21 Mayıs 2011 Cumartesi

Merhaba,

bu sefer böyle başlamak istedim.
Çok heyecanlıyım.
Son altı ayımın yorgunluğunu henüz üzerimden atamadım. Sanki kısa bir ara vermişim de tekrar o kötü günlere geri dönecekmişim gibi yorulmuşum. Aksine inanmamacasına.

Yeni dünyaya alışamadım tam olarak. Garipsediğim bir uyum süreci. Üzerime sinmiş çirkin kokulardan da arınamadım, hala burnuma gelip duruyorlar. Arada cevabını bulamadığım sorular takılıyor aklıma, yanıtlarını burada bulacağımı umuyordum. Bir kısmını çözdüm ama büyük bir kısmı hala bekliyor.

Öyle bir anlatıyorum ki gören sen neredeydin de bu kadar sıkıldın diyecek. Ben neredeydim, nereden geldim buraya? Çok basit gibi görünebilir. Basit gibi görünen süreç bana çok şey yazdırabilir ve bu yazdıklarımı çok sonraları okuyup içerleyebilirim. Çok kötü koydular diyeyim özetle. Hala yazıyorum ve hala da içimdekileri atamadım. Tuhaf hissediyorum ve bu yüzden bu yazı da boka sarıyor. (Ayrıca değerli yorumcumuz gerizekalı kişilikten rol çalıyorum farkındaysan. Gerizekalı, oradan konuşacağına gel yardım et, sıkıştık burada.)

Yazarken sıkılmak sık başıma gelen bir durum değildir. Bahsettiğim şeylerle alakalı olarak bazen olabiliyor böyle. Marquez'in bir kitabı var 'Anlatmak İçin Yaşamak' diye. Kitabı okumadım, ama ismi bile çokça düşünmeye götürür beni. Yaşamak için anlatmak ve anlatmak için yaşamak... Benim istediğim yaşamaklar böyledir. Bu açıdan bakacak olursak ne dediğimi biraz olsun anlarsın.

Pazartesi günü evime geldim, çok sevinçliydim. Aklımda bir sürü düşünce. Kişisel yaşama alanı. Tuvalet, televizyon, kitaplık, halı vb. bir çok şey. Odam. Beni gören insanların yüzlerinde keskin bir mutluluk, başka bir duygu ifade etmediğinden emin olduğum gülümsemeler. Burada bıraktığım ruh. En sıkıcı anlarda düşündüğümden daha güzel her şey. Burada bulduğum ne varsa hepsi için uzaklık gerekli ve özlemek çok da kötü bir şey değil. Ama özlemek de öyle böyle değil, kanırta kanırta deşen türden bir özlemek.

Değdi. Her şeyin bir sonu var klişesini sorgulamaksızın kabul ediyorum. Bitti. Sonu gelmeyecek gibiydi, geldi. Geldim. Ee, şimdi ne yapacağım?

Hani atıp tutuyordum ya şunu yapacağım bunu özledim bunu yapacağım, her şeye eskisinden farklı bakacağım falan. Kararlıyım. Ne düşündüysem yapmak için uğraşacağım. Bu yüzden de biraz kasıyorum kendimi. Yapmak istediğim onca şey varken hiçbir şey yapamayacağımı düşünüyorum hala, eski alışkanlığım, o yüzden de bu yazıyı bile yazamayacaktım. Daha önceden yapacağıma söz verdiğim için yazıyorum bunu, zaten belli değil mi ayarsızlığımdan. Ama yazıyorum işte. Hiçbir şey yapmadığımı düşündüğümde ne çok şey yapıyormuşum aslında. Ama yaptıklarımın farkında olmam gerekiyormuş, artık, bizahmet.

Farkında olmadan yaptığım şeylerden bir tanesi bir dostu görüp çınarların altında sohbet etmekmiş. Bu sefer farkındaydım, alabildiğine doldurdum sohbeti, alabildiğine yaşadım o anları. Defalarca yürüyüp gittiğim yolları hiç yürümemiş gibiydim. O yol, tren yolu o kadar farklı göründü gözüme. Yeniydi her zamanki gibi, ama ben eskiymişim. Şimdi yenilenmişim sanki.

Trenlere çikolata yediremedim, ama onların nasıl su içtiğini gördüm. Koskocaman bir çeşmenin altında oturup aylak aylak sigara içtim. Burnuma gelen çiçek kokularını içime çektim doyasıya. Anre Gide'i andım, teşekkür ettim ona. Düşündüm, düşündüm, düşündüm. Çok düşündüm. Çok mutluydum. Düşünürken mutluydum.

Şimdi de öyleyim. Çok büyük bir başarı kazanmışım gibiyim, öyle mutluyum. Üzerimdeki şapşallığı atarsam biraz daha makul olacağım, şimdilik böyle iyi. Sandığımdan daha hızlı uyum sağlıyorum. Birkaç ay öncesindeki gibi küfretmiyorum mesela. İnsanlara karşı daha anlayışlı davranmaya çalışıyorum. Gördüklerimden sonra herkes çok değerli geliyor. Eskilerden sevmediğim biriyle karşılaştığımda onunla konuşuyorum. Kimlerle neler konuşmadım, ne olacak ki.

Böyle söylemek içtenliksiz gelebilir. Buna fazla takılmışım: Her şey içten olacak diye bir şey yok. İnsanların kötü yanları var ve istemeseler bile karşısındakinin zaaflarını kullanabilirler. İçten olmak ve bazen olmaya çalışmak benim en büyük zaaflarımdan bir tanesiymiş. Bunu anlamak iyi bir kazanım benim için.

Arkadaşlarım arıyor bazen. Beni özlediklerini söylüyorlar. Birilerinin hayatında aranacak biri olduğumu düşününce demek ki her şey o kadar kötü değilmiş diyorum. Gerçi birkaç hafta sonra kimsenin umurunda olacağımı da sanmıyorum. Olsun, yine de aramaları bana iyi şeyler anlatıyor. Herkes alışmaya çalışıyor, sanırım beni de geçiş sürecinin ağırlığını biraz olsun hafifletebileceğimi düşündükleri için arıyorlar.

Ben de alışmaya çalışıyorum. Gördüklerimden sonra iyi bir kitap okumuş, iyi bir film seyretmiş, iyi bir şarkı dinlemiş hallerim gibi donup kalıyorum bazen. Tadını çıkarıyorum ve o an hiç gitmesin istiyorum. Her şey gereğinden fazla güzel çünkü.

VE YAZDIM :)



2 yorum:

negatif dedi ki...

Aptal! Neredeyse yazmayacaktın.

white rabbit in the forest dedi ki...

aferin len. yazmış cidden :)