Bugün değişik bir gün. Hayatı bombok edecek iyimser fikirlerle doluyum. Saygısızlık olmasın diye larva olarak kalsınlar istiyorum. (Ne o? diye sorma - İyimser fikirlerden bahsediyorum.)
Bilinçaltımda yer edinmiş bir sorundan da bahsedeyim yeri gelmişken. negatif'i anlama kılavuzlarına konu olacak bir sorun bu, ama artık negatif'i anlama kılavuzlarını yazmayacağım. Çünkü anlamayın onu, bilmeyin, görmeyin ve hatta düşünmeyin, hayal etmeyin. Her neyse, konuyu dağıtmayacağım.
1. Gönderme
2. Referans (Reference)
Dilbilgisi (belki dille ilgili başka tür kaynaklar da olabilir, bilmiyorum nerelerden besleniyorsunuz) kitaplarında falan bu iki sözcükle ilgili bir şeyler öğrenilebilir. Benimle konuşacak insanın bu iki sözcükle içli dışlı, haşır neşir, çatır çutur olmasını bekliyorum. Şu hayattan sadece bunu beklemek istiyorum.
Bir de şöyle bir şey söylemek isterdim ki söylemedim sayın: "What the fuck is going on!"
Ama söyledim. Okuduysan görmezden gelemezsin.
Ve bu yazının ana konusu şu:
Çok iyi biliyorum, bensiz de güzel bir hayat olabilir. Hatta bensiz hayat güzel olur.
Ama üzülerek söylemeliyim ki ben varım ve beni görmezden gelemezsiniz. Çünkü yazdım işte.
Bir de fikirler bulaşıcı olabiliyor. Hasta edebilirim insanları.
İfade özgürlüğü varsa benden uzak dursun. Yoksa da bizahmet birileri icat etsin. Olmayan bir şey üzerinden atıp tutmak istemiyorum.
Kısa dedim ama yine uzadı bu. 30 yıldır yazmadığımdan olsa gerek. Bir 30 yıl daha susarsam roman da yazarım ki o zaman dünya tümden bombok olur. İnsanlık için büyük adımlardaN sayılmassı gerekli o yüzden: bu yazı. Zı.
Not: Hiçbir şey okumuyorum. Aptallığımı maruz görmeyin, mazur da görmeyin. Sesinizi yükseltin. Bu göklerin bağıran insanlara ihtiyacı var.
+
Not2: WhaDaFuckIzGoinoooan! (Mümkünse brutal ve hep birlikte)
Foo Fighters - Have A Cigar (Pink Floyd'dan ÇeviRme)
Duman - Helal Olsun (Bu da kendilerinden arak olsa gerek)
(İlk paragraftan sonrasını yazmayacaktım. Yazığım için başlığı da değiştirmeyeceğim.)
Yama:
Ek$i Sözlük'te "insanın kendini en değersiz hissettiği an" diye bir başlık var. (buradan dümdüz gidebilirsiniz)
Resmen hayatımın sağlamasıdır bu başlığa yazılanlar(ın çoğu). Örümcek adama, süpermene ve bülent başgana sesleniyorum Bu gidişata bir dur demenin zamanı geldi geçti ve biz nerede yanlış yaptık a dostlar?
ukala etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ukala etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
3 Kasım 2011 Perşembe
hangimiz değiliz ki öyle değiliz ki hangimiz öyle hangimiz öyle değiliz ki (iki şarkılı kısacık yazı)
Etiketler:
günce,
ne diyeyim şimdi ben?,
ne gerek vardı?,
oturdum yazdım oldu,
saçmalamak özgürlüktür,
ukala
4 Eylül 2011 Pazar
Orta Yaş Şiirine Renkli Elbiseler Giydirmek
Abuk insanı ve ben ortaklaşa halt ettik, zayıf mizah duygumuzla bir işe kalkıştık. Pişman mıyım, değilim. Yaptık işte bir şeyler. Çok eğlenceliydi (en azından biz çok eğlendik). Vadettiğim üzere yaptığımızı bloğumda paylaşacağım ama önce birkaç diyeceğim var.
İlk olarak aşağıdaki yazıdan bahsedeyim. Abuk insanıyla ortak bir bloğumuz var. Adı "Abuk Bir Günün Negatif Tutanakları". Birkaç yıl önce Tutunamayanlar'dan esinlenerek tutanak tutmaya karar vermiştik. Birkaç sayfa tutanak tuttuk ve Abuk bunları yıllar sonra evde temizlik yaparken bulup bloğunda paylaştı. 2008 tutanaklarını okuyunca çok hoşumuza gitti ve bir süre önce bir blog açıp burada tutanakların devamını getirmeye karar verdik. Ne kadar eğlendiğimizi anlatmak isterdim ama bunu yaparsam bu yazı amacından sapar. Tutanaklarla ilgili bir karar almıştık, yazdıklarımızı kimse görmeyecekti, sadece bazılarını bloglarımıza koyacaktık. Bunun sebebi de insanları rahatsız etmek istememiz ve kimseyi rahatsız etmeden rahat rahat yazmak istememizdir. Bu tabii tutanakları tuvalet ihtiyacımızı gidermek için kullandığımız anlamına gelmiyor (tutanaklardan kalan bir alışkanlıkla yazdım bunu.) Yeri geldiğinde ağza alınmayacak küfürler ediyoruz falan.
Aşağıdaki yazı benim yazdığım bir şiirin ayrıntılı bir tahlili olarak abuk'un kişisel bloğuna sızdı. Şiir benim, tahlil de abuk'un. Bizim eleştiri anlayışımız biraz seviyesiz olduğu için rahatsız edici bazı unsurlar barındırıyor olabilir. Baştan uyarayım. Ayrıca değişiklik yapmadan, Abuk'un uyarısıyla birlikte burada paylaşıyorum bu yazıyı. Şiirin yorumlanması gibi, yorumun da yorumunu yapabilirdim, ama çok zaman alır, çok uzun bir yazı olur, kimse okumaz diye bulaşmadım.
Özellikle söylemek isterim, umarım aşağıda yazılanlar kimseyi incitmez. Ne kadar terbiyesiz insanlar olsak da kimseyi kırmak, üzmek istemeyiz. Unutulmaması gerekir ki aşağıdaki yazı "özgürlük sapıttırır!" mottolu bir blogdan alınan ve gerçek kişi ve kurumlarla ilgisi olmayan bir eğlence nesnesidir. Bir de metinlerarasılık olayına fazla takılmadan okursak sevinirim.
Ve bu yazı otosansüre uğradı. Sansüre tümüyle karşı değilim, bazen insanın edepsizliğinin bir sınırı olmalı :)
Ve üzülerek belirtiyorum "çünkü öyle" bloğunda yazan negatif'le "Abuk Bir Günün Negatif Tutanakları" bloğunda yazan negatif maalesef aynı kişi (Dil çıkaran smiley olacak burada).
O halde buyrun, abuk'un negatif'i şair yaptığı o muhteşem yorum:
BİR ORTA YAŞ SENDROMU OLARAK: BEN KİMİM Kİ?
Ben Kimim Ki?
Sevgili dostum, yönetmen Kim ki? Duk'a
beynim sulanmış ekmek ban ye
ban bana bakışını
içimden geçen nehirleri seyre dal
geçit vermez dağlar
ve yollar
akşamüzerileri
kıçımın kenarı
sızlar sızlar sızlar
kimse görmeden
ufukta bir uzaylı geçiyor
geçinip gidiyoruz işte
bir de hakkı var
yanımda
o da selam söylüyor.
Negatif
---------------------------------------------------------------
Edebiyat dünyamızın sabırsızlıkla yeni şiirlerini beklediği Negatif Bey, uzun bir aradan sonra biz şiirseverleri sevindirerek yeni şiirini edebiyat dünyamıza hediye etti. Uzun zamandır ortalıklarda görünmeyen Negatif Bey, bu uzun zamanı fazlasıyla değerlendirdiğini kanıtladı bize. Yeni şiir kitabı, "Ben Kimim Ki?" şiirimize yeni soluklar getirdi. Sürekli bir görünüp, iki inzivaya çekilmesiyle meşhur şairimiz, kalemini fazlasıyla sivreltmiş, yaşamını olduğu gibi şiire katmış. Toplam 17 şiirden oluşan kitabı, kitapçılarda yerini çoktan aldı. Neden 17 şiir diye sorarsak, burada da şairimizin güzel göndermesi var aslında. Şiirleri insan yaşamının dönemlerine göndermelerde bulunan şairimiz, yazdığı toplam 17 şiirle biz şiirseverlere birçok şey hatırlatmayı amaçlamış. 17 ise, doğrudan, insanların en güzel yaşı olan 17'ye bir gönderme. "Şairler hep 17 yaşındadır" lafını burada hatırlatmakta fayda var. Bu 17 şiirinde de şairimiz imge dünyasıyla şiir dünyasını temelinden sarstı. Lafı fazla uzatmadan, şairimizin kitabıyla aynı ismi taşıyan en güzel şiiri "Ben kimim ki?" adlı şiirini inceleyelim;
Ben Kimim Ki?: Şiirin başlığı, bir sorgulamayı içeriyor. Bu sorgulama daha çok, insanın gelişim aşamalarını içeren gelişimsel dönemlerini kapsayan bir olgu. Özellikle, ergenlik dönemlerinde "kimlik inşaası" yaratılırken insanın ortaya attığı bir sorudur. İletişim çağında olduğumuzdan, hızla yarışan insanoğlu, eski çağlardaki gibi kendini sorgulamayı bir kenara bırakmış, ve daha çok çevresindeki gelişmelere kafayı takmıştır. İşte, şairimiz, şiirinin başlığına taşıdığı bu sorgulamayla, insanoğlunun bu unutkanlığına, kendini "yeniden" hatırlaması gerektiğine işaret ediyor. "Ben kimim" sorusu, insanoğlunun ilk çağlardan itibaren kendisine sormaya başladığı bir sorudur. Delphi tapınağının girişindeki "Kendini Tanı" yazısı da buna işaret eder, yüzyıllar boyunca günümüze kadar uzanan feylesoflar, yazarlar, şairler hep bu olguya işaret etmiş, bu soruya cevap aramışlardır; "Ben Kimim?", "İnsan Kim?"...Türlü türlü cevaplar gelmiştir bu soruya, tarihin tozlu sayfalarında her kafadan bir ses çıkıyor görüntüleri/sesleri gelse de, bu gelen cevapların hiçbiri yanlış değildir. Her biri, işin bir ucundan tutarak bu soruya cevap aramış ve cevaplar üretmiştir. Şairimiz, inzivaya çekildiği zamanlardaysa, bu soruyla fazlasıyla ilgilendiği belli oluyor. Kendisiyle uzun uzun sorgulamalara girişmiş ve bebeklik çağlarından itibaren, yaşadığı şu ana kadar uzanan zaman dilimlerini, gelişimsel dönemlere bölerek şiirlerinde cevaplar üretmeye çalışmıştır. Şairimiz, şiirini koyduğu bu başlığıyla, şiirini okumadan önce, bizi, kendimizi sorgulamamız için yemyeşil dağların tepelerine davet ediyor. Neden yemyeşil dağlar peki? Gökyüzünü izlemek için gözlemevleri, dağların en tepesine inşaa edilir, gökyüzü dağların doruklarından izlenir, en güzel gökyüzü gözlemi bu doruklarda yapılır. Şairimiz, göndermeleriyle, imgeleriyle bizi daha başlıklarda vurmasını çok iyi bildiğini kanıtlıyor.
Sevgili dostum, yönetmen Kim Ki? Duk'a: Şairimiz, şiirini ithaf ettiği, uzak doğulu yönetmen Kim Ki Duk'u anarak, şiirinin içeriği yönünde bize gizli mesajlar veriyor daha şiir başlamadan. Bilindiği üzere, Negatif Bey'le Kim Ki Duk, yılları deviren bir dostlukla birbirlerine bağlıdırlar. Kim Ki Duk da, bu dostluğun hatrına bir filmini Negatif Bey'e ithaf etmiş, Negatif Bey de bu jestin altında kalmayarak, dostluğa olan saygısıyla bu güzelim şiiri, sevgili dostu yönetmene ithaf etmiş, biz okuyucularını duygu seline boğmuştur. Şiirin ithaf bölümüne yeniden dönersek, bunu anlayabilmek için, Kim Ki Duk'un filmlerini izlemekte fayda var. Çünkü şiir, gerçekten de bu yönetmenin filmlerin, içeren bir "sessizlikle" örtülü. Bilindiği üzere, Kim Ki Duk'un filmleri, diyalog yoksunudur. Yönetmen, karakterlerini konuşturmayarak, sinemanın gerektirdiği gibi görüntülerle anlatmak istediklerini anlatma yoluna gitmiştir. Fazla söz, kalabalık yaratır, gürültü yaratır. Yönetmenimiz, filmlerinde diyalogları çıkararak, en güzel anlatım yoluna yaklaşmış, az sözle mükemmel anlatımları yakalamıştır. Şiir de böyledir, şiirde ne kadar az sözcük olursa, o kadar iyidir. Bu sözümüz yanlış anlaşılmasın, az söz denilen şey, gereksiz sözcükleri ayıklayarak, az sözle birçok şey anlatmaktır, birçok imge çağrıştırmaktır. "Saf Şiir" denilen kavramın özü de buradadır. Büyük şairler, ömürleri boyunca bu "saf şiir"e yaklaşmak için didinip durmuşlardır. Şiirimizin, ithaf bölümünde bile, şiirsel bir anlatıma yapılan göndermeyi içerir.Ayrıca yönetmenin adıyla ve şiirin adıyla yapılan sözcük oyunu takdire değer nitelikte.
beynim sulanmış ekmek ban ye
ban bana bakışını :
Hatırlatmakta fayda var, argomuzda buraya taşıyamayacağımız bir deyiş vardır. Şairimiz burada bu söylemi alıp, cinsellik içeren bağlamından kopararak çok farklı bir söylem çizgisine çekiyor. Ergenlikten itibaren zirvesinin doruklarına ulaşan cinsel istek, 30'lu yaşlarından itibaren olgunluk çağlarına erişir ve 35'inden sonra da bunun yerini çok farklı şeyler, istekler, hedefler alır. Şairimizin yaşının 37 olduğunu göz önüne alırsak, bu bağlamın da açıklığını kavrayabiliriz. Beynim sulanmış, söylemi, artık sorgulamalardan, kendini aramaktan yorulmuş, çorbaya dönmüş bir beynin yalnızlığını anlatıyor. Ban bana bakışını dizesi de, bu yalnızlığı, sorgulamaların karanlık bir yalnızlık içerisinde yapıldığını ve sorgulamalar, cevap aramalara yönelecek "bir bakış"ı aradığını anlatıyor. Banmak fiili de, kendisine yönelecek olan bakışların, bu muazzam beynin içerisinde yankılanan sorgulamaların, bir bölümüne yönelerek hiç değilse bile bir yardım eli uzatmasını ve, ortak bir şekilde cevap aramaya çağırıyor. Yalnızlık çok kötü bir şey azizim. Yalnızlıktan öte, anlaşılamamanın getirdiği o karanlık yalnızlık. Şairimizin çıkmazlarından bir tanesi de bu, şiir dünyasının mayası olan en önemli özelliği.
içimden geçen nehirleri seyre dal
geçit vermez dağlar
ve yollar :
"içimden geçen nehirleri seyre dal" dizesi, yukarıdaki dizeleri perçinleyen bir anlatım olmuş. İçimden, beynimden ne sular akıp geçiyor gürül gürül farkında mısın? Niye bir kulak uzatmıyorsun, dinlemiyorsun içimde çağlayan yalnızlığı, diye barım barım bağırıyor resmen. Nehrin de bir varış noktası, hedefi vardır, o da denizdir, okyanustur. Yani çok derin yerlere giden bir yalnızlık, bir hayatı sorgulama meselesi. Şair bu dizeden itibaren, yaşamının hedefine işaret ediyor, bu aklımıza gelebilecek herhangi bir şey olabilir. Fakat, hedefe ulaşmak kolay değildir. bunu da "orta yaş şiirleri"nde de apaçık bir şekilde gördüğümüz klasik bir imge haline gelen "dağ imgesi"ni katarak anlatmayı seçmiş. Şairimiz aslında bu imgeyle, klasik anlatıma bir başkaldırı gerçekleştirmiştir. Artk bıkkınlık veren, hemen hemen bütün orta yaş şiirlerinde yerini alan bu dağ imgesini, nehirlerle birleştirerek, bambaşka bir soluk getirmiş. Ferhat ile Şirin'den itibaren bizim de klasik edebiyatımızda yer almaya başlayan bu "geçit vermez dağlar" söylemi, hedefe ulaşmanın zorluğu, artık orta yaştan itibaren karanlık bir yalnızlık içerisinde yoğun bir şekilde gözlemlenen sorgulamaları, "ne idim, ne oldum?" arayışının bir türlü gelmek bilmez cevaplarını içeriyor. Hayatın muhasebesi, ve gençlik çağlarından itibaren varılmak istenen nokta, ama hayat şartlarının cilveleri eşliğinde varılmak istenen noktadan, hedeften çok başka yerlerde kendini bulmanın getirdiği büyük hüzün, insanı perişan eder. Şairimiz de çekildiği inzivada, bu büyük hüznü duymuş olmalı ki, bu klasik anlatımı kullanarak, bize bunu ironik bir şekilde dile getiriyor.
akşamüzerileri
kıçımın kenarı
sızlar sızlar sızlar :
Bu dizelerde de, sorgulamaların, genellikle, güneşin battığı zamanlarda ortaya çıktığını ve sorgulamaların genellikle, kıç üstü oturarak yapıldığını ve saatlerce sürdüğünü, böylece kıçın uyuşup sızladığını dile getiriyor
kimse görmeden
ufukta bir uzaylı geçiyor
geçinip gidiyoruz işte. :
dizeleri de, şairimizin içinde bulunduğu derin, karanlık yalnızlığa yeniden dikkat çekiyor. Kıç üstü yapılan, akşamüzeri sorgulamaları, kimsenin görmediğini haykırıyor. Sadece çok uzaklardan ziyarete gelen, garip bir uzaylının ufuk çizgisinden ufosuyla gelip geçmesiyle, çok uzaktaki kendini anlayabilecek canlıları anlatıyor. Yakınındaki kişilerin bir türlü kendisini anlamadığından yakınan şairimiz, hayalinde yarattığı bu uzaylıyla bir nevi teselli buluyor, onun ufosuyla geçip giderken, kendisine el sallayıp, "merak etme hacı, ben anlıyorum seni, kıçına bereket" diyerek, karanlık yalnızlığına dost oluyor. "geçinip gidiyoruz işte" dizesi de, çok hüzünlü bir anlatımı barındırıyor. Okuyunca gözyaşlarımızı tutamıyoruz, hüngür hüngür ağlıyoruz bu karanlık yalnızlığı görünce.
bir de hakkı var
yanımda
o da selam söylüyor.. :
Bu dizelerde de, çözülemeyen derin yalnızlık, şairin hayal dünyasını daha çok geliştirerek, kendisine hayali bir arkadaş edinmesini sağladığını gösteriyor. Bu hayali arkadaşın isminin "hakkı" olması fazlasıyla dikkat çekici. Yıllarca yakın çevreleri kendisini anlamadığı için ağır bir depresyona giren şairimiz, bu depresyonu kendisine hayali bir arkadaş yaratarak atlatmayı seçiyor ve, bu hayali arkadaşın üzerinden aldığı ağır yüklere bir şükran niteliğinde ona "hakkı" ismini veriyor. Hayali arkadaşının hakkını veriyor.
--------------------------
Etraflıca tahlil ettiğimiz bu şiirde, anlaşıldığı gibi orta yaşların ağır sendromları olan "kendini sorgulama" "hayatı sorgulama" "derin, karanlık bir yalnızlık" içerisinde örülmüş bu şiir, bizi karanlık bir anlatımla sarıyor ve bu orta yaş çıkmazlarının içerisinde derin bir hüznün içerisinde bırakarak, beynimizi eriten bir sorgulama içerisine itiyor. Şairimiz, bu şiirinde başlığından itibaren klasik söylemleri, bağlamlarından kopararak, bambaşka anlatımlar içerisine yerleştirerek, klasik orta yaş şiirine bir osmanlı tokadı atıyor, kendisine gelmesine sağlıyor."
İlk olarak aşağıdaki yazıdan bahsedeyim. Abuk insanıyla ortak bir bloğumuz var. Adı "Abuk Bir Günün Negatif Tutanakları". Birkaç yıl önce Tutunamayanlar'dan esinlenerek tutanak tutmaya karar vermiştik. Birkaç sayfa tutanak tuttuk ve Abuk bunları yıllar sonra evde temizlik yaparken bulup bloğunda paylaştı. 2008 tutanaklarını okuyunca çok hoşumuza gitti ve bir süre önce bir blog açıp burada tutanakların devamını getirmeye karar verdik. Ne kadar eğlendiğimizi anlatmak isterdim ama bunu yaparsam bu yazı amacından sapar. Tutanaklarla ilgili bir karar almıştık, yazdıklarımızı kimse görmeyecekti, sadece bazılarını bloglarımıza koyacaktık. Bunun sebebi de insanları rahatsız etmek istememiz ve kimseyi rahatsız etmeden rahat rahat yazmak istememizdir. Bu tabii tutanakları tuvalet ihtiyacımızı gidermek için kullandığımız anlamına gelmiyor (tutanaklardan kalan bir alışkanlıkla yazdım bunu.) Yeri geldiğinde ağza alınmayacak küfürler ediyoruz falan.
Aşağıdaki yazı benim yazdığım bir şiirin ayrıntılı bir tahlili olarak abuk'un kişisel bloğuna sızdı. Şiir benim, tahlil de abuk'un. Bizim eleştiri anlayışımız biraz seviyesiz olduğu için rahatsız edici bazı unsurlar barındırıyor olabilir. Baştan uyarayım. Ayrıca değişiklik yapmadan, Abuk'un uyarısıyla birlikte burada paylaşıyorum bu yazıyı. Şiirin yorumlanması gibi, yorumun da yorumunu yapabilirdim, ama çok zaman alır, çok uzun bir yazı olur, kimse okumaz diye bulaşmadım.
Özellikle söylemek isterim, umarım aşağıda yazılanlar kimseyi incitmez. Ne kadar terbiyesiz insanlar olsak da kimseyi kırmak, üzmek istemeyiz. Unutulmaması gerekir ki aşağıdaki yazı "özgürlük sapıttırır!" mottolu bir blogdan alınan ve gerçek kişi ve kurumlarla ilgisi olmayan bir eğlence nesnesidir. Bir de metinlerarasılık olayına fazla takılmadan okursak sevinirim.
Ve bu yazı otosansüre uğradı. Sansüre tümüyle karşı değilim, bazen insanın edepsizliğinin bir sınırı olmalı :)
Ve üzülerek belirtiyorum "çünkü öyle" bloğunda yazan negatif'le "Abuk Bir Günün Negatif Tutanakları" bloğunda yazan negatif maalesef aynı kişi (Dil çıkaran smiley olacak burada).
O halde buyrun, abuk'un negatif'i şair yaptığı o muhteşem yorum:
"Aşırı Bir Yorum Üzerinden Trajikomik Bir Tahlil Denemesi
Uyarı: Bu şiir ve şiir tahlili denemesi hiçbir şekilde ciddiyet içermemektedir. Tamamen can sıkıntısı içerisinde kıvranan Abuk ve Negatif insanlarının ortaklaşa can sıkıntılarını gidermek için ortaya atılmış bir eğlence ürünüdür. Kamuoyunu baştan uyarmayı bir görev biliriz. Sevgiler saygılar.BİR ORTA YAŞ SENDROMU OLARAK: BEN KİMİM Kİ?
Ben Kimim Ki?
Sevgili dostum, yönetmen Kim ki? Duk'a
beynim sulanmış ekmek ban ye
ban bana bakışını
içimden geçen nehirleri seyre dal
geçit vermez dağlar
ve yollar
akşamüzerileri
kıçımın kenarı
sızlar sızlar sızlar
kimse görmeden
ufukta bir uzaylı geçiyor
geçinip gidiyoruz işte
bir de hakkı var
yanımda
o da selam söylüyor.
Negatif
---------------------------------------------------------------
Edebiyat dünyamızın sabırsızlıkla yeni şiirlerini beklediği Negatif Bey, uzun bir aradan sonra biz şiirseverleri sevindirerek yeni şiirini edebiyat dünyamıza hediye etti. Uzun zamandır ortalıklarda görünmeyen Negatif Bey, bu uzun zamanı fazlasıyla değerlendirdiğini kanıtladı bize. Yeni şiir kitabı, "Ben Kimim Ki?" şiirimize yeni soluklar getirdi. Sürekli bir görünüp, iki inzivaya çekilmesiyle meşhur şairimiz, kalemini fazlasıyla sivreltmiş, yaşamını olduğu gibi şiire katmış. Toplam 17 şiirden oluşan kitabı, kitapçılarda yerini çoktan aldı. Neden 17 şiir diye sorarsak, burada da şairimizin güzel göndermesi var aslında. Şiirleri insan yaşamının dönemlerine göndermelerde bulunan şairimiz, yazdığı toplam 17 şiirle biz şiirseverlere birçok şey hatırlatmayı amaçlamış. 17 ise, doğrudan, insanların en güzel yaşı olan 17'ye bir gönderme. "Şairler hep 17 yaşındadır" lafını burada hatırlatmakta fayda var. Bu 17 şiirinde de şairimiz imge dünyasıyla şiir dünyasını temelinden sarstı. Lafı fazla uzatmadan, şairimizin kitabıyla aynı ismi taşıyan en güzel şiiri "Ben kimim ki?" adlı şiirini inceleyelim;
Ben Kimim Ki?: Şiirin başlığı, bir sorgulamayı içeriyor. Bu sorgulama daha çok, insanın gelişim aşamalarını içeren gelişimsel dönemlerini kapsayan bir olgu. Özellikle, ergenlik dönemlerinde "kimlik inşaası" yaratılırken insanın ortaya attığı bir sorudur. İletişim çağında olduğumuzdan, hızla yarışan insanoğlu, eski çağlardaki gibi kendini sorgulamayı bir kenara bırakmış, ve daha çok çevresindeki gelişmelere kafayı takmıştır. İşte, şairimiz, şiirinin başlığına taşıdığı bu sorgulamayla, insanoğlunun bu unutkanlığına, kendini "yeniden" hatırlaması gerektiğine işaret ediyor. "Ben kimim" sorusu, insanoğlunun ilk çağlardan itibaren kendisine sormaya başladığı bir sorudur. Delphi tapınağının girişindeki "Kendini Tanı" yazısı da buna işaret eder, yüzyıllar boyunca günümüze kadar uzanan feylesoflar, yazarlar, şairler hep bu olguya işaret etmiş, bu soruya cevap aramışlardır; "Ben Kimim?", "İnsan Kim?"...Türlü türlü cevaplar gelmiştir bu soruya, tarihin tozlu sayfalarında her kafadan bir ses çıkıyor görüntüleri/sesleri gelse de, bu gelen cevapların hiçbiri yanlış değildir. Her biri, işin bir ucundan tutarak bu soruya cevap aramış ve cevaplar üretmiştir. Şairimiz, inzivaya çekildiği zamanlardaysa, bu soruyla fazlasıyla ilgilendiği belli oluyor. Kendisiyle uzun uzun sorgulamalara girişmiş ve bebeklik çağlarından itibaren, yaşadığı şu ana kadar uzanan zaman dilimlerini, gelişimsel dönemlere bölerek şiirlerinde cevaplar üretmeye çalışmıştır. Şairimiz, şiirini koyduğu bu başlığıyla, şiirini okumadan önce, bizi, kendimizi sorgulamamız için yemyeşil dağların tepelerine davet ediyor. Neden yemyeşil dağlar peki? Gökyüzünü izlemek için gözlemevleri, dağların en tepesine inşaa edilir, gökyüzü dağların doruklarından izlenir, en güzel gökyüzü gözlemi bu doruklarda yapılır. Şairimiz, göndermeleriyle, imgeleriyle bizi daha başlıklarda vurmasını çok iyi bildiğini kanıtlıyor.
Sevgili dostum, yönetmen Kim Ki? Duk'a: Şairimiz, şiirini ithaf ettiği, uzak doğulu yönetmen Kim Ki Duk'u anarak, şiirinin içeriği yönünde bize gizli mesajlar veriyor daha şiir başlamadan. Bilindiği üzere, Negatif Bey'le Kim Ki Duk, yılları deviren bir dostlukla birbirlerine bağlıdırlar. Kim Ki Duk da, bu dostluğun hatrına bir filmini Negatif Bey'e ithaf etmiş, Negatif Bey de bu jestin altında kalmayarak, dostluğa olan saygısıyla bu güzelim şiiri, sevgili dostu yönetmene ithaf etmiş, biz okuyucularını duygu seline boğmuştur. Şiirin ithaf bölümüne yeniden dönersek, bunu anlayabilmek için, Kim Ki Duk'un filmlerini izlemekte fayda var. Çünkü şiir, gerçekten de bu yönetmenin filmlerin, içeren bir "sessizlikle" örtülü. Bilindiği üzere, Kim Ki Duk'un filmleri, diyalog yoksunudur. Yönetmen, karakterlerini konuşturmayarak, sinemanın gerektirdiği gibi görüntülerle anlatmak istediklerini anlatma yoluna gitmiştir. Fazla söz, kalabalık yaratır, gürültü yaratır. Yönetmenimiz, filmlerinde diyalogları çıkararak, en güzel anlatım yoluna yaklaşmış, az sözle mükemmel anlatımları yakalamıştır. Şiir de böyledir, şiirde ne kadar az sözcük olursa, o kadar iyidir. Bu sözümüz yanlış anlaşılmasın, az söz denilen şey, gereksiz sözcükleri ayıklayarak, az sözle birçok şey anlatmaktır, birçok imge çağrıştırmaktır. "Saf Şiir" denilen kavramın özü de buradadır. Büyük şairler, ömürleri boyunca bu "saf şiir"e yaklaşmak için didinip durmuşlardır. Şiirimizin, ithaf bölümünde bile, şiirsel bir anlatıma yapılan göndermeyi içerir.Ayrıca yönetmenin adıyla ve şiirin adıyla yapılan sözcük oyunu takdire değer nitelikte.
beynim sulanmış ekmek ban ye
ban bana bakışını :
Hatırlatmakta fayda var, argomuzda buraya taşıyamayacağımız bir deyiş vardır. Şairimiz burada bu söylemi alıp, cinsellik içeren bağlamından kopararak çok farklı bir söylem çizgisine çekiyor. Ergenlikten itibaren zirvesinin doruklarına ulaşan cinsel istek, 30'lu yaşlarından itibaren olgunluk çağlarına erişir ve 35'inden sonra da bunun yerini çok farklı şeyler, istekler, hedefler alır. Şairimizin yaşının 37 olduğunu göz önüne alırsak, bu bağlamın da açıklığını kavrayabiliriz. Beynim sulanmış, söylemi, artık sorgulamalardan, kendini aramaktan yorulmuş, çorbaya dönmüş bir beynin yalnızlığını anlatıyor. Ban bana bakışını dizesi de, bu yalnızlığı, sorgulamaların karanlık bir yalnızlık içerisinde yapıldığını ve sorgulamalar, cevap aramalara yönelecek "bir bakış"ı aradığını anlatıyor. Banmak fiili de, kendisine yönelecek olan bakışların, bu muazzam beynin içerisinde yankılanan sorgulamaların, bir bölümüne yönelerek hiç değilse bile bir yardım eli uzatmasını ve, ortak bir şekilde cevap aramaya çağırıyor. Yalnızlık çok kötü bir şey azizim. Yalnızlıktan öte, anlaşılamamanın getirdiği o karanlık yalnızlık. Şairimizin çıkmazlarından bir tanesi de bu, şiir dünyasının mayası olan en önemli özelliği.
içimden geçen nehirleri seyre dal
geçit vermez dağlar
ve yollar :
"içimden geçen nehirleri seyre dal" dizesi, yukarıdaki dizeleri perçinleyen bir anlatım olmuş. İçimden, beynimden ne sular akıp geçiyor gürül gürül farkında mısın? Niye bir kulak uzatmıyorsun, dinlemiyorsun içimde çağlayan yalnızlığı, diye barım barım bağırıyor resmen. Nehrin de bir varış noktası, hedefi vardır, o da denizdir, okyanustur. Yani çok derin yerlere giden bir yalnızlık, bir hayatı sorgulama meselesi. Şair bu dizeden itibaren, yaşamının hedefine işaret ediyor, bu aklımıza gelebilecek herhangi bir şey olabilir. Fakat, hedefe ulaşmak kolay değildir. bunu da "orta yaş şiirleri"nde de apaçık bir şekilde gördüğümüz klasik bir imge haline gelen "dağ imgesi"ni katarak anlatmayı seçmiş. Şairimiz aslında bu imgeyle, klasik anlatıma bir başkaldırı gerçekleştirmiştir. Artk bıkkınlık veren, hemen hemen bütün orta yaş şiirlerinde yerini alan bu dağ imgesini, nehirlerle birleştirerek, bambaşka bir soluk getirmiş. Ferhat ile Şirin'den itibaren bizim de klasik edebiyatımızda yer almaya başlayan bu "geçit vermez dağlar" söylemi, hedefe ulaşmanın zorluğu, artık orta yaştan itibaren karanlık bir yalnızlık içerisinde yoğun bir şekilde gözlemlenen sorgulamaları, "ne idim, ne oldum?" arayışının bir türlü gelmek bilmez cevaplarını içeriyor. Hayatın muhasebesi, ve gençlik çağlarından itibaren varılmak istenen nokta, ama hayat şartlarının cilveleri eşliğinde varılmak istenen noktadan, hedeften çok başka yerlerde kendini bulmanın getirdiği büyük hüzün, insanı perişan eder. Şairimiz de çekildiği inzivada, bu büyük hüznü duymuş olmalı ki, bu klasik anlatımı kullanarak, bize bunu ironik bir şekilde dile getiriyor.
akşamüzerileri
kıçımın kenarı
sızlar sızlar sızlar :
Bu dizelerde de, sorgulamaların, genellikle, güneşin battığı zamanlarda ortaya çıktığını ve sorgulamaların genellikle, kıç üstü oturarak yapıldığını ve saatlerce sürdüğünü, böylece kıçın uyuşup sızladığını dile getiriyor
kimse görmeden
ufukta bir uzaylı geçiyor
geçinip gidiyoruz işte. :
dizeleri de, şairimizin içinde bulunduğu derin, karanlık yalnızlığa yeniden dikkat çekiyor. Kıç üstü yapılan, akşamüzeri sorgulamaları, kimsenin görmediğini haykırıyor. Sadece çok uzaklardan ziyarete gelen, garip bir uzaylının ufuk çizgisinden ufosuyla gelip geçmesiyle, çok uzaktaki kendini anlayabilecek canlıları anlatıyor. Yakınındaki kişilerin bir türlü kendisini anlamadığından yakınan şairimiz, hayalinde yarattığı bu uzaylıyla bir nevi teselli buluyor, onun ufosuyla geçip giderken, kendisine el sallayıp, "merak etme hacı, ben anlıyorum seni, kıçına bereket" diyerek, karanlık yalnızlığına dost oluyor. "geçinip gidiyoruz işte" dizesi de, çok hüzünlü bir anlatımı barındırıyor. Okuyunca gözyaşlarımızı tutamıyoruz, hüngür hüngür ağlıyoruz bu karanlık yalnızlığı görünce.
bir de hakkı var
yanımda
o da selam söylüyor.. :
Bu dizelerde de, çözülemeyen derin yalnızlık, şairin hayal dünyasını daha çok geliştirerek, kendisine hayali bir arkadaş edinmesini sağladığını gösteriyor. Bu hayali arkadaşın isminin "hakkı" olması fazlasıyla dikkat çekici. Yıllarca yakın çevreleri kendisini anlamadığı için ağır bir depresyona giren şairimiz, bu depresyonu kendisine hayali bir arkadaş yaratarak atlatmayı seçiyor ve, bu hayali arkadaşın üzerinden aldığı ağır yüklere bir şükran niteliğinde ona "hakkı" ismini veriyor. Hayali arkadaşının hakkını veriyor.
--------------------------
Etraflıca tahlil ettiğimiz bu şiirde, anlaşıldığı gibi orta yaşların ağır sendromları olan "kendini sorgulama" "hayatı sorgulama" "derin, karanlık bir yalnızlık" içerisinde örülmüş bu şiir, bizi karanlık bir anlatımla sarıyor ve bu orta yaş çıkmazlarının içerisinde derin bir hüznün içerisinde bırakarak, beynimizi eriten bir sorgulama içerisine itiyor. Şairimiz, bu şiirinde başlığından itibaren klasik söylemleri, bağlamlarından kopararak, bambaşka anlatımlar içerisine yerleştirerek, klasik orta yaş şiirine bir osmanlı tokadı atıyor, kendisine gelmesine sağlıyor."
Etiketler:
alelade,
Alıntı,
benim şiirim var,
bir şey yapalım ekolü,
kendimden arakladım,
paramparçalar,
pasaklı,
saçmalamak özgürlüktür,
şımarık,
şiir,
tutanak,
ukala
16 Ağustos 2011 Salı
şiire renkli kalemlerle bıyık çizmek (arızalı fantastik beklenti)
elimde renkli kalemlerim varken çok acımasız şiir okurum. şiirlere bıyık çiziyorum.
bazı şairciklere "ne cesaretle bunları yazıyorsun?" diye soruyorum. bunu göze alabiliyor mu 'şair'? bence göze alabilmeli. yapamıyorsa yazdığını 'kendisine saklamalı'. 'çirkin' şeylerle şiiri okuyanın 'güzel'ini bozmamalı. bir de 'kitsch' diye bir kavram var, bütün 'şair'lerin bundan haberi olmalı. yazan, yazdığı 'şey'in ne olduğunu herkesten iyi bilmeli; her harfin; hatta noktanın, virgülün 'bile' hesabını verebilmeli. çünkü şiir 'yüce'dir. şiir duvar yazısı değildir. (beklentim çok mu yüksek ey insanlar?)
ukala damarıma bastın. öyleyse al sana:
sevgili şaircik,
his yoksa şiirinde
karkastan ne farkı kalır onun?
şiir eşiğim var benim.dün yolda giderken şiir eşiği gördüm.
ayrıca taze şiir severim, orta yaş üstü şiirden haz etmem.
içi geçmiş şiir de sevmiyorum. şiir karpuz değildir çünkü.(buradan içi geçmiş karpuz sevdiğim sonucu çıkabilir. onu da sevmem.)
bazı şairciklere "ne cesaretle bunları yazıyorsun?" diye soruyorum. bunu göze alabiliyor mu 'şair'? bence göze alabilmeli. yapamıyorsa yazdığını 'kendisine saklamalı'. 'çirkin' şeylerle şiiri okuyanın 'güzel'ini bozmamalı. bir de 'kitsch' diye bir kavram var, bütün 'şair'lerin bundan haberi olmalı. yazan, yazdığı 'şey'in ne olduğunu herkesten iyi bilmeli; her harfin; hatta noktanın, virgülün 'bile' hesabını verebilmeli. çünkü şiir 'yüce'dir. şiir duvar yazısı değildir. (beklentim çok mu yüksek ey insanlar?)
ukala damarıma bastın. öyleyse al sana:
sevgili şaircik,
his yoksa şiirinde
şiir eşiğim var benim.
ayrıca taze şiir severim, orta yaş üstü şiirden haz etmem.
içi geçmiş şiir de sevmiyorum. şiir karpuz değildir çünkü.(buradan içi geçmiş karpuz sevdiğim sonucu çıkabilir. onu da sevmem.)
Etiketler:
alelade,
benim şiirim var,
ne diyeyim şimdi ben?,
ne gerek vardı?,
şımarık,
ukala
12 Ağustos 2011 Cuma
"Şey" Sorunsalı ve Beynin Geçici Olarak Ulaşılamaması (Başlık bu)
(Apansızın gelen uyarı: Öyle bir yazmışım ki kendimden geçtim okurken. Uyarı mahiyetinde söyleyeyim, bu yazıyı öylesine yazdım. Bir sürü şeyi öylesine yazarım. Zorlama kendini okumak için. Saçma yani. Oku ama sıkıldığın yerde bırak. Hepsini okursan da demedi deme diye diyorum. Diye demedi diyorum deme. Öyle bir şey işte.)
"Şey"le ilgili bir şeyler yazdım. Bir de "ama"yla ilgili. Çok kasmadan bütün derdimi anlatmak istiyorum, ama daha başında tıkandım.
"Ama" deyip durunca aklıma askerlik geliyor. Bir sürü saçma sebebi var. Buraya yazamayacağım.
"Şey" sözcüğüne fena halde takıldım.
Bunlarla ilgili bir şey yazabilirim fakat (ama yerine fakat) yazdım zaten. Bir daha niye yazayım?
Sanki herkes benim bir şeyler yazmamı çılgınca bekliyormuş gibi artizlik yapmayı seviyorum. Poe'nun bahsettiği insan benim: Düşlerin tek gerçeklik olduğuna inanıyorum.
Laf olsun diye söylenmiş bir şey bu. İnsanlar inanmadıkları şeyleri yazmamalılar. (neleri yazmamalılar sözgelimi?)
Sözgelimi dedim. Hasan Ali Toptaş'tan aldığım bir sözcük. Daha önce bununla ilgili bir yazı yazmıştım. Saçma da olsa durumu izah edebildiğime inanmıştım. Yukarıda "şey" sözcüğünü kullandıktan sonra bir parantez açtım ve gereksiz bir sorgulamaya giriştim. "Şey"in içini neyle dolduracağız? Bu şey yüzünden başımıza gelmeyen kalmadı.
"Şey" ne'yi ney yapar. Ney diye bir soru sözcüğümüz yok. Ney bir sazdır. "Ne" ise zamir (her zaman zamir değil bu. Ben şu an o anlamıyla kullanıyorum). Sözlük anlamı da "hangi şey" demektir. Türkçeye "şey" sözcüğünün girmesi olayının tarihçesine falan bulaşmadan özet geçeyim, bu "ne" sözcüğü "şey"le ilgilidir. Sorunun çözümü "ne"yde yatıyor. Türkçeye "şey" sözcüğünü katan arkadaşa inat ben de "ne" sözcüğünün ölçünlü dilde kullanılışının yaygınlaşmasını istiyorum.
Düşündüm de bu yazıyı okumak yerine yapılacak güzel şeyler var. Aklıma kahve içmek geldi böyle söyleyince. Bu saatte kahve içilmez ama olsun. İki cümle önce "şey" dedim. Çıldırıcam. (Yazının başına uyarı koydum. O yüzden rahatladım. Bir de onu dert etmeyeyim diye söylüyorum)
Yazmayacağım da demiştim. Yazdım yine.
Başka konuya geçiyorum.
Beynin geçici olarak ulaşılamaması. Berbat bir durum. Etrafımda olan bitenin bir süre anlamsız ve anlamsız olduğu halde rahatsız etmeyen bir özelliğe bürünmesiyle dünya 1 saatliğine dursa ne olurdu diye bile düşünememektir beynin geçici olarak ulaşılamaması.
:(
(Bu yazdıklarımı silsem mi acaba)
Yazarın sorumluluğundan bahsedeyim.
Bir yazar önce kendisine karşı sonra okuyucularına karşı sorumludur. Yazdıklarıyla insanların vaktini boşa harcamasına sebep olmaktan korkmalıdır yazar. Soran olur belki, hiç yazar olmadım hayatımda. Ama vaktimi boşa harcayan yazarlara çok küfürlü sözler söylemişliğim çoktur. Oradan biliyorum.
Buraya bir şeyler yazmam gerekli gibi hissettiğimden yazdım. Çok sıkıcı bir gündü benim için. Yazarak kendi kendimi eğlendiririm diye düşündüm.
Ancak bu kadar işte.
bugünün güzel "şey"i de bu şarkı:
Suede - Everything will flow
Biraz arakladım gibi oldu, kusura bakmasın artık. Buradan arakladım.
Tuhaf şeyler hissettiren şarkı da bu:
Bassment - In My Sleeping
(20 kereden fazlası çok fena kafa yapıyor)
"Şey"le ilgili bir şeyler yazdım. Bir de "ama"yla ilgili. Çok kasmadan bütün derdimi anlatmak istiyorum, ama daha başında tıkandım.
"Ama" deyip durunca aklıma askerlik geliyor. Bir sürü saçma sebebi var. Buraya yazamayacağım.
"Şey" sözcüğüne fena halde takıldım.
Bunlarla ilgili bir şey yazabilirim fakat (ama yerine fakat) yazdım zaten. Bir daha niye yazayım?
Sanki herkes benim bir şeyler yazmamı çılgınca bekliyormuş gibi artizlik yapmayı seviyorum. Poe'nun bahsettiği insan benim: Düşlerin tek gerçeklik olduğuna inanıyorum.
Laf olsun diye söylenmiş bir şey bu. İnsanlar inanmadıkları şeyleri yazmamalılar. (neleri yazmamalılar sözgelimi?)
Sözgelimi dedim. Hasan Ali Toptaş'tan aldığım bir sözcük. Daha önce bununla ilgili bir yazı yazmıştım. Saçma da olsa durumu izah edebildiğime inanmıştım. Yukarıda "şey" sözcüğünü kullandıktan sonra bir parantez açtım ve gereksiz bir sorgulamaya giriştim. "Şey"in içini neyle dolduracağız? Bu şey yüzünden başımıza gelmeyen kalmadı.
"Şey" ne'yi ney yapar. Ney diye bir soru sözcüğümüz yok. Ney bir sazdır. "Ne" ise zamir (her zaman zamir değil bu. Ben şu an o anlamıyla kullanıyorum). Sözlük anlamı da "hangi şey" demektir. Türkçeye "şey" sözcüğünün girmesi olayının tarihçesine falan bulaşmadan özet geçeyim, bu "ne" sözcüğü "şey"le ilgilidir. Sorunun çözümü "ne"yde yatıyor. Türkçeye "şey" sözcüğünü katan arkadaşa inat ben de "ne" sözcüğünün ölçünlü dilde kullanılışının yaygınlaşmasını istiyorum.
Düşündüm de bu yazıyı okumak yerine yapılacak güzel şeyler var. Aklıma kahve içmek geldi böyle söyleyince. Bu saatte kahve içilmez ama olsun. İki cümle önce "şey" dedim. Çıldırıcam. (Yazının başına uyarı koydum. O yüzden rahatladım. Bir de onu dert etmeyeyim diye söylüyorum)
Yazmayacağım da demiştim. Yazdım yine.
Başka konuya geçiyorum.
Beynin geçici olarak ulaşılamaması. Berbat bir durum. Etrafımda olan bitenin bir süre anlamsız ve anlamsız olduğu halde rahatsız etmeyen bir özelliğe bürünmesiyle dünya 1 saatliğine dursa ne olurdu diye bile düşünememektir beynin geçici olarak ulaşılamaması.
:(
(Bu yazdıklarımı silsem mi acaba)
Yazarın sorumluluğundan bahsedeyim.
Bir yazar önce kendisine karşı sonra okuyucularına karşı sorumludur. Yazdıklarıyla insanların vaktini boşa harcamasına sebep olmaktan korkmalıdır yazar. Soran olur belki, hiç yazar olmadım hayatımda. Ama vaktimi boşa harcayan yazarlara çok küfürlü sözler söylemişliğim çoktur. Oradan biliyorum.
Buraya bir şeyler yazmam gerekli gibi hissettiğimden yazdım. Çok sıkıcı bir gündü benim için. Yazarak kendi kendimi eğlendiririm diye düşündüm.
Ancak bu kadar işte.
bugünün güzel "şey"i de bu şarkı:
Suede - Everything will flow
Biraz arakladım gibi oldu, kusura bakmasın artık. Buradan arakladım.
Tuhaf şeyler hissettiren şarkı da bu:
Bassment - In My Sleeping
(20 kereden fazlası çok fena kafa yapıyor)
Etiketler:
alelade,
günce,
Hiç olmadı ki...,
ne diyeyim şimdi ben?,
ne gerek vardı?,
paramparçalar,
pasaklı,
şımarık,
ukala,
unut gitsin,
üşengeç
11 Ağustos 2011 Perşembe
Ben bu satırları yazarken
Geldim. Buradayım.
Ortalıklarda görünmem ve dışarı çıkmam gerekiyor. Sadece gerektiği için böyle olması gerekiyor. Özel bir isteğim yok bununla ilgili. Kaçışımın bencillik kısmı beni yordu. Belki birileri kızmıştır. Kızmasın kimse, bazı şeylerin olması gerekir, bir şeyler olması gerektiği için olur bazen.
Kıçımı koyacak sağlam bir şey bulmam lazım. Saatlerce çalışıyorum. Artık oturmaktan yorulduğum için ayağa kalkıp ayakta da çalışıyorum ve sonra mecburen tekrar oturuyorum. Oturduğum yer eskidi, yerine sağlam bir şey koymak gerekiyor (kıçımdan bahsetmiyorum burada).
Belki bunun için de biraz yürümem gerekiyordur. Yalnız yürümeyi sevmediğimi daha önce söylemiştim.
Dışarı çıkmak istemiyorum. Çok işim var. Her şey iyi olsun diye çok çabalamam gerekiyor. Bir sürü hayal kuruyorum ve onların buhar olup uçmasını istemem. Gerçi hayaller hep gaz halinde salınıyor odamın içinde. Burada kalmaları gerek. Onlara iyi bakarsam toprağa da düşecekler, dışarı çıksalar bile. (suyla toprağın buluşması iki sevgilinin buluşması gibi gelir bana hep.) İyi şeyler olacağına inanmak istiyorum. İyi olacağıma.
Yine de dışarı çıkacağım. Evden dışarı çıkmaktan bahsetmiyorum. Kafamı içimden çıkarmaktan bahsediyorum.
Evin dışına da çıkacağım. Yürümek için. Algılarım körelmesin diye.
1 saat en fazla. O da dışarı çıktığıma değerse tabii. Çok hoşuma giderse süreyi biraz uzatabilirim.
Asıl önemli soru geliyor. Kim benimle 1 saat dışarı çıkmak ister? (sonuna ki bağlacı koyasım geldi, ama acınacak bir halde olduğum düşünülsün istemedim; çünkü acınacak bir halde değilim, oldukça iyiyim)
Birileri benimle dışarı çıkmak isteyecektir tabii ki. Ama özellikle vurgulamak istiyorum: Sadece 1 saat. Önemli olan bu yani benim için.
Gittikçe iğrençleşmeye başladığımı hissettim. Böylesi bir ukalalığa da kim dayanabilir bilmiyorum. Neyse, telafi ederiz bir şekilde.
-----
Not: Kıç sözcüğünü vücudun bir bölümünün karşılığı olarak kullandım. Kulağa pek hoş gelmiyor olabilir, ama oramı da yadsıyamam. (Popo deseydim daha mı iyi olur diye düşünmedim değil.)
Not 2: Ne gerek vardı şimdi?
Not 3: Ben bu satırları yazarken aslında çoktan uyumuş olmalıydım.
Not 4: Bir de şarkı var. Bu saate pek uymayacak kadar sert olabilir.
Demons And Wizards - The Gunslinger
Ortalıklarda görünmem ve dışarı çıkmam gerekiyor. Sadece gerektiği için böyle olması gerekiyor. Özel bir isteğim yok bununla ilgili. Kaçışımın bencillik kısmı beni yordu. Belki birileri kızmıştır. Kızmasın kimse, bazı şeylerin olması gerekir, bir şeyler olması gerektiği için olur bazen.
Kıçımı koyacak sağlam bir şey bulmam lazım. Saatlerce çalışıyorum. Artık oturmaktan yorulduğum için ayağa kalkıp ayakta da çalışıyorum ve sonra mecburen tekrar oturuyorum. Oturduğum yer eskidi, yerine sağlam bir şey koymak gerekiyor (kıçımdan bahsetmiyorum burada).
Belki bunun için de biraz yürümem gerekiyordur. Yalnız yürümeyi sevmediğimi daha önce söylemiştim.
Dışarı çıkmak istemiyorum. Çok işim var. Her şey iyi olsun diye çok çabalamam gerekiyor. Bir sürü hayal kuruyorum ve onların buhar olup uçmasını istemem. Gerçi hayaller hep gaz halinde salınıyor odamın içinde. Burada kalmaları gerek. Onlara iyi bakarsam toprağa da düşecekler, dışarı çıksalar bile. (suyla toprağın buluşması iki sevgilinin buluşması gibi gelir bana hep.) İyi şeyler olacağına inanmak istiyorum. İyi olacağıma.
Yine de dışarı çıkacağım. Evden dışarı çıkmaktan bahsetmiyorum. Kafamı içimden çıkarmaktan bahsediyorum.
Evin dışına da çıkacağım. Yürümek için. Algılarım körelmesin diye.
1 saat en fazla. O da dışarı çıktığıma değerse tabii. Çok hoşuma giderse süreyi biraz uzatabilirim.
Asıl önemli soru geliyor. Kim benimle 1 saat dışarı çıkmak ister? (sonuna ki bağlacı koyasım geldi, ama acınacak bir halde olduğum düşünülsün istemedim; çünkü acınacak bir halde değilim, oldukça iyiyim)
Birileri benimle dışarı çıkmak isteyecektir tabii ki. Ama özellikle vurgulamak istiyorum: Sadece 1 saat. Önemli olan bu yani benim için.
Gittikçe iğrençleşmeye başladığımı hissettim. Böylesi bir ukalalığa da kim dayanabilir bilmiyorum. Neyse, telafi ederiz bir şekilde.
-----
Not: Kıç sözcüğünü vücudun bir bölümünün karşılığı olarak kullandım. Kulağa pek hoş gelmiyor olabilir, ama oramı da yadsıyamam. (Popo deseydim daha mı iyi olur diye düşünmedim değil.)
Not 2: Ne gerek vardı şimdi?
Not 3: Ben bu satırları yazarken aslında çoktan uyumuş olmalıydım.
Not 4: Bir de şarkı var. Bu saate pek uymayacak kadar sert olabilir.
Demons And Wizards - The Gunslinger
Etiketler:
alelade,
fazla zamanım yok,
günce,
Hiç olmadı ki...,
ne diyeyim şimdi ben?,
ne gerek vardı?,
pasaklı,
şımarık,
ukala,
unut gitsin,
üşengeç
7 Temmuz 2011 Perşembe
Kısa 2
Hala boşluk. Hala beyazlık. Hala "Mu".
Hala saygı sembolü:
Yalınlık, yalnızlık.
Boşluğu geçtim. Nüans var şimdi. Benimle onun arasında, seninle benim aramda, bizimle onların arasında.
Bir yerlerde.
Genel özeldir. Özel geneldir.
Ama nüans bizimdir. Bize aittir, bizi ayırandır.
Nüans: Boğaziçi Köprüsü gibi.
İncecik. Dibinden bakarsan değil ama.
Bunun şarkısı da var. Fark var falan diyor ya. Öyle aslında. Fark var.
Fark var, ama olmamasına uğraşıyorlar. Çünkü sevmezler farkları.
İnsanları ortalamaya indirmeye ya da yükseltmeye çalışırlar. Her anlamda.
Fark olmasın, uçlar olmasın, ortalama olsun. Dağılmasın insanlar, düşündüklerimiz aynı olsun, hepimiz aynı ideallerin peşinden koşalım. Bunları istiyorlar.
Farklılıklarımızla birlikte olabildiğimiz zaman her şey çok daha farklı olacak.
Basitçe: Başkasında zaten olan bir şeyi ona vermektense onda olmayan ama onun ihtiyacı olabilecek bir şeyi ona vermek daha anlamlı.
Yani:
Bende, sende olmayan bir şey varsa ve onu seninle paylaşabiliyorsam daha mutlu olacağız diyorum.
Sende olmayıp da bende olan şey farktır.
Bir de şunu diyeceğim:
Japonlar yemeklerini çatal ve bıçakla kesmeyi saygısızlık olarak gördükleri için çubuk kullanıyorlarmış. Ne kadar nazikler.
Roland Barthes okuyorum. Nüans ve Boşluk oralardan geliyor.
Yazıları 'nasıl' yazdığımı yazmayacağım artık. Öyle olması gerektiğini düşündüm.
Etiketler:
alelade,
günce,
ne diyeyim şimdi ben?,
paramparçalar,
pasaklı,
ukala,
üşengeç
2 Temmuz 2011 Cumartesi
Verilen Kararın Geri Alınmaması
Bak çok düşündüm, bir şeyler yapmaya karar verdim. Biraz kafam dağılsın diye film izleyecektim. İki saat geçti izlemeye karar vermemin üstünden.
Verilen karar geri alınmıyor. Yapmazsın, olmaz, olmasın. Çok mu önemli?
Çok önemli tabii.
Bu iki saat neyle geçti ve neyle geçmesi gerekirdi?
Yine de haksızlık etmeyeyim kendime. Çok işim var benim. Çilemi doldurmam gerekli hem. Şartlar olgunlaşıp dalından düşmeli, sonra hayatı öpmeli falan.
Liste uzun. Ama iyi ve güçlü olmalıyız yapmak için. Sağlam durmalı,
Çok önemli olanlar itinayla çok daha önemli olmalı. Buna uğraşmalıyız, yeterince önemli değilse de zorlamalıyız ki genelde böyle şeyler yaparız.
Verilen kararlar geri alınmamalı. Yoksa karar vermenin anlamı kalmaz.
Bak, mantıklı da düşünebiliyorum.
Ama mantıklı hissedemiyorum, mantıklı saçmalayamıyorum, mantıklı düşünebiliyorum sadece. O da birkaç kere aynı şeyi tekrarlayınca biçimsiz bir şey olup çıkıyor.
Mantıklı hissedemez insan, o nereden çıktı diye sorup duruyorsun. Pek faydasız bir çaba bu. Yazmak için yazılıyor bunlar. Genelde böyle yaparız.
Buradan etik olaylarına girerim ben. Etik illa olması gereken bir şey değil aslında. İnsan icadı, çoğunlukla önemsenmeyen yapay bir kavram. Kimin umurunda?
Ortaya bir şey atacağım şimdi, sansasyonel bir şey. Kimsenin umurunda olmayacak.
"Para karşılığı yazı yazmak fahişeliktir."
Kimse önemsemedi değil mi?
Ben de öyle düşünmüştüm zaten. Sorun yok. Sorun yok.
Verilen karar geri alınmıyor. Yapmazsın, olmaz, olmasın. Çok mu önemli?
Çok önemli tabii.
Bu iki saat neyle geçti ve neyle geçmesi gerekirdi?
Yine de haksızlık etmeyeyim kendime. Çok işim var benim. Çilemi doldurmam gerekli hem. Şartlar olgunlaşıp dalından düşmeli, sonra hayatı öpmeli falan.
Liste uzun. Ama iyi ve güçlü olmalıyız yapmak için. Sağlam durmalı,
Çok önemli olanlar itinayla çok daha önemli olmalı. Buna uğraşmalıyız, yeterince önemli değilse de zorlamalıyız ki genelde böyle şeyler yaparız.
Verilen kararlar geri alınmamalı. Yoksa karar vermenin anlamı kalmaz.
Bak, mantıklı da düşünebiliyorum.
Ama mantıklı hissedemiyorum, mantıklı saçmalayamıyorum, mantıklı düşünebiliyorum sadece. O da birkaç kere aynı şeyi tekrarlayınca biçimsiz bir şey olup çıkıyor.
Mantıklı hissedemez insan, o nereden çıktı diye sorup duruyorsun. Pek faydasız bir çaba bu. Yazmak için yazılıyor bunlar. Genelde böyle yaparız.
Buradan etik olaylarına girerim ben. Etik illa olması gereken bir şey değil aslında. İnsan icadı, çoğunlukla önemsenmeyen yapay bir kavram. Kimin umurunda?
Ortaya bir şey atacağım şimdi, sansasyonel bir şey. Kimsenin umurunda olmayacak.
"Para karşılığı yazı yazmak fahişeliktir."
Kimse önemsemedi değil mi?
Ben de öyle düşünmüştüm zaten. Sorun yok. Sorun yok.
Etiketler:
paramparçalar,
pasaklı,
şımarık,
ukala,
unut gitsin
7 Haziran 2011 Salı
bittiği gibi başladı
Alelade bir başlangıç: Başlayamamak.
Bir şeyin başladığını anlamak özel bir yetenek gerektirir. Başlayanların başladığını anlama yeteneği. Yanısıra ortalama bir zeka ve biraz da dikkat.
Dikkat! Başladık.
Yanlış anlatmak, yanlış yazmak, yanlış okumak peşisıra düzeltilmiş tekrarlarını getirir. Çünkü yanlış yapmayı sevmeyiz, yaptığımızda düzeltmek isteriz. Çok gerekli gördüğümüzden doğrularımızı biriktiririz. Haklı olmaya ihtiyacımız vardır, hatalıysak birileri bizi arasın da biz onu geçiştirelim, bu biraz da bize ders olsun isteriz. Hatalıysak düzeltmeye çalışırız. Çünkü güzel görünmeliyiz, birileri bizde kusur bulmamalı, bizim gördüğümüzü başkaları görmemeli. Gizleriz, gizemliyi oynarız, karizmamıza karizma katarız böylelikle. Eksikliklerimizi lehimize çeviririz. Falan filan.
Hiçbir şey yazamadığında neden yazamadığını yaz, diyenin anlatmak istediğini yapıyorum şu an. Başlayamadım. Neden başlayamadığımı yazdım. Sonra da yazmaya başladım. Kafamda bir konu belirdi ve bunu kendimi kurcalayarak ortaya çıkardım. Basit bir itirafta bulunayım: Aslında böyle olduğunda önceki yazdıklarımı tek bir hamlede silip asıl yazmak istediğim konuyla ilgili bir sürü ahkam keserim. Böylesine gerek görmüyorum şu an; çünkü kendi yaşam alanımda olabildiğince özgür hissediyorum, hiçbir kısıtlamaya maruz kalmadan içimi hoş eden bir şey yapıyorum. Yazımı yazıyorum. Barthes'ın metnin hazzı dediği şeye benzer bir his bu, haz alıyorum yaptığımdan.
(Yukarıda yazdıklarımı unut şimdi. Asıl konuya gelelim, yoksa sen yine zıvanadan çıkacaksın.)
Kolaya kaçış. Saklanma. Sayıklama.Tasarladığım yazı bunların üzerine kuruluyor.
Ya işte öyle. Her şey "Alelade bir başlangıç: Başlayamamak." diyerek başladı ve ben bunları yazdım. Bu kadar olması hiç olmamasından çok çok çok iyidir. Çok daha iyi olacak.
Bir şeyin başladığını anlamak özel bir yetenek gerektirir. Başlayanların başladığını anlama yeteneği. Yanısıra ortalama bir zeka ve biraz da dikkat.
Dikkat! Başladık.
Yanlış anlatmak, yanlış yazmak, yanlış okumak peşisıra düzeltilmiş tekrarlarını getirir. Çünkü yanlış yapmayı sevmeyiz, yaptığımızda düzeltmek isteriz. Çok gerekli gördüğümüzden doğrularımızı biriktiririz. Haklı olmaya ihtiyacımız vardır, hatalıysak birileri bizi arasın da biz onu geçiştirelim, bu biraz da bize ders olsun isteriz. Hatalıysak düzeltmeye çalışırız. Çünkü güzel görünmeliyiz, birileri bizde kusur bulmamalı, bizim gördüğümüzü başkaları görmemeli. Gizleriz, gizemliyi oynarız, karizmamıza karizma katarız böylelikle. Eksikliklerimizi lehimize çeviririz. Falan filan.
Hiçbir şey yazamadığında neden yazamadığını yaz, diyenin anlatmak istediğini yapıyorum şu an. Başlayamadım. Neden başlayamadığımı yazdım. Sonra da yazmaya başladım. Kafamda bir konu belirdi ve bunu kendimi kurcalayarak ortaya çıkardım. Basit bir itirafta bulunayım: Aslında böyle olduğunda önceki yazdıklarımı tek bir hamlede silip asıl yazmak istediğim konuyla ilgili bir sürü ahkam keserim. Böylesine gerek görmüyorum şu an; çünkü kendi yaşam alanımda olabildiğince özgür hissediyorum, hiçbir kısıtlamaya maruz kalmadan içimi hoş eden bir şey yapıyorum. Yazımı yazıyorum. Barthes'ın metnin hazzı dediği şeye benzer bir his bu, haz alıyorum yaptığımdan.
(Yukarıda yazdıklarımı unut şimdi. Asıl konuya gelelim, yoksa sen yine zıvanadan çıkacaksın.)
Kolaya kaçış. Saklanma. Sayıklama.Tasarladığım yazı bunların üzerine kuruluyor.
- Bir yazıda en kolay akış galiba listelemeyle sağlanıyor. Kolaya kaçış budur, ben bunu yapıyorum.
- Umuma açık alanlarda öyle her düşündüğünü, her yaptığını söyleyemezsin; gecelerini harcadığın, gidip sevişmek yerine oturup ince ince dokuyarak yazdığın yazıları, hikayeleri herkesle paylaşamazsın. Hem kıymeti bilinmeyebilir hem de nafile bir çabadır bu, kendini yorduğuna değmez çoğu kez. Bir de üstüne biri gidip olur olmadık yerlerde kullanır, bir de kendininmiş gibi anlatır, kıskanırsın falan. Hiç gerek yok böyle şeylere. Durduk yere niye canın sıkılsın. Bu yüzden saklanman gerekir. Bu şifreleme gibi bir şey. Kendini açık etmeden anlatmak istediğini anlat, ama kimse anlamasın. Harika bir formül bu.
- Çelişkili bir durum oluşturdum durduk yere. 2'nci maddede söylediklerimle daha önce söylediklerim arasında bir çelişki oluştu. "Kendi yaşam alanımda olabildiğince özgür hissediyorum, hiçbir kısıtlamaya maruz kalmadan içimi hoş eden bir şey yapıyorum. Yazımı yazıyorum." diye yazmıştım. Peki o halde saklanmak niye? Böyle bir kısıtlamanın varlığı aslında bir başkasının yazdıklarımı okuma ihtimalinden kaynaklanıyor. Yapabileceğim tek şey bunu ortadan kaldırmak fakat bunu yapamam. Çünkü yazdıklarımı okuyan birilerine ihtiyacım var, onlar olmadan buraya yazmamın hiçbir anlamı kalmazdı. İnsanlar okusun ve ben bir şeyleri saklayayım. Niye saklıyorsun diyene de sanat yapıyorum deyip işin içinden çıkarım. Umarım yazdıklarımı okuyan(lar) bu kısmı anlamaz.
- Sayıklama. En sık yaptığım şey. Aynı şeyleri defalarca söylemeyi seviyorum, bunu bir ahenk unsuru olarak görüyorum. Aynı şeyi farklı şekillerde söylemeye çalışarak üslup geliştiriyorum. Bu blogun biricik amacı bu aslında. Üslup denemesi yapıyorum ben burada. (Bu blogun var olma nedeni çok önemlidir ve aslında çok da özeldir ve aslında daha önce yazmıştım ben bunu. Buradan okuyabilirsin.)Sayıklamayı biraz kurcalamak gerek, buradan çok şey çıkarırım ben.Sayıklamak aslında çoğu yazan çizen söyleyen insanın sık yaptığı bir eylem. Erişlmesi zor bir bilinç halindeyken (örneğin uykudaki bilinçlilik ve bilinçsizlik halinin karışımı olan o ayarsız hal) üreten insanlar bunu çok kullanıyorlar. Ve bazılarımız yaptıklarını alkollü olduğu gerekçesiyle önemsizleştirmeye çalışmıştır. Böyle zamanlarda söylenmiş şeylere sayıklama deniyor. Bol tekrarlı anlamsız ve çelişkili sözler 'tüketmek'. Muhatap(lar)ımızı da arada kaynatarak tabii. Ve önemlidir sayıklamak: Sayıklama benzeri bir şey yüzünden Porcupine Tree'yi ve Riverside'ı çok severim. Belirtmeden geçemeyeceğim.
- "Biraz da dikkat." Bu işte beni dürten şey. Dikkatin miktarı olur mu, sorusu. Bir şeyleri yanlış yapmakla ilgili o saçmalamalarımın sebebi buydu. Bağlantıyı burada kurmayı uygun gördüm. Yanlış değil aslında. Dikkat zamanla ölçülebiliyor, belki başka şeylerle de ölçülüyordur. Olsun belki de yanlıştır bilemeyiz. (Unut gitsin!)
- Kendimle aramda şöyle bir konuşma geçti geçenlerde: "Sen anlat, ben susarım. Hiçbir şey değişmez hayatımızda. Anlattığınla kalırsın. Sustuğumla kalırım." Kendimden korkmalı mıyım?
- Bazı gecelerin anlık sorusu şu: Edebiyatla, müzikle bezenmiş hayatımdan çok mutluyum da ondan mı başka bir şey yapasım yok? Geçerliliği anlıktır, gelir geçer. Bununla ilgili düşündüğüm başka şeyler var. Daha fazla edebiyat, daha fazla müzik. Bunun için çabalamak.
- Bir yazı okudum, şöyle diyordu: "Nietzsche Nihilist değildir, nihilist de değildir." Harika bir tümce. Tek harfle bu kadar çok şey söyleyeni kıskanırım.
- Son dakika haberi: Gestalt ekolü analitik düşünceye karşı! (Noluyoruz be!) (Çok mu oldu bu? Dozu biraz azaltmalıyım galiba.) Bir film izledim ve hayatım değişmedi. Böyle film mi olur? Sen bari yapma. Gestaltçı bir filmdi bu. Adı Flipped (imdb linki içinde). Filmde birkaç yerde şu geçiyor: "Bütün kendisini oluşturan parçaların toplamından daha fazladır." (daha yücedir, daha farklıdır gibi bazı anlamlar da kullanılabilir). Bunu oldukça güzel anlatan bir filmdi. Küçük kızımızın analitik düşünme yeteneği de gözümden kaçmadı. En son yorumum da ilk başta yazdığım abartılı söz olmuştu. Filmi izlemeyenlere tavsiye ederim. Bana doyurucu geldi, ama tabii hayatım değişmedi. Ben yine şu an olduğum gibiyim, filmi izlerken de o an olduğum gibiydim ve farklı olan şey şu anla o an. Ben değişmedim. (Yalan söylüyorsun.)
- "Gün ile gece: Birbirini istemeyen iki nazlı sevgili." Kendimden arakladım. Başkasından da araklamış olabilirim.
- Bir önceki gönderdiğimle ilgili: Dünyama girmelerine izin verdiğim insanlar girdikleri yeri pek önemsemiyor olabilirler ama benim hayatımda çok önemli bir konumdalar. O önemli konumlarıyla sonumu getirebilirler. Edebiyatçılar, sinemacılar, arkadaşlar, gereksiz görünen gerekli insanlar, herkes buna dahil.
- Bütün bu yazdıklarımı sana veya senin için yazıyorum biliyorsun değil mi? Kendim ve onun için. Kendime ve ona değil her zaman. Hep 'için' ve 'için' ve bazen sana ve bana.
- Yukarılarda bir yerde Barthes göndermesi vardı. "Yazıyı oluşturan bir söz boşluğudur," der kendisi ve ben ona bayılırım. Bunu da yazmasam çatlardım.
Ya işte öyle. Her şey "Alelade bir başlangıç: Başlayamamak." diyerek başladı ve ben bunları yazdım. Bu kadar olması hiç olmamasından çok çok çok iyidir. Çok daha iyi olacak.
Etiketler:
ne diyeyim şimdi ben?,
paramparçalar,
pasaklı,
şımarık,
ukala,
üşengeç
3 Haziran 2011 Cuma
Ne olmuş yani
E, haydi eğlenceli bir şeyler yapalım. Hep böyle oturacak değiliz ya, bir şeyler yapalım. Bir şey yapmalı hey, bir şey yapmalı!
Zorlayınca olmuyor diye düşünüyorsun, insan istemeden eğlenceli şeyler yapamıyor, doğrudur, haklısındır. Sen istemeden herkesin her türlü işine koşuyorsun, istemediğin bir sürü şey yapıyorsun: Para için, sorumluluklarını üzerinden atmak için, başkalarının mutlu olması için, belki işine yarar diye düşündüğün için, içine düşürüldüğün kör kuyulardan çıkabilmek için, gibi, gibi, gibi bir sürü çıkarın 'için'. Seni iyi edecek bir şey yapmadan mutlu ve memnun olmayı, huzur dolmayı beklemek yerine seni iyi edecek şeyler yap, beklediklerin zaten gelir. Basit, yüzeysel ve sıradan. Hala da haklısın.
Herkes çoğu şeyi zorunluluktan yapıyor. Böyle başarıyorlar yapmayı, kılmayı ve olmayı. Zorunluluklar rahat bünyelere iyi geliyor. Hem bakarsan görürsün, çoğu insan birileri tarafından sınırlandırılmayı, engellenmeyi, yönlendirilmeyi çok sever. Çocukluğumuzdan beri hepimiz bunu öğreniyoruz aslında. En iyi deneyimlerimiz zorunlulukları sevdiğimiz halde onlardan kurtulmaya çalışırken yaşadıklarımız. Zor gelmesin sana, bu bir oyun.
Her zaman hayatımdan memnunum diyebilmek imkansızdır. Hayatın bir ölçünü yok, her şey sürekli değişiyor. Hayatından sürekli memnun olmayı başarabilen(!) insanlar maldır, eşyadan farksızdır*. Öğrenmez onlar, duvar saatları gibi ahmak ve kibirlidirler, sayıklayıp dururlar aynı şeyleri. Kendilerini kandırırlar hep, sen de kanabilirsin onlara; ummadığın bir anda aklına gelirler ve şaşırtırlar seni. Nasıl bu kadar kabullenmişler, nasıl bu kadar iyiler, nasıl bu kadar her şeyleri yolunda gidiyor diyebilirsin. Onlara bakma, onlar yaşamıyorlar aslında. Sevmediğin anlarla anlamını bulur hayat ve sende de bu anlardan çok var. Gideceğin yerin önemi yok, gitmektir esas olan, gidebilmektir.
Bunları niye anlatıyorum sana? Eğlenceli bir şeyler yapalım diye. Önce bunları atmam gerek içimden. Pis pis duruyorlar, kirletiyorlar içimi. Yazınca gidecekler gibi geliyor. Basit, yüzeysel ve sıradan olanlardan arınmak için basitçe yazıyorum işte. Hiçbir şey ifade etmiyorlar ve aslında öyle olması gerekiyor.
İnsanlar farklı koşullarda yaratıcı olurlar. Durduk yere bir şeyler üreten birileri var mıdır şu hayatta? Hadi bir sanat eseri çıkarayım ortaya, hadi bir roman yazayım, hadi bir resim yapayım, hadi yeni bir fikir bulayım, manyak bir şarkı yapayım da dünyayı değiştireyim. Hadi ama. Gel, gel. Yok öyle bir dünya.
Kural dışı. Maslow'un ihtiyaçlar hiyerarşisi. Der ki: en alt basamaktaki ihtiyaçları karşılamadan üst basamaktakileri karşılamaya çalışmazsın. Kuralın dışındaki durum nedir? Bazıları en alttaki ihtiyaçları karşılamadan estetik ihtiyaçlarını karşılamaya çalışırlar. Bilerek, isteyerek kendini aç bırakıp da roman yazan insanlar var(mış). Manyak onlar.
Zorla kendini. Bir şeyler yapmak için.
-----------------------------------
Bomboş bir zamanda durduk yere bir kitap kazandım. Nobel ödülünü reddeden tek yazar kimdir, sorusunun yanıtını bildiğim için. Bazen böyle şeyler oluyor, seviniyorum. Kitabı da merak etmiştim bir zamanlar, bu adam ne yazmış acaba 15 yıl uğraştıracak kadar falan demiştim. Murathan Mungan-Şairin Romanı. Bugün yarın elime ulaşır.
----------------------------------
"Bilinmeyen ya da belli belirsiz bilinen bir dilde söylenenlerin etkisi ile dünyayı anladığımız dilde aynı şeyin söylenmesinin üzerimizde bıraktığı etki arasındaki o uçurum anlatmak istediğim çoğu şeyi anlatıyor." Bunu yazmışım bir önceki gönderide. Çok değer veriyorum bu yazdığıma. Diğerleri pek umurumda değil açıkçası.
Yazıyorum, kalıyor. Bazen kalmasın istiyorum, silmiyorum da. Ama önemini yitiriyor. İşlevini yerine getiren yazı kalmasın. Küçük amaçlarım var, yeter onlar bana.
Devam edecektim, ama gerek yok artık.
----------------------------------
E, haydi eğlenceli bir şeyler yapalım. E, hadi eğlenceli bir şeyler yapalım.
Zorlayınca olmuyor diye düşünüyorsun, insan istemeden eğlenceli şeyler yapamıyor, doğrudur, haklısındır. Sen istemeden herkesin her türlü işine koşuyorsun, istemediğin bir sürü şey yapıyorsun: Para için, sorumluluklarını üzerinden atmak için, başkalarının mutlu olması için, belki işine yarar diye düşündüğün için, içine düşürüldüğün kör kuyulardan çıkabilmek için, gibi, gibi, gibi bir sürü çıkarın 'için'. Seni iyi edecek bir şey yapmadan mutlu ve memnun olmayı, huzur dolmayı beklemek yerine seni iyi edecek şeyler yap, beklediklerin zaten gelir. Basit, yüzeysel ve sıradan. Hala da haklısın.
Herkes çoğu şeyi zorunluluktan yapıyor. Böyle başarıyorlar yapmayı, kılmayı ve olmayı. Zorunluluklar rahat bünyelere iyi geliyor. Hem bakarsan görürsün, çoğu insan birileri tarafından sınırlandırılmayı, engellenmeyi, yönlendirilmeyi çok sever. Çocukluğumuzdan beri hepimiz bunu öğreniyoruz aslında. En iyi deneyimlerimiz zorunlulukları sevdiğimiz halde onlardan kurtulmaya çalışırken yaşadıklarımız. Zor gelmesin sana, bu bir oyun.
Her zaman hayatımdan memnunum diyebilmek imkansızdır. Hayatın bir ölçünü yok, her şey sürekli değişiyor. Hayatından sürekli memnun olmayı başarabilen(!) insanlar maldır, eşyadan farksızdır*. Öğrenmez onlar, duvar saatları gibi ahmak ve kibirlidirler, sayıklayıp dururlar aynı şeyleri. Kendilerini kandırırlar hep, sen de kanabilirsin onlara; ummadığın bir anda aklına gelirler ve şaşırtırlar seni. Nasıl bu kadar kabullenmişler, nasıl bu kadar iyiler, nasıl bu kadar her şeyleri yolunda gidiyor diyebilirsin. Onlara bakma, onlar yaşamıyorlar aslında. Sevmediğin anlarla anlamını bulur hayat ve sende de bu anlardan çok var. Gideceğin yerin önemi yok, gitmektir esas olan, gidebilmektir.
Bunları niye anlatıyorum sana? Eğlenceli bir şeyler yapalım diye. Önce bunları atmam gerek içimden. Pis pis duruyorlar, kirletiyorlar içimi. Yazınca gidecekler gibi geliyor. Basit, yüzeysel ve sıradan olanlardan arınmak için basitçe yazıyorum işte. Hiçbir şey ifade etmiyorlar ve aslında öyle olması gerekiyor.
İnsanlar farklı koşullarda yaratıcı olurlar. Durduk yere bir şeyler üreten birileri var mıdır şu hayatta? Hadi bir sanat eseri çıkarayım ortaya, hadi bir roman yazayım, hadi bir resim yapayım, hadi yeni bir fikir bulayım, manyak bir şarkı yapayım da dünyayı değiştireyim. Hadi ama. Gel, gel. Yok öyle bir dünya.
Kural dışı. Maslow'un ihtiyaçlar hiyerarşisi. Der ki: en alt basamaktaki ihtiyaçları karşılamadan üst basamaktakileri karşılamaya çalışmazsın. Kuralın dışındaki durum nedir? Bazıları en alttaki ihtiyaçları karşılamadan estetik ihtiyaçlarını karşılamaya çalışırlar. Bilerek, isteyerek kendini aç bırakıp da roman yazan insanlar var(mış). Manyak onlar.
Zorla kendini. Bir şeyler yapmak için.
-----------------------------------
Bomboş bir zamanda durduk yere bir kitap kazandım. Nobel ödülünü reddeden tek yazar kimdir, sorusunun yanıtını bildiğim için. Bazen böyle şeyler oluyor, seviniyorum. Kitabı da merak etmiştim bir zamanlar, bu adam ne yazmış acaba 15 yıl uğraştıracak kadar falan demiştim. Murathan Mungan-Şairin Romanı. Bugün yarın elime ulaşır.
----------------------------------
"Bilinmeyen ya da belli belirsiz bilinen bir dilde söylenenlerin etkisi ile dünyayı anladığımız dilde aynı şeyin söylenmesinin üzerimizde bıraktığı etki arasındaki o uçurum anlatmak istediğim çoğu şeyi anlatıyor." Bunu yazmışım bir önceki gönderide. Çok değer veriyorum bu yazdığıma. Diğerleri pek umurumda değil açıkçası.
Yazıyorum, kalıyor. Bazen kalmasın istiyorum, silmiyorum da. Ama önemini yitiriyor. İşlevini yerine getiren yazı kalmasın. Küçük amaçlarım var, yeter onlar bana.
Devam edecektim, ama gerek yok artık.
----------------------------------
E, haydi eğlenceli bir şeyler yapalım. E, hadi eğlenceli bir şeyler yapalım.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)