2 Mart 2012 Cuma

Mutlu Olmak İçin Çok Sebebim Var (Sözgelimi inekler buzağılarının ihtiyacından daha fazla süt üretiyorlarmış, bu yüzden süt içerken içim rahat) (Ayrıca illa mutlu olmak da gerekmez)

Dün sabah uyandığımda bir böceğe dönüşüp dönüşmediğimi yokladım. Her tarafım ağrıyordu. Acaba uyuduğum süre boyunca nefes almayı unutuyor olabilir miyim diye düşündüm. Birkaç saat sonra başım ağrımaya başladı. Uzun süre geçmedi, ilaç kullanmak zorunda kaldım. Az çalıştım, çok düşündüm. 

Kendimi uyuşturmayı ve aptallaşmayı öğrendim. Aptal insanlara teşekkür etmeliyim. Onlar ne iyi yol gösterici oldular bana. Saçma bulduğum işleri yapmaktan başka şeyler yapmadığımda hayatın sıkıcı olduğunu da düşünecek boşluk bulamıyor(d)um. Düşünmemek işte, beni kurtaracak olan bu. Düşünmemem gerekiyor, bu yüzden hasta olmamalıyım. Hasta olunca yapmam gerekenleri yapamıyorum, yani bir boşluk buluyorum. Ya da boşluk beni buluyor.

Düşündüm, başım ağrıdı. Başım ağrıdıkça düşündüm. Midem de bulandı bir ara. Kendime fazla yüklendiğimi düşündüm. Ara verdim. Saçma bulduğum işlerle uğraşarak kendimi uyutamadığım için başka şeyler de yapmam gerekti. Çok güzel bir film izledim (Bir Scorsese filmi: Hugo). İyi oldum (boş kalmak iyi eder gibi bir şey çıkıyor bundan).  Nermi Uygur'un Güneşle adlı kitabını elime aldım, okudukça okudum. Ardından Ünsal Oskay kitapları okumak istedim. (Nermi Uygur deyince aklıma iki isim daha gelir. Biri Ünsal Oskay'dır, diğeri de Akşit Göktürk. Bu üç ismi birlikte anmam onların ortak yönlerinin olmasından ziyade benim kişisel yaşantılarımla ilgilidir.)Telefonla konuştum. Özlediğim bir şeydi bu. Televizyon seyrettim. Muhabbet Kralı'nı. Türk televizyonlarında böylesi bir programla karşılaşmamıştım (Okan Bayülgen çok yaşasın. Onun sayesinde daha nelerle karşılaşacağım kim bilir.) Mutluluktan programın birçok yerini kaçırdım (Program başladığında ilk tepkim "Yok artık, bu bir rüya olmalı" oldu. Çünkü konu paradokslardı ve ilk gördüğüm kişi de Ömer Naci Soykan'dı. Bir zamanlar kitaplarını bulmak için neredeyse kendimi yerden yere vurmama sebep olan bir hoca ve çok sevdiğim bir konu. Nasıl da kolay ulaştım onlara.) "Televizyon izlerken" çok heyecanlandım. Çok sıradışı bir durum bu. Heyecanım beni çok yormuş olmalı ki uyuyup kalmışım. (İzleyemediğim programı bu akşam heyecanımı kontrol etmeye çalışarak tekrar izleyeceğim. )

Bu sabah uyandığımda dün yaptıklarımdan pişman olmadım. Normalde "günü boş geçirmek(!)" beni mutsuz ederdi, çok zaman kaybettiğimi düşünebilirdim (bir gün benim için çok zaman demek). İyiyim. Hatta fazla iyiyim. Bu yüzden uyandıktan sonra yataktan çıkmadım. Daha önceleri anneme, bu olduğunda beni yataktan çıkarmasını ve bunu yapmazsa mutsuz olacağımı, işlerin kötüye gideceğini söylemiştim. (Annem üzerinde koşullama deneyleri yaptığımı da itiraf edeyim. Bu deneylerin sonucunda dün "seni çok yalnız bıraktım" deyip yanıma geldi, benimle ilgilendi. Bana belli etmese de benim için ne çok kaygılandığını anlayıp üzüldüm, kendimi tam olarak ifade edememiş olabilirm. Kaygılarının yersiz olduğunu anlatmaya çalıştım ona. Çünkü iyiydim, kaygılanacak bir şey olmadığını da ancak iyi olduğumda düşünebiliyorum.) Beni yataktan çıkarmasının tek yolunun yemek, kahve ve sigara olduğunu söyledim anneme.  Saat 8'de uyanmıştım. Ancak 11'de yataktan çıkabildim. Kahvaltı ettim. Kahve ve sigara içtim. Annem dışarı çıkmam gerektiğini söyleyip duruyor. Ben bunun yerine birkaç yüz tane soru çözdüm. Bir tür perhiz bu, sefadan önceki cefa aşaması.

Dün bana çok şey öğretti.
"Kendimi uyuşturmayı ve aptallaşmayı öğrendim."
En akıllı tarafımdır aptallığı öğrenmek. ":)"

Edip Cansever'in en sevdiğim şiirinden,"Yangın"dan, alıntı yapıp bitirmeden önce çirkin bir şey söyleyeceğim. Şiirin güzelliğinin çirkinlikleri örteceğini umduğumdan böyle yapacağım, kaygısızca.
"KPSS'ye kafam girsin."

Ve şiir:

Dışarı çıkıyorsanız dikkat! çiçeklerle karşılaşmayın
Ya da koklamayın onları, iyisi mi, yüzünüzü örtün şapkanızla
Ya da düşünmeyin hiç, ben bakın öyle yapıyorum
Neden diyeceksiniz? insanda sevgiliyi eskitiyor bu çiçekler
Güneşe benzetiyorlar adamı, masaya vurmuş koyun butlarına
Pek tuhaf! ben de sahanda yumurtayı kıskanırım...
(Edip Cansever - Yangın şiirinden)

2 yorum:

alter ego dedi ki...

Yazın bu düşünmek ve düşünmemek üzerine kendimden bir şeyler paylaşmayı gerektirdi. Umarım bunu yaparak blogunu kirletmiyorumdur.

Normalde düşünmek zor gelir insana. Mesela bir insan bir işe girişeceği zaman, bu iş üzerine düşünmektense, bir an önce o işe girişir. Şöyle bir örnek vereyim; usta – çırak ilişkisinde mesela, çırak her işe düşünmeden atlar, ustası ise ona önce düşün sonra işe giriş der. Aslında ustanın da düşündüğü şeyler, bir tür tecrübeden ibaret. Usta da çırakken, sürekli düşünmeden işe atladığı için ve çokça kez yanıldığı için, zamanla bu işi kavramıştır. Şimdi ise düşünerek işe başlamayla usta sıfatına erişmiştir. Şimdi buradan çıkan sonuç; insanoğlu düşünmemeye meyillidir. Düşünüyorsa da bunu işi gereği, yani bir eylemin gereği yapar.

Şimdi normalde durum böyle olunca, acaba bende mi bir anormallik diye de düşünmeden edemiyorum. Düşünmemeye meyletmiyorum, düşünmeye meylediyorum hep. Artık düşünmemeye çalışmak tüm zamanımı alan bir şey oldu. Düşünürken bile bu kadar zaman harcamıyorum aslında.

Çok mantıksız gelecek ama; çoğu zaman neyi düşündüğümü bile bilmeden düşünüyorum. Yani bunu bir tür iş bellemişim kendime. Üzülüyorum. Çünkü bu hiçbir şey, bomboş bir şey. Düşünmek için de bir şeyler yapmalı, bu yapılanlar üzerine düşünülmeli söz gelimi. Benimkisi ise saçma sapan bir hal aldı artık.

Böylesi bir çıkmaza girdim. İnsanoğlu önce düşünür sonra eyleme geçer ya. Ben ise nicedir düşünmeyi bir tür eylem bellediğim için, fiilen eyleme geçemediğimi fark ettim. “Şunu yapmalıyım” diye düşündüğüm zaman mesela, bu düşündüğüm şey, o eylemi yapmak için düşünülmüş bir şey olmaktan çıkıyor, düşünmek başlı başına bir eylemmiş gibi oluyor. Sonuçta ortada hiçbir şey yok yani. Fakat insanoğluna düşünmek, eyleme geçmek için bahşedilmiş bir şey. Beni ise bir tür eylemsizliğe sürüklüyor. Düşünmemeye çalışıyorum eyleme geçeyim diye ama bunu da başaramıyorum.

Ben bununla baş edemiyorum artık. Bu yüzden de başka şeyler deneyeceğim. Yardım alacağım. Her türlü yardıma açığım :)

negatif dedi ki...

İnsan düşünmeyi öğreniyor. Öğrenmesi için de doğuştan gelen biyolojik donanımlara sahip. Gerekli yetilerle donatılmışız. Yani bir yatkınlık söz konusu.

Sonradan öğrenilenler değiştirilebilir. Yanlış öğrendiklerimizi düzeltebiliriz. Zaten deneyimler de bunun için gerekli değil mi? Öğrenmenin tanımını yapanlar hep bir davranış değişikliğine işaret ederler. Öğrenebiliyorsak ve düşündüklerimizde bir yanlışlık olduğunu düşünüyorsak yanlışlarımızı düzeltmemizi sağlayacak şeyleri henüz öğrenmemiş olabiliriz. Belki bazı şeyleri hiç öğrenemeyiz. Her an karşımızda olanları göremeyebileceğimiz gibi. Bir şeyler var, ama göremiyoruzdur işte. Dikkatimizi çekmiyordur, engellerimiz vardır, anlamlandıramıyoruzdur.

Bazen düğümlenir insan; değişmesi gerekenler değişmediğinde olduğu yerde kalakalır, kıpırdayamaz. Birinin yardımına bu yüzden ihtiyaç duyar galiba. Biri gelip onu itsin ister. Bir şeyleri değiştirebilecek yeni bir yaşantı bir adım sonrasında olabilir. Bazen o bir adım sonrası çok uzak gelebilir. İnsan yürüyemeyince her şey uzak değil midir?
İçinden çıkamayan insana dışındaki her şey uzaktır. Birinin yaklaşması gerekir ona.

Biri yaklaşır, gözünün önüne gelir. Göremeyebilir.

Yardımı olacaksa şöyle bağlayayım, daha çok uzamasın.
Ben kendime karşı çok acımasız olduğumu düşünüyorum. Kendimden korkuyorum. Kendimin kendime yapacaklarından korkuyorum. Bu yüzden kendimi kendimden kurtarmak için ne gerekiyorsa yapmaya razı oldum, kendime boyun eğdim. Söz dinledim. Hala tükenmiş değildim, bir adım atabilecek gücüm vardı. Aksini düşündürecek bir şeyle karşılaşmadığım sürece o adımı atabildiğimi ve bir şeylerin değiştiğini düşüneceğim.

Gözümün önünde olup da görmediğim biri beni itmiş de olabilir. Hala görmüyor da olabilirim. Kıpırdadım ama, bunu düşünmek yetiyor bana.

Edip Cansever yetmediyse İlhan Berk var:
"
Yavaş yavaş geçtim kalabalıkların arasından
Bir deniz çarpması gibi çoğalta çoğalta geçen
Geçtiği yeri
Yavaş yavaş çıktım içimden. Dokundum
Yavaş yavaş acıya, kuvarsa, şiire
Yavaş yavaş tarttım suyu, anladım nedir ağırlık
Kokular
Coğrafya
Eğildim sonra gövdeyi tanıdım ve düzenini
Gördüm sessizliğin dümdüzlüğünü
Gördüm, yinelemedir hiçbir şey
Böyle yavaş yavaş geçtim insandan insana
İnsanlaştırdım yavaş yavaş dışımı
Böyle karıştım kalabalıklara
Kalabalıklaştım böylece"

NOT: Düşüncelerin biraz daha fazlası eyleme dönüşseydi şu dünya olduğundan daha boktan bir yer olurdu. Hatta hayat olmazdı, bunları yazamazdık. Hayat var ve şu an uzun süre devam edecek gibi görünüyor. Demek ki dünya da aslında o kadar boktan bir yer değil. Hala sular akıyor, güneş doğuyor, ağaçlar büyüyor. İnsanların bu kadar süt içmelerine karşın buzağıların karnı doyuyor.

Bizim mutsuzluklarımız, baş edemeyişlerimiz, işlerin içinden çıkamayışlarımız münferit şeyler muhterem.