9 Nisan 2011 Cumartesi


Adı neydi bunun?
Çok da önemli değil. Bir filmin Olric'i. Birinin sohbet arkadaşı. Blog gibi bir şey.
Anlatma ihtiyacı olabilir bunun adı. Benim adım da konu anlatımı olabilirdi. Neyse ki olmamış.

Bir kitapta iletişim kurma zorunluluğundan bahsediyordu. İlgisiz hayaller kurmuştum okurken. Tabii ki unuttum neler söylendiğini. Nermi Uygur'un kitabıydı. Bir kitapçının önünde beklerken biri yanıma gelirse onunla konuşmak isteyebileceğimden bahsediyordu. Beni düşünerek yazmamış tabii. İnsanları düşünmüş. Sosyal canlıları. Sosyalleşmek için yapay çabaları olan yaratıkları. Sosyal yalnızları. Yalnız sosyalleri.

Benim de kahve makinem var. Çok sıkılıyorum bazen, gidip ayaküstü sohbet ediyorum onunla. Çok iyi geliyor kesinlikle. Geçen gün gazete yazılarıyla ilgili bir şeyler anlatırken yakalandım kendime. Bir filozof bir şey söylermiş, bizi ikna edermiş. Sonra bir diğeri onun tam tersi bir şey söyleyip yine bizi ikna edermiş. Peki hangisinin söylediğini kabul edecekmişiz? Bana ne be. Ben adamın ne söylediğini aklımda bile tutamıyorum. Ama nasıl söylediğini ve düşüncesine ulaşırken hangi yollardan geçtiğini çok önemsiyorum ve bunu anlamaya çalışıyorum. Ezberciliğe karşıyım. Bir de kahve ve kurabiye muhabbeti yaptık. Her şeyin hazırına alıştırmışız kendimizi. Akşama kadar hazır kek yiyorum bazen, öğrenciliğimde yaptığım gibi. Annemin kurabiyelerini özledim. Kahve makinesiyle bu konu hakkında düşündük. Annem bazen kurabiyeleri yakardı, ama hazır kekleri hiç yanık görmedim. Yanık kurabiyelerin nesini seviyorum?

Yanık kurabiyelerin kendi çapında yaşanmışlıkları var. Gecikmişlik saklıyorlar yanık dereceleriyle orantılı olarak. Belki biraz da unutkanlık ve hatta yılgınlık da sayılabilir anlattıkları arasında. Bir yanık kurabiye sadece bir yanık kurabiye değildir. Bir de anne yaptıysa hiçbir şeye benzemez o. Fabrikasyon değil yani.

Futbol da sadece futbol değil mesela. Futbol umut etmek ve sonrasında hayalkırıklığına uğramaktır.

***

Havanın sürekli değişmesi sinirlerimi bozuyor. İnsan yaşadığı yerin havasına benziyordu ya hani... Çok kötü benzetti beni bu havalar.
 Bukalemun gibi oldum. Ruh halim sürekli değişiyor. Kararsızlık ve belirsizlik ne kötü. Ne sevinebiliyorum ne de üzülebiliyorum. Bambaşkayım burada.


Kahve makinesinin dili yok,
ama ben ondan çok şey öğreniyorum.



Ve;

"Ben de herkes gibiyim: Dünya gerçeklerine oldukları gibi değil de olmalarını istediğim gibi bakıyorum." (Simyacı'nın 57. sayfasından)

Dostoyevski karakterlerine benzeyen yanlarım var.



...

5 yorum:

negatif dedi ki...

İnsanın iç sesini duyabilmesi için bir aracıya ihtiyacı var sanki. Peh!

white rabbit in the forest dedi ki...

hiçbir kurabiye anne kurabiyesine benzemez.
ve hazır kekler de benim yaptığım keklere.. sana o kadar kek yaptım, hiçbirini de yakmadım; hazır kekler kadar güzel ve ev yapımı ve sağlıklı :)çok fazla yeme o keklerden, zararlı.
kahve makinesine selam söyle.
futbolu geç, nefret ederim.
dostoyevski karakterleri iyidir; nedense hepsini severim.

bir de yazdığın yazılara ilk kendin yorum yapıyorsun ya, bayılıyorum :)

negatif dedi ki...

birlikte kek yiyelim, filtre kahve bize eşlik etsin.

kahve makinesi seni kıskandığını söyledi.

futbolu sevmiyorum.

kendime dışardan bakabilmeye çalışıyorum.

ve yerim seni :)

white rabbit in the forest dedi ki...

kahve makinesi çatlasın.
futbolu sevmemeni ayrı seviyorum.
kendine dışardan bakabiliyorsun, aferin sana.
yorumlarla anlaşıyoruz :)

negatif dedi ki...

her şekilde anlaşıyoruz aslında :)