2 Eylül 2011 Cuma

canım bugün, ne oldu sana böyle?

Çok konuştuğumda yazamıyorum.
Sıkıntıyla baş etmenin yollarını ararken aklımı bir sürü özensiz düşünceyle doldurdum. Düşündüklerim sayfalarca yer kaplayabilir, ama sözcükler bir şey ifade edemediklerinde yalnızca boşuna bir çabanın işaretleri oluyorlar. Şu an ne anlatacağımı bilmiyorum. Yazmak istediğimden bile emin değilim. Yine de yazmak için geldim buraya. Boş bir kafayla gelip hem sayfayı hem de kafamı doldursam iyi olabilirdi. Kafam çok ağır, gözlerim acıyor, parmaklarım yazmaktan nasır tuttu, sırtım ağrıyor. Kendimi gereksiz yere mi yoruyorum acaba?

Böyle bir girişten sonra yazdıklarımın hiçbir şey ifade etmediğini ve sözcüklerin öylesine yan yana gelip cansız bir yığın oluşturduğunu anlamak hep içime oturur. Çok sık başıma gelen bir durum bu. Oysa ki dün gece niye uyuyamadığımı, bugün niye hiçbir şey yapmak istemediğimi, neden saatlerce duymadan, düşünmeden, hareketsiz oturup durduğumu anlatabilmeyi isterdim. Anlatabilseydim biraz iyi hissedebilirdim, bu da birkaç kere başıma geldi.

Hiçbir şeyden tatmin olmayan insanları nasıl sevmiyorsam, şu an kendimi öyle sevmiyorum. Yaşanmadan geçip gitmiş gibi görünen günün ardından ağıtlar yakabilirim. Rahatlatacağımı bilsem hiç durmazdım. Kitaplarıma baktığımda onları okumak istemediğim için kendime kızdım. Birkaç yazı okudum sadece, ama yetmedi. Eksikliği tamamlamıyor okuduklarım, izlediklerim ya da düşündüklerim. Tuhaf bir haldeyim.

Dün gece sevinçle karşıladığım eylülün ilk gününü boşa harcadım işte. Çok da yazılacak bir şey değil aslında.

5 yorum:

negatif dedi ki...

sıkıntıyla baş etmek derken kendini aptal gibi hissedip aklına schopenhauer'i getirdin yine değil mi? baştan yanlış yapıyorsun.

içinde cioran'ın, stefan zweig'ın ve erich fromm'un olduğu bir yazı yazmak isteyip de bunları yazdığın için de kendine kızıyorsundur. çok saçma değil mi bu?

geçer gider bunlar.

M. dedi ki...

Eylül sanrıları. Ne yapmak istediğini ne olacağını kestirememek gibi.

negatif dedi ki...

sen de mi geçer gider bunlar diyorsun?

nomen dedi ki...

Belki yazınıza bu "kutucuk" çapında da olsa bir çift Cioran sözü iliştirmek yeni umutlar edindirmeyecek. Çünkü Cioran; oluş sancılarına çareler ürettiğini iddia eden bir şarlatan değil, yalnızca oluş sancılarını resmeden bir dil ustası.Şöyle diyor, "Doğmuş Olmanın Sakıncaları Üzerine" de: "Yaşam, aydınlık-karanlık arasında yaşanan bir uyuşukluktur; ışıltılar ve gölgeler arasında bir hareketsizliktir. Yaşam; her an bozulup, ayrışandır. Yaşam ışığın monoton kaybıdır; gecede yavan bir eriyiştir."

O halde hayatımızı kurarken bütün bunların gelip-geçeceği üzerinden değil, daimiliği üzerinden bir yaratıcı enerjiye gereksinimimiz var.

Ellerinize sağlık.

negatif dedi ki...

Sözcüklerin uçup gitmesiyle oluşan sessizliğin insana çok büyük sıkıntılar yaşatacağını da o söylemiş. Kendi içime düştüm.

Uçuşup duran sözcükler hiçbir şey ifade etmediğinde yok gibidirler. Bir yere de sözcüklerin etki etmediği bir durumda olduğumu yazdım. Bu da bunaltılı bir geviş getirmek oluyor sanırım.

Durumu en iyi açıklayan cümle: Anlayamıyorum.

Bu da Çürümenin Kitabı'ndan:
"Yaşamak şu anlama gelir: inanmak ve ümit etmek - yalan söylemek ve kendine yalan söylemek."

Yorumunuz için çok teşekkür ederim.