günce etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
günce etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

3 Eylül 2013 Salı

Paralel Evren ve Yöndeş Açılar Sorunsalı

Sürdürülebilir bir hayat için gerekli olanın ne olduğunu biliyorum. Fakat istemiyorum onu.
Yeni bir hayat kurgulayamam. Artık çok geç. 
Eldekini ilelerletmek gerek. 
Gerekli olan bu işte.

Kafamın içinde girilmeyen alan kalmadı. Anlamıyorlar diye aklımdakilerin hepsini döktüm ortaya, anlaşılmayan ne varsa anlatmaya çalıştım. Anlamayanları tembelliğe alıştırdım böylece. Ben de anlatamamanın yorgunluğuna alıştım. Kimse bir yere varamadı. 

Bazı durumlarda bir insanın kendini haklı görmesi sıkıntılıdır. Haklı olmak bir şeyi değiştirmeyecekse veya haklılık hali, olanları çarpıtıyor ve asıl görülmesi gerekenlerin önünü kapatıyorsa mesela. Haklı olmanın kimseye yararı olmadığı çok olur. 

Eldeki ilerlemiyorsa sakınımlı bir oda bulunup yerleşilmeli.Orada kötülükten ve haklılıktan uzak durulmalı. Yeni bir hayat kurma düşüncesinin işlemezliği kabul edilmeli. "Israrla" anlatma çabasından kaçınılmalı. 

Yeni girilmeyen alanlar yaratmak, dokunulmayacak (en az) bir yan bırakmak gerekli. 

(Bu bir araydı. Esas diyeceklerim bunlar değil.)
***açıklamana senin

4 Aralık 2011 Pazar

bu sefer başlık yok

Gecenin bir yarısı, sosyalleşme çabasında bir insan, sıkılıp msn var mı diye sorduğunda yıllardır kullanmıyorum diye cevaplamama şaşırdığı için başka bir yoldan bana ulaşmasına izin verdim. 03:50. msn kullanmadığıma şaşırabilen insanlar tuhaf geliyor bana. Konuşmaya değer gördüm.

Bu saatte bana ulaşabilmen lükstür dediğimde "Kendini bir lütuf mu sayıyorsun?" diye sordu. "Belki sıkılmışsındır, bir işe yararım diye kabul ettim seni" diye cevapladım. Benden lütuf mu olur durduk yere?

Ne bekliyor benden? Sosyalleşmek, yeni insan tanımanın heyecanı, dağarındaki insan varlığına yeni birini eklemek, bir sevgili bulmak, sadece konuşulabilecek biri? Ne beklenebilir? "İnsanlar birbirleriyle niçin konuşuyorsa ben de seninle onun için konuşmak istedim, başka anlam arama" dediğinde sabah oluyordu. O saatte gıcık biriyle nasıl konuşulacağını defalarca etüt etmiş olmalı, damarına basmaya çalıştıkça ilgisini çektiğimi hissettim. Oldukça sıkıcı. Direngen tavırlar, bunaltıcı klişeler vs

Her şey basit. Eklemek ne kadar kolaysa çıkarmak da o kadar kolay. Her şey hemencecik oluyor.

Uyuyorum dedim, uyudum. Ne kadar kolay. Sevmiyorum böylesini.

İnsanlar sıkıcı. Hatta "Cehennem başkalarıdır." Hatta "oha." O kadar da değil mi?

------------------

Uyandığımda benim için sabahtı, çoğu için öğlen. Yıllardır olduğu gibi.

Şu saatlerde kahve içmek istedim. Bir de bir şeyler yazmak. Kendimle ilgili düşündüm.

Kahve köpürmedi. Oturup karşılıklı bir kahve içelim desem kime diyeceğim? Başkalarının yazdıklarını da okuyamadım. Edebiyat, felsefe dergileri bir yanda. Hepsi çok ağır. Bugünlerde her şey beni aşıyor.

Kendimle karşılıksız oturup köpüksüz kahve içtim. Birinin uzanıp kendi yanaklarından öpmesi gibi. Karşılıksız diyorum. Kendimden bir şey beklemiyorum.

Kim benimle niye konuşur? Benimle ne konuşulur? Kim, niye bilmek ister?

Bir de yine aynı:
"Evreni ateşe vermeyi düşledin; ve alevini kelimelere geçirmeyi, bir tekini tutuşturmayı bile başaramadın!" Cioran

----------------

Son olarak şunu diyeceğim:
Adele bence dünyanın en güzel şarkıcısı. Şu an için. Her şeyiyle öyle geliyor bana.


Adele - Set Fire To The Rain

göze batmak

kaf dağında yaşamak.

hayalde bile gözün yetişemediği kadar yüksek bir yer, ulaşılmaz ama var. "olan" nasıl ulaşılmazdır? ulaşılmazsa nasıl "ol"muştur?

göze batmak olumsuzsa olumlu bir şey gibi görülmesi yanlıştır.
bir yanlışın doğru cevap olduğu da olur.

o yanlışı nasıl yapabildi? ben bu yanlışları nasıl yapabildim?
o beni anladığında, ben onu anladığımda "nasıl"ları da anlayabileceğiz.


ama bir yerlerde bir şeyleri yanlış yapalım diye uğraşan insanları hiçbirimiz anlamayacağız.

ve hiç affetmeyeceğiz onları. anlasak bile.

bütün hayatımı onları affetmemeye adayabilirim.

kaf dağında yaşayan ulaşılmaz olduğunca büyük görür kendini. orası yoksa, olmayan yerde yaşayan hayal dünyasında yaşıyordur.

olmayacak olsa hayal dünyası olmazdı.

o yüzden her şey tümüyle yanlış da olabiliyor bazen. hayal dünyası vardır, ama yoktur. hem var hem yok olan nasıl olmuş, nasıl olmamış hiç aklım ermiyor.

aklım erecek.
unutmayacağım.


göze batmak olumsuzsa olumlu bir şey gibi görülmesi yanlıştır.
bir yanlışın doğru cevap olduğu da olur.

ama bir yerlerde bir şeyleri yanlış yapalım diye uğraşan insanları hiçbirimiz anlamayacağız.
onlar yokmuş gibi de davranamayacağız.

puf.



                      Telepathy - Fracture

16 Kasım 2011 Çarşamba

acayip şeyler falan yazabiliyorum ayda yılda bir

"Hafıza-i beşer nisyan ile malûldür." 

Birkaç tane alıntılamadığım alıntı. Kim uğraşacak yazmakla.
Nereden alıntılamadım? Walter J. Ong'un "Sözlü ve Yazılı Kültür" kitabından. Peki bu kitaptaki hangi bölüm konumuzla ilgili? İnsanların söylenenleri unutmamak için yaptıklarının anlatıldığı bölümler. Söylenenlerle yazılanlar arasında gidip gelen kitabımızı oldukça beğenerek okumuştum bundan 400 yıl kadar önce.

İnsanlar söylediklerini unutmamak için unutulmayacak şeyler söylemeye çalışmışlar. Henüz yazı sözden daha fazla yaygınlaşmadan önce karmaşık durumlar üzerine düşünüp bunları da akılda kalacak şekilde düzenlemek zorunda olan insanın yazıyla işleri nasıl kolayladıkları hakkında yazılanlar oldukça ilgimi çekiyor. Günümüzde her şeyi kaydedebiliyoruz.

(Sorulması gereken bir soru olmasına karşın, konumuzla bir ilgisi yok ama önemli görüyorum: Her şeyi kaydetmek gerekli midir?)

Nasıl yanıtlarsanız yanıtlayın. Bence gerekli değil.

İfade özgürlüğü kavramına sıçramamak için kendimi zor tutuyorum.
Bu kavram bana ağzı olmayanlara konuşma özgürlüğüyle aynı şeymiş gibi  geliyor. Bu kadar yeter.

----------------------------------------

Yazmak bir tür alışkanlık benim için. Düşündüklerim yüzünden de bir bağımlılık haline gelmek üzere. Bu hale gelmemesine uğraşıyorum çünkü bugünlerde bunun hiç vakti değil.  Daha önceleri yüz binlerce kez tekrar ettiğim üzere yazmadıklarımı yaşanmamış olarak kabul etme eğilimim var. Yaşadıklarım yazmadığımda büyük oranda kaybolacaklar gibi hissediyorum ve bunun olmasından kaçıyorum. Yaşadıklarıma çok değer veriyor olmalıyım. Burada yazdıklarımı nasıl birbirine bağlarım diye de düşünüyorum şu an. Şöyle: Yazmak alışkanlık ve yaşadıklarımı yazmayınca yaşanmamış gibi olacaksa yaşamak da bir alışkanlık ve görünen o ki kurtulamadığım bir bağımlılık haline gelmek üzere. Fazla yüz vermemek lazım.

Hayata aşırı düşkün olmam başarısızlığımın nedenlerinden biri olabilir fakat beni harika bir insan yapan da bu iptiladır. Başarısız bir harika insan.

Bunu da düşünelim. Başarılı olmak biz insanlara dayatılan bir şey değil mi? Yoksa bu dayatma benim kuruntum mu? Sürekli bir başarma düşüncesi mi pompalıyorlar beyinlerimize? Bunları sadece ben mi düşünüyorum?

(Leyla ile Mecnun'daki Kim Ki Dük benzetmesine çok güldüm, ne ilgisi varsa söyleyeyim dedim.)

Hayatta bir çok şey sıradan. İnsanların küçük kalpleri atmaya başladıktan sonra ölene kadar durmuyor ya bu çok can sıkıcı. Anne karnından çıktıktan sonra sürekli nefes alıp vermek de öyle.

Yaşamak için sıradan ve basit şeylere ihtiyacımız var. Nefes almak ve kalbin atması basittir gibi bir sonuç çıkarılabilir bundan. Yapmayın etmeyin öyle.

Bir insanın 36 dakika kalbinin atmaması ve 14 dakika nefes almaması dünya üzerinde en değerli olan hangi "şey"le telafi edilebilir? 

Çok manyak şeyler yazıyorum. Harika bir yazı oldu. O yüzden burada bitireceğim.

----------------------------------------

 Bitireceğim dedim ama bitmiyor.

Sadece yazı değil. Fotoğraflar da unutmamak içindir. Hem fotoğraf hem yazı insanın bir eksikliğini gideriyor. Kaydetmek iyidir bazen. Yaşananlar güzel ve değerli olduğunda özellikle.

Geçen haftaların birinde bir yerlere gittik ve ben fotoğraflarını bekliyorum. Eski fotoğraflarımı da bekliyorum. Kafamda birkaç şey vardı, onları yazacağım. Fotoğraflarım geldiğinde kafamdaki gibi olacak yazdıklarım.

(Havucumu cikciklerle paylaşınca mutlu oluyorum.)

Bitti.

4 Kasım 2011 Cuma

dinlenmeye ara verdiğimde dinlediğim şarkı ve ağaçları iyiye kullanma teşebbüslerim ve Gece'ye bir öneri


                                         Mazhar Alanson - Benim Hala Umudum Var

1. Şarkı Bilge için.

2. "Ağaçlar toprakları mı yiyorlar acaba?" (Yüz yıldır ağacın altında dinlenen adamın son sözü olabilir.)
Bir de ağaçlar ölse bile ayakta durabiliyorlar. Demek ki yaşarlarken hayatın kıymetini biliyorlar.
Tekrar ve tekrar
"Bir ağaç yalnızca bir ağaç değildir."
(Anday'ı seviyorum.)

3. Nehir'in babasına söyledikleri geldi aklıma. Dünyanın en güzel şiirlerinden biri bu:
"baba, anne olsana."



4. ve iyi Gece. Bir gün aydınlık yüzünü göstersin. Tavşan kulakları da olsun. Bana benzemesin.
Gece.

3 Kasım 2011 Perşembe

hangimiz değiliz ki öyle değiliz ki hangimiz öyle hangimiz öyle değiliz ki (iki şarkılı kısacık yazı)

Bugün değişik bir gün. Hayatı bombok edecek iyimser fikirlerle doluyum. Saygısızlık olmasın diye larva olarak kalsınlar istiyorum. (Ne o? diye sorma - İyimser fikirlerden bahsediyorum.)

Bilinçaltımda yer edinmiş bir sorundan da bahsedeyim yeri gelmişken. negatif'i anlama kılavuzlarına konu olacak bir sorun bu, ama artık negatif'i anlama kılavuzlarını yazmayacağım. Çünkü anlamayın onu, bilmeyin, görmeyin ve hatta düşünmeyin, hayal etmeyin. Her neyse, konuyu dağıtmayacağım.


1. Gönderme
2. Referans (Reference)

Dilbilgisi (belki dille ilgili başka tür kaynaklar da olabilir, bilmiyorum nerelerden besleniyorsunuz) kitaplarında falan bu iki sözcükle ilgili bir şeyler öğrenilebilir. Benimle konuşacak insanın bu iki sözcükle içli dışlı, haşır neşir, çatır çutur olmasını bekliyorum. Şu hayattan sadece bunu beklemek istiyorum.

Bir de şöyle bir şey söylemek isterdim ki söylemedim sayın: "What the fuck is going on!"
Ama söyledim. Okuduysan görmezden gelemezsin.

Ve bu yazının ana konusu şu:
Çok iyi biliyorum, bensiz de güzel bir hayat olabilir. Hatta bensiz hayat güzel olur.
Ama üzülerek söylemeliyim ki ben varım ve beni görmezden gelemezsiniz. Çünkü yazdım işte.

Bir de fikirler bulaşıcı olabiliyor. Hasta edebilirim insanları.
İfade özgürlüğü varsa benden uzak dursun. Yoksa da bizahmet birileri icat etsin. Olmayan bir şey üzerinden atıp tutmak istemiyorum.

Kısa dedim ama yine uzadı bu. 30 yıldır yazmadığımdan olsa gerek. Bir 30 yıl daha susarsam roman da yazarım ki o zaman dünya tümden bombok olur. İnsanlık için büyük adımlardaN sayılmassı gerekli o yüzden: bu yazı. Zı.

Not: Hiçbir şey okumuyorum. Aptallığımı maruz görmeyin, mazur da görmeyin. Sesinizi yükseltin. Bu göklerin bağıran insanlara ihtiyacı var.
+
Not2: WhaDaFuckIzGoinoooan! (Mümkünse brutal ve hep birlikte)



                       Foo Fighters - Have A Cigar (Pink Floyd'dan ÇeviRme)


                            Duman - Helal Olsun (Bu da kendilerinden arak olsa gerek)

(İlk paragraftan sonrasını yazmayacaktım. Yazığım için başlığı da değiştirmeyeceğim.)

 Yama:
Ek$i Sözlük'te "insanın kendini en değersiz hissettiği an" diye bir başlık var. (buradan dümdüz gidebilirsiniz)
Resmen hayatımın sağlamasıdır bu başlığa yazılanlar(ın çoğu). Örümcek adama, süpermene ve bülent başgana sesleniyorum Bu gidişata bir dur demenin zamanı geldi geçti ve biz nerede yanlış yaptık a dostlar?

7 Ekim 2011 Cuma

koşan saat kafalar ve duvar ve masa (ve bir şarkı)


koş koş koş...

(buradan buldum) 



Şarkı:


                       Flört - Sevmez Olaydım

Pek güzel.

6 Ekim 2011 Perşembe

müzeyyen koş, yine uçan tekme dedim ben (müzeyyeni bulamayınca yazı acayip yerlere gitti)

uyarı: +24'tür efendim.

"ulaşmaya çalıştığın şey yerinden kımıldamıyor. ulaştığın zaman ulaşmış olacaksın ona. erişilmez değil onlar. yakınlık-uzaklık söz konusu olabilir ama erişilmez değiller.

erişilmez "kılmak" konusuna diyecek bir şey bulamıyorum. erişilmez olmasının ayrı bir önemi vardır diye düşünülebilir. bu, sevgilisine kavuşamayan insanın hali gibidir: bizi mahveden şeylere "aşkla" bağlanmanın yolu kavuşamamaktan mı geçer illa?

bundan fazlasını beklersen daha iyi olur, belki beklediğine değer diyorum ben de. hayatı bir çırpıda özetleyiveren white rabbit'e de diyorum aynı şeyi. bazı süreçler daha az hasarla atlatılabilir. gereğinden fazla mı iyimserim acaba?"


Böyle bir yorum yazdım alter ego'nun bir yazısına. Onun alanında yer işgal etmeyeyim diye yazdıklarımı buraya -kendi alanıma- almak istedim. Söyleme rahatlığı açısından bir değişiklik ummuştum fakat o kadar da kolay değil bu. Devamını da getiremedim. O yüzden burada biraz saçmalamaya karar verdim.

Burasının -çünkü öyle günlüğünün- rahatça küfredebileceğim bir yer olduğunu düşünüyordum. Aşağılık bir rahatlama yöntemi olarak küfüre karşı değilim. Tabii ki kimseye zarar vermemek, kimseyi incitmemek ilk-koşuluyla. Öteki koşul ise bu küfürün "seksist" olmaması. Ee, ne kaldı geriye? Dahası var ama onu da ben yapmam, bana göre değil. Pekala şöyle diyebilirim ama:
"İşte, bu boktan dünyanın bana ait olduğunu sandığım bir parçasında bile ben rahatça küfredemiyorum." Söyleme rahatlığı da neymiş? Ne rahat ne rahat, ki ben rahat yaşamayı seven biri de değilim maalesseeeffff.

Neyse, hayata kafa göz girişesim, uçan tekme atasım var. Ama yapmam. Çünkü kadına yönelik şiddete karşıyım!

Madem saçmalıyorum, şununla da jübilemi yapayım:

GENÇLİĞİMİZ NEREYE GİDİYOR? (İBRETLİK BİR PAYLAŞIM):

                   Ketum - Katliam Ala Franga

3 Ekim 2011 Pazartesi

dönüp dolaşıp dönüp dolaşıyorum

Uzun uzun bir yerlere bakıp daldığımda kişisel gelişim tandanslı cümlelerle irkilip kendime geliyorsam, hiç yapmak istemediğim bir şeyi yapmak üzereyimdir. Kendi cümlelerim beni yerimden kaldıracak kadar güçlü değiller, istemeden yapacaklarım için çok cılız kalıyorlar, (aslında) hiçbir şeye yetmiyorlar.  "Zaman herkese eşit dağıtılmıştır. Herkesin bir günü yirmi dört saattir." Basit sözler. Uyandırıyorlar beni. Umutsuz bir haldeyim.

(Buradan sonrası boş.)

sürekli kaygıyı düşünüyorum, aklıma takılıp duruyor. bütün olan biteni tek bir çerçeveye sıkıştırmak bir işarettir. yine bir döngü. dönüşlülük. bir uyarı. (başka yeri göremem, hep kendisini gösterir.) bazı sözcükler çok yer kaplarlar. kaygı gibi. sıkıntı da öyle. hep bencildir bunlar. izin vermezler diğerlerine.

[tekrar]
aklıma takılanlardan kurtulmak için yöntemler geliştirmiştim. yazınca onlardan kurtulabiliyordum. [şimdi] kurtulmak istediklerim yazdırmıyor, yazmayınca kurtulamıyorum. kurtulamadıkça yazamıyorum. beynimi işgal eden sözcükler gitmiyor. gidemiyorlar, takılıyorlar bir yerlere, çok yer kaplıyorlar, [tekrar] başka şeyler görmeme izin vermiyorlar.

bunlarla uğraşmamalıyım. görmemezlikten gelmeliyim. basit cümleler beni yerimden kaldırmaya yetmeli. bunlar olduktan sonra [tekrar] kendime dolanacağım. ne yapayım? ne ya-pa-yım? napim? nolur yani böyle olursa?

vazgeçtim. biraz kendim olmaya çalışınca her şey berbat oluyor. uzunca bir süre kendim olmanın nasıl olduğunu unutmadan kendim olmamalıyım. mümkünse? yazmayacağım-okumayacağım-görünmeyeceğim. severek yaptığım şeyler vicdanımı rahatsız etmeye başladı. "buna hakkım var mı?" yok. niyeyse yok. çok basit düşünebilseydim yine olmazdı. serkeş öküz son soluğu kasap dükkanında alırmış. o hesap. o kasap.


Death- Misanthrope

"misanthrope
hater of all mankind
there is some hope
for those who own their mind
they came, they saw and acknowledged
some good, some bad
opinion: dangerous"

lan lan laaan!!!

28 Eylül 2011 Çarşamba

negatif'i anlama kılavuzu - 2

Bazı şeyler bana yakışmıyor ya da yakıştırılamıyor. Modayla ilgilendiğim düşüncesi mesela. Benim modayla ne ilgim olabilir değil mi?

Çok ilgiliyim. Modayı takip ederim. Birileri gelir "ıyy moda mı?" der diye belki. Evet ya, moda işte. Bana yakıştırılamasa da hayatımda var bu. Gerçi normaldir benim bunun gibi şeylerle ilgili olamayacağımın düşünülmesi. Kılık kıyafetimden, söylediklerimden, bakışlarımdan, ...,  her şeyimden belli oluır bu. (Bu arada 'normal' ne?)

1. Kafamın içinde bir sürü gereksiz ayrıntı gezinirken ben kendimi onların içinden çekip çıkarabilirim.
a) Kendimi tanırım. 3 metre boyum var ve hep aynı şeyleri giyiyorum. Kendimi bulmam zor olmuyor bu yüzden.
b) Gereksiz ayrıntılar benim kafamın içindeyken deplasmanda sayılırlar ve küçüktürler.
2. Dağınığım, Dağınık olan şeylerin içinde aradıklarımı bulurum. (İnsan beyni muazzam bir organdır.)
3. Bir negatif modayla ilgileniyorsa "ıyy moda mı?" diye sorulmasını bekler. Bu sorulduğu zaman da şu an yazdığı şeyleri yazabilir. (Kendinden başkası gibi bahsetmek için "Yorumcu Negatif" diye bir şey icat etmiş bir negatif)
4. Bir negatif modayla ilgileniyorsa görünenin arkasında bir şeyler arayabilir (Büyük resmi gör negatif, görünenin arkasına bak. Sıradanlık vadediyorum sana!). Gerçekliklerini yitirmiş, hayal-nesneler haline dönüşmüş mankenlerin dizlerinin ne kadar çirkin olduğunu fark edebilir. Her gün bunu hatırlatan şeyleri takip edebilir. (Hala aynı kişiden bahsediyorsak) dayatılan güzellik anlayışının etrafındaki insanları nasıl etkilediğini anlayabilmek için o dayatılanın ne olduğunu anlamaya çalışabilir. (Kendini olduğundan fazla görürken görünenin arkasına bakmaz da iş artizliğe gelince böyle süslü cümlelerle görünenin arkasına bakar bir negatif.)
5. "Ya da tam tersi."
6. Kafamın içinde neler döndüğünü ben bile tam olarak bilemezken insanların. (Sıkıcı)
7. Bazen insanların bana karşı yaptıkları "Bu ne cüret!" dedirtebiliyor. Bunu demem pek de önemli değil. Lafın gelişi derim genelde. Şaşkınlık ifadesi olarak.
8. İnsanların dizleri çok çirkin. Zayıf insanların dizleri daha çirkin. Zayıf insanlar çirkin. (itiraz edecek olan varsa diye: "bence". "böyle deyince kavga çıkmaz. itiraz kaldıracak halim yok diye: "bence". kavga etmek istemiyorum diye: "bence". 30 defa daha bence dersem "bence" anlamını yitirir. etrafımızdaki çoğu şey için yapıyorlar bunu. UYUMA!)
9. Bir nesneye uzun süre bakınca o başka bir şeye dönüşebilir. "Yabancılaşmak."

Uzar da uzar böyle. Saatlerce, günlerce, aylarca, yıllarca, yüzyıllarca

Anlatabilirim. Ama anlamak istemeyene bin yılda anlatamam.

Daha fazla uzamasın, gideyim.


                         Dredg - Pariah

26 Eylül 2011 Pazartesi

dönüş

yolculuk: iki gece. bir dolu gün: uzun sürmüş gibi tadı. hiç unutmayacağım.
yorgunluğumu, uykusuzluğumu önemsemiyorum. her şey düşündüğümden daha iyi ve böyle olması bu kez korkutmuyor beni.

gidişler kolay, gelişler zor. olmayandan olana, olandan olmayana.
hiç gelmemek üzere gideceğim gün için ilham verici bir gün. rüyalar uzun sürmez. uzun sürmüş gibi gelir uyanınca.
kopmak zor. "o an" zor. son bakış. bir kez daha baktığımda olmaması zor. ve hayaller sonra. olsun.

gidişimle gelişim arasındaki bir zamanda galiba çok mutlu oldum. biraz da sarhoş etti beni bu. çok beklemişti, bir anda içince çarptı.

şimdi ayılıyorum.

biraz uyuyacağım.

21 Eylül 2011 Çarşamba

Üstüm başım bitki, önüm arkam sağım solum gece.

Olup bitenleri seyrederken akışa kapıldım, bilmediğim yerlere gidiyorum. Düşündüklerim yüzüden her şey tek bir şeye benziyor, günler en geçmek bilmeyen ama yine de basitçe geçip giden güne dönüşüyor -hisler aynı, görüntüler ve sesler aynı. Aynılaşıyorum. Hep böyle gideceğini düşünüyorum, bu gidişi durduramıyorum. Durdurmaya yetmem. Çünkü ben de her şeyin içinde, olduğumdan fazla değilim; hatta gitgide azalıyorum. Bak, ne kadar kolay söylüyorum: "Hiçbir şey değişmeyecek."


Ne yazık, tam da böyle olması gerekiyor.

Çok fazla birinci tekil kişi. Ne kadar çoksam o kadar sıkıcıyım. Sıkıcı olduğum kadar kendimden sıkılıyorum. Yine çok fazla birinci tekil kişi. Ne pis bir döngü!

 ***

Sorun yok. Sıradanlıklar, tükenmekler, sıkılmaklar beni bir ağaca dönüştürecek; toprak beni başka türlü besleyecek, dünyayı başka türlü soluyacağım. O zaman yorgun bir gezgin gelip gölgeme sığınacak, bana bir kitap verip rahatımı kaçıracak. Hem belki birazcık "bir ağaç sadece bir ağaç değildir". Hem de belki şimdi tam zamanıdır.

Öyleyse tam zamanı:

"Ayaklarım hayvan, üstüm başım bitki
Denedim bütün vakitleri al
Başka türlü geçmeyen bir vakitti"


(Melih Cevdet Anday'ın "Tek Başına"sından)


İşte bu!

20 Eylül 2011 Salı

geçiyordum, bir uğrayayım dedim ey yoğurt.

yoğurtla şiir arasında nasıl bir bağ kurulabilir? son birkaç saatte yaptıklarımla birlikte bunu da düşündüm. şiir deyince aklıma yoğurt geldi, yoğurt deyince hassasiyet. içinden çıkamadığım bu durumu çözmem gerekiyordu.
Yıllar önce mayalanmışım ben. Şimdi tuttum.

İki not:
1. 'Herkes'in sanatçı olduğunu ilk ben söylememişim (tabii ki söylediğim her şey gibi bunu da ilk ben söylemedim). Farklı bir bağlamda Joseph Beuys benden önce söylemiş. "Everyone is an artist." Beuys, Novalis'ten ödünç almış bu sözü. Bir de şu var: "Everyone is a writer of an encyclopedia"

Beuys herkesin sanatçı olabileceğinden bahsediyor. Ben de herkesin sanatının olabileceğinden bahsediyorum. "Herkes sanatçı, herkes filozof" dememde biraz alaycılık mı varmış neymiş.

2. Yoğurdun şiirle ne alakası var?
Alıntı:
"Yeni bir yoğurt için bir kaşık olsun yine bir yoğurda ihtiyaç var. Eğer o bir kaşık evvel emirde yok ise taze yoğurt da yok."

Çok kurcalamayacağım. Birkaç yıl önce okuduğum bir yazı aklıma düştü. Yazının anılan kısmında kendini "özne" ve kendinden gerisini "nesne" olarak gören ve geçmişe karşı kör olan şairlerin kuramlara yaslanarak kendilerinden önceki kuşaklara karşı lakayt davranışlarda bulunduklarından ve bunu yaparken kendileri gibi olan diğer şairleri kullanarak bu ayıplarını örtmeye çalıştıklarından bahsediyor. Bunu da müşterek aldanma olarak görüyor. "Sanılıyor ki müşterek aldanma, aldanma değildir." diyerek devam ediyor yazı.

"Yoğurt çalmak için gidip başkasından bir kaşık yoğurt istemek ayıp kaçmaz."

Belli ki beni çok etkilemiş bu yazı. Yıllar sonra tekrar okuyunca yine duydum o dost sesini.
 
(Bahsettiğim yazı Celal Fedai'nin "Bir Misal ve Beş Lüzumsuzluk Üzre; Şiiri Ne Sanıyoruz?" adlı yazısı, alıntılar da bu yazıdan.)

--------------------

Meyveli yoğurt
Şiirli yoğurt
Uykulu yoğurt

Ama mutlaka yoğurt yani.

19 Eylül 2011 Pazartesi

negatif'i anlama kılavuzu - 1

"Söyleyecek hiçbir şeyim kalmadığını duyumsadığımda doğal bir hareketle "geriye dönüş"ü oynarım. "

1. Söyleyecek bir şeyimin olmayacağını duyarım. Olmayan belli eder kendisini, boşluk bas bas bağırır hatta. Tanıdıktır çünkü.
2. Doğal hareketler alışkanlıklar sonucudur. Doğal olduğu için doğal denmez bunlara.
a - Üzerine düşünülmüyordur. Ya da
b - doğrudan bir hüküm içermezler. Ya da
c - anidirler -oldukları gibi olmamaklıklarına fırsat verilmemiştir, başka türlü olmaları için yeterli süre yoktur-
ç - Başka her şey olabilirler ve başka hiçbir şey olmayabilirler. Açık uçludurlar, belirsizdirler ya da basit bir ifadedirler; anlatılmak istenen kadardırlar, kesindirler. Belli olmaz ne oldukları ya da çok bellidir.
d - Öylesine söylenmiştir.
3. Doğal olan dönüşlüdür (refleksif). Çağrışım değeri vardır. Bir sonraki sözcüğü bu çağrışım belirleyebilir.
4. "Hareket" düşüncenin meyvesidir. "Olan"dır. "Yapılan"dır. "Kılınan"dır. Düşünce hareketle birlikte anıldığında tasarıdır. Düşünce, "geriye dönüş"ü imgeye dönüştürmeye; hareket, imgeyi somutlaştırmaya çalışmaktır.
5. Anlaşılma çabası hep vardır. Olmazsa olmazdır. "Hayatım boyunca anlamaya çalıştım. Anlatamadığımı anlamadığımı düşündüğüm için daha çok anlatmaya çalıştım. Anlatmanın "ne kadarı" anladığımın ölçütü olduğu için anlatabildiğim ölçüde anladığıma ya da anlamadığıma karar veriyorum. Bu da hayatımın amacına ne kadar yaklaştığımı ya da amacımdan ne kadar uzaklaştığımı gösteriyor. Tabii ki birçok açıdan yanlışlarla dolu bir yöntem."Anlamak biricik amacım değilse de öyle olduğunu söyleyebilirim. Bu da kolaya kaçmak olarak anlaşılabilir. Hangi birimiz yapmıyoruz ki bunu.
6. Halbuki ne imgeye ne de somutlaştırmaya gerek var. "Her şey gerekli olduğu için var olmuyor."(sıfatları iyi seçmek gerekir.)
7. Sözce-Sözceleme-Lacan-Nedensizlik. Bunlar düşünceme uğrarlar.Ara sıra.
8. Neyin hangi kavramla ilgili olduğunu oturup saatlerce anlatabilirim. Kimse bunu saatlerce dinlemez. Çünkü sıkıcı.
Kendime anlatıyorum ve sıkılmıyorum.
9. Bir insanın seçtiği sıfatlar üzerine derin derin düşünmesi gereksiz mi gerçekten? İnsanlar bu kadar düşünmeseler daha mı iyi olur?
"Konuşan insan düşünmüyorsa ne yapıyordur?" "Düşünmeyeceksek konuşmaya ne gerek var." "İkisi birden."
Derin düşünebilsem ne kadar da iyi bir şey yaptığımı düşünürdüm. İç-içe.
10. Birden,,,Burden. Diller arası geçişlere eskisi kadar karşı değilim.
Önemli olan çoğalmaktır.
11. "Ey renkler beyi, bizim renklenmemize acı!"
12. Denize dökülecek nehirleri durdurmak ne zordur. Bunun için bir dağı önüne yığmanız gerekebilir. Nehirleri ne için durdurmak istediğiniz de çok önemlidir.
13. Çağrışımları engellersek düşünemeyiz. Engellemek istediğimizde "ne için" olduğu çok önemlidir.
14. "Geriye dönüş" oyundur. Buradan.
Lego oyuncaklar. Parçası kaybolmuş yap-bozun kayıp parçasını aramak için önceye bakmak. Çocuklukta nasıl oynadığını hatırlamak için bazen. Geriye dönüş eksik kalan bir yaşantının eskide bir karşılığı olduğunu ummaktır. İnsan öyle ya da böyle arar.
15. Oynamak=acting. Maske.
Düşünce ile hareketin arasına sıkışmıştır. Boş sahneyi izlemek için istedikleri yere oturabilen seyircilerin olması veya olmaması bir şeyleri değiştirir, duruma farklı bir anlam katar.

-----------------------------------------

Sonuç:

"Söyleyecek hiçbir şeyim kalmadığını duyumsadığımda doğal bir hareketle "geriye dönüş"ü oynarım."
Bu cümlenin beni getirdiği yer: Aslan Kral. Sinemada izlediğim ilk film. İkinci film ise Pocahontas.
Aslan Kral'ı izlerken neden daha önce sinemaya gitmemiş olduğumu ve sinemaya gelmek için neden bu kadar geç kaldığımı düşündüğümü çok iyi anımsıyorum. Benim için önemli bir başlangıçtır. Pocahontas'la ilgili pek bir şey hatırlamıyorum.

Eski filmleri izlemek istiyordum, ama bu kadar geriye gideceğimi hiç düşünmezdim. En başından başlayacaksam bunca yıl yaşamış olmamın ne anlama geldiğini de sorgulamaya başlayabilirim. Böylesi bir sorgulamayı kafam kaldırmaz. Sorgulamasız, düşünmesiz birkaç hafta geçirmem gerektiğini bilsem bile bu "doğal olarak" mümkün görünmüyor.

Yazı görmek istemiyorum. Kitaplardan uzaklaştım. Yine de blog okuyorum hala. Ne büyük ihanet. Ya da ne büyük cesaretsizlik. (Cesaretsizlik'teki +sİz eki yokluk bildirdiği halde sözcüğün önüne gelen 'büyük' sıfatı ne kadar da iç açıcı. Durumumu ne iyi anlatıyor)

Hayır, tekrar maddeler halinde anlamsız şeyler söylemeyeceğim.

---------------------------------------

Ejderhanı nasıl eğitirsin? Aslan Kral'dan sonra bu filme gelecektim. Aklımdan Wall-E'yi ve Mary and Max'i geçirerek, ama yazmayarak. How to Train Your Dragon çok tatlı bir animasyon film.
Bir de O Cheiro do Ralo var. Pis kokulu bir kapitalizm eleştirisi. Çirkin sahneleri var. Güzel olan pek bir şey yok. Çünkü kapitalizm eleştirisi. Bir de Brezilya filmi.


Gecenin bu saatinde. Yazmak için yeterince yorgunum. Geçiştiriyorum. Sanki yazmak bir görev ya da zorla yazdırıyolar gibi bir de açıklama yaparım.

Geçiştirmek ve indirgemek bugünün anahtar sözcükleri. Yazmasaydım ölmezdim ama.

---------------------------------------
not: yazdıklarım sanki bir anlama klavuzu gibi göründü. başlık bu yüzden. ne kadar basit değil mi?
basit olan çekici olsa gerek. bu isimde ne yazılsa çok-satan oluyor. bundan nefret ediyorum. ama bana ne diyebiliyorum.


not2:

         Paradise Lost - Accept The Pain

17 Eylül 2011 Cumartesi

bir susacağım bir daha kimse konuşturamayacak beni. konuşmaya başlarsam da kimse susturamaz sanırım. şu an tam da bunu düşünüyorum.

her şeyi berbat etmek çok kolay olsa da bunun eşiğine gelindiğinde insanı zor bir karar bekler her zaman. acaba yıkmalı mı bütün evleri? zihnimizdekiler de dahil.

sanki mutsuzum. sanki mutsuzluğu özlüyorum. çok alışkın olduğum için belki, uzun süre ortalıklarda görünmemesi eksiklendiriyor beni. sanki çok büyük saçmalayacağım.
tam da bunu hissediyorum.

bazen saçmalamanın dönüşü olmaz. yazık olur.

13 Eylül 2011 Salı

Bu aralar pek görünmüyorum. Acaba nerelerdeydim sevgili kendim?

NOTLAR:

1. Verimsizim. Dökülüyorum. Zamanım geçti.
2. Kurağım, yağmursuzum, düşsüzüm.

3. Yokum. Niye? Ulaşılabilir olmak istemiyorum. Görünmüyorum.
4. Ulaşılabiliyorum yine de. Niye? de-

5. O. Aruoba okumak istiyorum. Kaldıysa. Biraz.

6. Unutalım bunları. Neler diyeceğim başka.

7. Hoplayıp zıplıyorum. Sürekli hareket halindeyim, kendimi taşıyorum. "Yaklaşıyor." İnatla yaklaşıyorum ben de. Meydan okuyorum. Kendimle tehdit ediyorum. İnsanları, zamanı, her şeyi. İnsanlara, zamana, her şeye.
8. Gereksiz ayrıntılardan arınmak istiyorum. Kaldıysa. Biraz.

9. Uzak şehirleri dışlıyorum. Uzak şehirler, bensiz kalın! Gibi.

10. Hayatımdan birilerini kovdum. İnsanlardan beklentim kalmadı. Olmasanız da olurdu. Olsanız da olur. Ne kadar kötüyse o kadar kötü. Ne yazık! Bensiz kalın. Ne fark eder(siniz). ? (Bir sürü bir sürü konuşurum işte böyle, o yüzden defolun gidin başımdan.)
11. Televizyon izliyorum (artık), kafam dağılıyor; çünkü televizyonda gördüğüm hiçbir şeyi düşünmüyorum. Aradığım boşluğu buldum. Günde yarım saat iyi geliyor televizyon. Düşünmesiz. (Kötü amaçlarım için kullanıyorum işe yaramaz şeyleri.)
12. Kaygı ile ilgili düşündüm. Hayatımdan birilerini kovdum. İnsanlardan beklentim kalmadı. İnsanların gıyabında kaygıyı düşündüm. Haber vermeden çekip gittim düşüncemde.
13. İnsan neden yalnızlığı seçer (yaptığı buysa ve yapabildiyse)? Zaten yalnız olduğu için mi? Bu seçim bir farkındalık sonucu mu geliyor karşısına? Yoksa üzerine düşünülmese de olur denilen bir tür basit savunma biçimi mi sadece? İstenir mi yalnızlık? Yenir mi? Yener mi? Hem yenir hem yener mi? Hasta eder mi? Öylesine mi, gelişine mi, tesadüfen mi? Yani? Alınmış bir karar mı, bile bile bir tasarı mı, sunulmuş mu, içi oyulmuş mu, yapışkan mı, akışkan mı, solucan mı, tırtıl mı, uzayda yer kaplayan bir boşluk mu, eğri mi, kaskatı bir yumru mu (?x11=??) Her neyse.

İnsan bazen kendiyle ilgilenmek ister. 

14. 37 yaşıma geldim, hala ders çalışıyorum. Zaman her şeyden daha hızlı. Haliyle geriden takip ediyorum. Ah şu 25 yaşında olsam neler vermezdimlerim... Kıyamam ben kendime.
17 yaşında olacağımı bilsem, ölürdüm, tekrar dirilmek isterdim. Bu hayata tekrar gelmeyi bile göze alırdım. 17 yaşında olabilecek olsam değerdi. Yoksa değmez. Unutalım. 17 yaşımda olabilecek olsaydım 15 yaşında olmayı da isterdim. Bu böylece "hiç olmamaya" kadar gider. Zaten gideceğim(iz) yer de orası değil mi?

15. Bazen bakıyorum, 127 okunmamış öğe falan. Cehennemin kapısında yazmıyor bu, izlediğim blogların günlük ortalama getirisi. Zaman karşılığında blog yazıları okuyorum. İzlediğim bloglardan vazgeçmem de bu yüzden kolay olabiliyor bazen. Birkaç nazik hareketle bu bloğu izlemeyi durdur demek fazladan bir fincan çay içmek demek. Benim zamanımı boşa harcamayın insanlar! Karşımda duranlara yaptığımın aynısını yaparım. Benden mahrum kalırsınız. Bensiz kalın. Hayatımdan bazı blogları da kovdum. (Bu yazdıklarımı okuyor olsalar "pek de umurumdaydı" diyebilirler. Benim bir yerden gidişim önemlidir, bilemezsiniz ne kadar olduğunu.)

16. Miyavlar gitti, yerlerine cikcikler geldi. Evimizin hayvan kontenjanında iki kişilik yer var hala. Uzun yaşayacaklarını bilsem balıklarım olsun isterdim, ama yaşatamıyorum onları. Miyavlar gitti gideli sanki onlar evdeymiş gibi, bir şeyi incitecekmişim gibi yürüyorum; birinin üzerine basma korkusuyla. Zira yüz kilo varım, bir kediyi ezdiğimi düşündükçe içim parçalanıyor. Gerçi bir tanesinin üzerinde uyumuştum, bir şey olmamıştı. Daha doğrusu o benim altımda uyumuştu, sanırım bu yüzden bir şey olmadı.

Hayvanların ölmesi insanların ölmesi kadar zor olabiliyor. Hayvanların gitmesi insanların gitmesinden daha çok üzebiliyorbazen. Balıklar da hayvan. Gitmelerine dayanamam diye yoklar, belki de, olmasınlar.

(Uzun yaşamak nedir ya? Yaşamak için ne kadar da gereksiz bir sıfat bu 'uzun'. Anlatımsız. İfadesiz. Durgun. Çiğ.)

17. İnsanlara baktığımda onları çok küçük görüyorsam bu fazla uçtuğum anlamına gelebilir. Fazla uçmuş olmayı çok isterdim, ama insanları küçük görüyor olmamın sebebi bu değil. (Keşke yalnızca bunun için baksaydım sana?)
Minyatür bakıyorum. Perspektiften yoksunum. İşin kötüsü, bu kadarına bile şükretmeli bazı insanlar.
(Mecburen otosansür.)
18. Birkaç yıl öncesinden çıkıp gelen:
"İnsan: tuvaletini yaparken canı acıyan varlık."

 19. Güzel-yazan insanların  ortak kaderi, kimlerin onları okuyup okumadığını tam olarak bilememeleridir. Yazı (söz) kimlere ulaşır, kimlerin kafasında nasıl canlanır, nasıl anlaşılır, nasıl var olur, neleri değiştirir? Yazan bunların çok azını bilirse şanslıdır. Bilmemek kiminin içini yer. Anlatmak istediğini anlatabilmiş olmayı ister kimi, hatta bazen zorla anlaşılmak ister; nasıl anlaşıldığını fazla önemsediği için. Konumuz bu değil, dağıtmadan, sarsmadan söylemek isterim:
Blogları okuyorum. Bazen okuduğumu belirtiyorum bir yorumla. Ama yorum yapamıyorum bazen, çeşitli nedenlerle yorum yapmak istemediğim de oluyor. Belki bir şekilde birileri onları okuduğumu düşünür diye yazdım buraya. Okuyorum ben, ama görünmüyorum. Kitapları okur gibi, sessizce, yerimi bilmeye çalışarak.

20. Sıkıntılı dönemlerde yanımda birinin olmasını istediğim olmuştur. Genelde kimse olmaz. Önemli olan şu: Yanımda olmak, bana yardım etmek isteyen birileri mutlaka vardır, ama yanımda olamıyorlardır. Ben de bazen birilerinin yanında olmak istediğim halde olamıyorum.

O halde,
İnsan kendine içkindir.
Yine de:
İnsan bazen kendine dışarıdan bakabilmeli, bazen kendinin yanaklarını okşayabilmeli, bazen uzanıp kendi yanaklarından öpebilmeli, bazen başını omzuna yaslayabilmeli, bazen içinde değil yanında olabilmeli.

Şu hayatta bazı güzel insanlar istemeseler de giderler başka diyarlara. Onların boşluğunu, onların özüme kattıklarıyla dolduramıyorsam zaten onları içimde var edememişimdir. Gidenler giderlerken bir şeyler götürürler ama 'buradayken' verdiklerinden fazlasını götürmezler.

Yaşamak bu açıdan anlamlıdır. Yaşayan, kendisini oluşturan parçaları da yaşatır. Yaşatmalıdır da.

2 Eylül 2011 Cuma

canım bugün, ne oldu sana böyle?

Çok konuştuğumda yazamıyorum.
Sıkıntıyla baş etmenin yollarını ararken aklımı bir sürü özensiz düşünceyle doldurdum. Düşündüklerim sayfalarca yer kaplayabilir, ama sözcükler bir şey ifade edemediklerinde yalnızca boşuna bir çabanın işaretleri oluyorlar. Şu an ne anlatacağımı bilmiyorum. Yazmak istediğimden bile emin değilim. Yine de yazmak için geldim buraya. Boş bir kafayla gelip hem sayfayı hem de kafamı doldursam iyi olabilirdi. Kafam çok ağır, gözlerim acıyor, parmaklarım yazmaktan nasır tuttu, sırtım ağrıyor. Kendimi gereksiz yere mi yoruyorum acaba?

Böyle bir girişten sonra yazdıklarımın hiçbir şey ifade etmediğini ve sözcüklerin öylesine yan yana gelip cansız bir yığın oluşturduğunu anlamak hep içime oturur. Çok sık başıma gelen bir durum bu. Oysa ki dün gece niye uyuyamadığımı, bugün niye hiçbir şey yapmak istemediğimi, neden saatlerce duymadan, düşünmeden, hareketsiz oturup durduğumu anlatabilmeyi isterdim. Anlatabilseydim biraz iyi hissedebilirdim, bu da birkaç kere başıma geldi.

Hiçbir şeyden tatmin olmayan insanları nasıl sevmiyorsam, şu an kendimi öyle sevmiyorum. Yaşanmadan geçip gitmiş gibi görünen günün ardından ağıtlar yakabilirim. Rahatlatacağımı bilsem hiç durmazdım. Kitaplarıma baktığımda onları okumak istemediğim için kendime kızdım. Birkaç yazı okudum sadece, ama yetmedi. Eksikliği tamamlamıyor okuduklarım, izlediklerim ya da düşündüklerim. Tuhaf bir haldeyim.

Dün gece sevinçle karşıladığım eylülün ilk gününü boşa harcadım işte. Çok da yazılacak bir şey değil aslında.

1 Eylül 2011 Perşembe

uyuyamıyorum.




Radical Noise - Bazen

30 Ağustos 2011 Salı

Şarkılı soru: Ne yapıyorum?

Ne yapıyorum? Bir şarkı var aklımda, onu buraya koyacağım. Kendisinden başka hiçbir şeye ihtiyacı olmayan bir şarkı. Buraya kendim hakkında bir şeyler yazarsam iyi olacağını düşündüm, şarkıyı da sanki öylesine geçiyorken uğramış gibi iliştirecektim altına. Şarkının yazdıklarıma ihtiyacı var sanki. Hiçbirine gerek yok. Bu yazdıklarımı da gerekli oldukları için yazmıyorum zaten. Şarkının da yazdıklarımla ilgisi yok. 'Sadece' olan şarkıdır.

Ne yapıyorum? Aklım başıma geldiğinden beri kendimi dilediğim gibi, olmak istediğim gibi yetiştirmeye çalıştım. İdealimdeki insana ulaşmayı istediğim için böyle. Çoğu zaman derdim kendimi yaratmaktı. Bana göre herkes kendisini yaratmalı. Bunun için yürünen yollar elbette değişir, insan bunu yürüyünce anlar. Herkes nerede yürürse yürüsün, önce yolları kendine çıkarmaya çalışmalı. İşte ben ona, yani kendime varmaya çalışıyordum yürüyerek.

Ne yapıyorum? Bir tür aydınlanmaya dolanan anlamsız bir soru aslında. Farkına varmadan önce sorulan sorulardan. Sanki soran cevabını verebilirse uyanacak, veremezse geçiştirecek, aman ya biraz daha uyuyayım diyecek. İçerisine beton dökülecek benlik kuyularının içine hapsedilmeye yazgılı bir soru "Ne yapıyorum?". İnsanın içinde bir yerlerde karşılığı olmalı. Çünkü 'yapmak' var eder insanı ve yapılanlar 'olmak' için bir şeyler ekler ona.  Karşılığını bulmalıyım dedim, buldum.

Ne yapıyorum? Beşinci kez sordum bu soruyu. Bunu saydım, yazana güvenmeyen okur da sağlamasını yapar mı bilmem. İnsan ne yaparsa kendine yapar! Her soruyu cevaplamak gibi bir değişmez-kural mı var? Bazen cevaplamasak da olur, bu ne azaltır ne de çoğaltır. Yine de cevapladım bunu.

Ne yapıyorum? Altıncı kez sorduğumda daha da sıkıcı olmasın diye söyleyeyim: Kendimi aptallaştırıyorum. Bunca zamandır yapmaya çalıştığımın aksine, olanı atmaya, yaptığımı yıkmaya, düştüğümü kalkmaya çalışıyorum. Belki de Andre Gide haklıdır, içimdeki kitapları yakmalıyımdır.

Aptallaşmak çok önemli. Yaşamam için de gerekli şu an. Bunca aptalın yaşadığı dünyada, onları anlamak için de biraz aptal olmayı öğrenmek gerekiyor. (Aptallaşsam da birilerini anlamam gerektiğini hiç unutmuyorum.)


Neyse benim için çok önemli olan bu gereksiz yazıdan sonra 'sadece', 'yalnızca' ve 'aslında' yapmak istediğimi yapayım. Buyrun o şarkı:


                               Nightwish - While Your Lips Are Still Red

20 Ağustos 2011 Cumartesi

çok mu zormuş neymiş

(...)

"keşke bir düşünce olarak kalsaydım. nasıl bir hayatın içine gireceğim, kimi seveceğim, nerede olacağım, neler düşüneceğim hiç sorulmuş muydu acaba? -bir şey yapalım mı? -hayır, yapmayalım! bu çok mu zordu?

bu noktada reddetmek, hayır demek yaşamsal önem taşıyormuş benim için. bunu yanlış zamanda sorguluyorum, farkındayım. yirmi iki yıl önce konuşmayı, reddetmeyi, en önemlisi seçmeyi öğrenmiş olmalıydım; bu hiçkimse için mümkün değildir.  maalesef yaşama geçirilmiş bir düşünceyim ben, kılgılı bir düşüm. kimseye zorluk çıkarmayacağım varsayımıyla birlikte gelmişim dünyaya. benim yerime yanlış bir seçim yapılmış. o zamanlar hayatın anafikri bile belli değilmiş. bu gece yorgun olunabilirdi. her gece yorgun olunabilirdi. bahane uydurmak çok mu zordu?

şimdi soracağım soru belli. konuşmayı, reddetmeyi (belki hayır demeyi de), seçmeyi öğrendim.  beni nasıl bu hale getirdiniz? belli olmasını istedim sadece. zorla. sıkıntımdan.. belirsizliğin getirdiği sıkıntıdan. bir şeyler belli olmalı. her şey olmaz ama birkaç şey görünür olsa olmaz mıydı?

 (...)

başım bir ateş topu gibi. omuzlarımı da çekemiyorum.
canlıların ateşe tepkisi bellidir. bedenimi başımdan kaçıramıyorum: ayrılmıyor bir türlü. bu noktada ağaçları anlıyorum ben. kaçamayışlarını, yaşamak için bir şeylere bağlı kalmak zorunda olmalarını ve susuz kaldıklarında yavaşça ölmelerini anlıyorum. yanarlarken benim gibi hissediyor olmalılar. konuşabilseler anlıyoruz derlerdi. onu da yapamıyorlar. peki, ben konuşuyorum da noluyor? Ne var yani, noluyor?"

30 Kasım 2008, Pazar saat: 23:39

--------------------------------------

çok mu zormuş?
öyleymiş.

:)

20 Ağustos 2011, Cumartesi saat: 02:30


                           In Flames - The Chosen Pessimist