Simyacı'yı. Umut verdi bana, iyi ve güzel şeyler düşündürdü. Zamanımı değerli kıldı, bir kitaptan beklediğim gibi. Daha sonra tekrar okuyacağım, çok beğendim.

-2-

Nereden geldiğini, neden ve nasıl geldiğini bilmiyorum; bazen aklıma bazı şarkılar geliyor ve onları bir an önce dinlemek istiyorum. Dinlerken ne anlattıklarını fark etmeden bir şeyler öğreniyorum sanıyorum. Kendi hayatımla kesiştikleri noktalarda aklıma geliyor olabilirler. Benzersiz anlar yaşatıyor bu durum. Dream Theater - Space Dye Vest de böyle bir şarkı işte.



-3- 

Bazen çok güzel göründüğümü hissediyorum. Etrafımdaki insanların bakışlarından, birilerinin söylediklerinden, aynadaki görüntümden falan. Böyle zamanlarda önce kendimi iyi hissediyorum, sonra da içimi bir hüzün kaplıyor. Güzel görünmek neye yarar ki, görmesini istediğim göremedikten sonra.

-4-

 Tesadüf olduğunu düşündüğüm bazı anlar dengemi bozuyor. Olacak şey değil ama bir sabah kalkıp karlar arasında yürüdüm ve çay içmek için her zaman geldiğim küçük çay ocağına sığındım. İlaçlarımı almam gerektiği için bir şeyler yemem gerekiyordu, bir küçük ay çöreği  aldım ve kırıntıları dökülmesin diye altına fotokopiciden alındığı çok belli olan artık kağıtlardan koydum. Kağıtta Franz Kafka'nın Günlükler'inden bir bölüm vardı. Hikayelerin başlangıcını bir anne babanın çocukları yeni doğduğunda ondan bir şey beklemediği gibi karşılıksız kabul etmesi gerektiğinden bahsediyordu. Yeni doğan bebeklerin çirkin olduğunu düşündüğünü bile düşündüm. Bir de babasından bahsediyordu. Bir şeyler yazabilmek için kendisine zaman yaratmaya çalışırken babasının onu nasıl engellemeye çalıştığını, yazmakla harcadığı zamanı 'gerçek' bir uğraşa harcaması gerektiğini dayatıp durduğunu anlatıyordu. Bir de 7-8 saat boyunca sadece tek bir sayfa yazı yazmış Kafka, bu yazdığını da beğenmemiş. Ne biçim bir adam ben çözemedim. Başkaları çözebildi sanki...




Bu sabahın inanılmaz karşılaşmasıydı bu. Klişe de olsa söyleyeceğim: Teşekkürler hayat! :) (Yok artık)
Ayrıca  ay çöreğini çok seviyorum. Proust'un kurabiyelerini bile döverler.









-5-

Kahve makinesi bazen bozuluyor. Bazen de bozuk param olmuyor.
Saatlerce bekliyorum birileri gelip düzeltsin diye. Ve saatlerce bekliyorum birileri gidip çaycıya bozuk para versin ve paralarımı bozdurayım diye. Aşk işte...

-6-

Bazıları beni çok üzüyor. Kendi kendime diyorum ki beni üzenler de üzülecekler zamanı gelince. Hayatta herkesi üzen şeyler var.

Dün beni üzen birinin çok üzüldüğünü gördüm.
Üzüleceğini biliyordum, ama onu öyle görünce ben de üzüldüm.
Kendimin de üzüleceğini hesaba katmamışım. Vicdanım tartakladı beni.

Kendimi anlamadığım zamanlardan biriydi. Şaşkın şaşkın bakındım etrafıma. Ne diyeyim ki? dedim.
Sanki böyle söyleyince bir işe yarıyormuş gibi...


-7-

Anlamadığım şeyler canımı sıkıyor. Sonra da anladığımı düşününce de rahatlıyorum. Bazen anladığımdan hoşnut oluyorum bazen de keşke anlamasaydım diyorum. Ne kadar basit değil mi?

Buraya geldiğimde canım sıkılmıştı.
Benim canım sıkılsın, onunki değil...




-8-


Benimle hiç alakası olmayan yaşantılara dokunabilme fırsatı bulduğum için şanslıyım. Burada olmasaydım yanıma yaklaştırmayacağım bir yığın insan tanıdım ve onlardan çok şey öğrendim. Dik duruşumu, insanları şaşırtan bilgeliğimi :P , iç huzurumun bir kısmını onlara borçluyum. Hayatta bazılarının gereksiz olması gerekse de herkes işe yarıyor. Faydacı düşüncelerimden dolayı hiç rahatsız olmadığımı da belirtmeliyim.


-9-


Inna, Shakira ve Rihanna üçlüsünün beni ilgilendirebileceği aklımın ucundan bile geçmezdi. Ama sanırım bunların şarkılarını dinliyorum ben :S


                           

Yaşantılar insanı çok değiştiriyor :) Bir sürü aptal şarkının dinlendiği yerde bunlar hora geçiyor.

-10-

Bir de gazetede bir haber okudum. Bulunduğum yerde 120 cm kar olduğunu iddia ediyordu. Nerelerinden uyduruyorlar bilmiyorum. Burada kar en fazla 50 cm falandır. Berbat memleket dediysek o kadar da demedik!

-11-

Az kaldı...





-Son-
...

Ve en çok sevdiğim şarkılardan biri: I Drive The Hearse. Dinlediğim en güzel gruplardan bir tanesi Porcupine Tree. Benim hayatımın fon müziğini yapıyorlar sanki.
...

Bazı şeylerin ne olduğunu pek önemsemiyorum. Nasıl olduğunu önemsiyorum. O yüzden sözlere fazla takılmamak gerek.


:)

5 yorum:

negatif dedi ki...

Adam haplı beyler...

white rabbit in the forest dedi ki...

ne güzel yazmışsın canım yine.
ne şanslı adamsın, fotokopiciden gelen kağıdı ay çöreğinin altına koyuyosun, kafka'nın günlükleri çıkıyor :)
faydacı düşünceler iyidir, mümkünse onlardan rahatsız olma; bir de üzülmesini istediğin biri üzülünce sen de üzülme lütfen. seni üzdüyse ne hali varsa görsün, beter olsun hatta.
aynadaki görüntüne bakıp içini hüzün kaplamasın. o ne demek öyle :) gelince görürüm seni, bu kadar basit. ben aynaya baktığımda içimi hiç hüzün kaplamıyor mesela :)
bazen sağlam küfrediyosun, aferin :)
son, canın sıkılmasın.
en son, az kaldı..
:)

negatif dedi ki...

Gregor Samsa da sabah uyanınca böcek olarak buluyordu kendini. Oh canıma değsin :)

Ben niye üzüldüğümü hala anlamadım. Sanırım adama acıdım, ondan böyle oldu. Merhamet işte.

Görürsün tabii, ama ben hep gör istiyorum. Hep görürsün tabii. Hep gör :))

:)

SEDA dedi ki...

Seda burayi sevdi..

negatif dedi ki...

Daim olur umarım.