24 Haziran 2011 Cuma

bir gün, iki sahne.

1. "A Beautiful Mind" Go sahnesi. 
John Nash'in bu halini çok fazla yaşıyorum. Sinir bozucu. 
Ya kaybedersen?

-Pekala, sıra kimde?
-Bugün yeterince go oynadım.

-Hadi.
-Bu oyundan nefret ediyorum.

-Hepiniz korkaksınız!

-Kimse bana meydan okumayacak mı?

-Hadi Bender. Sol bütün sömestr boyunca
kazananın çamaşırlarını yıkayacak.

-Bu hiç adil değil, farkında mısınız?
-Hiç de değil.

-Şuna bakın.
-Nash!

-Geri geri mi yürümeye başladın?


-Güvercinlerin hareketlerini tanımlayacak
bir algoritma bulmaya çalışıyorum.

-Hasta.


-Nash, okulu boşladığını sanıyordum.
Ne derslere geliyorsun, ne de...

-Dersler ancak kafa bulandırır.

-Gerçek yaratıcılık ihtimalini yok eder.

-Bunu bilmiyordum.

-Nash dehasıyla hepimizi şaşkına çevirecek.

-Bu da aslında rekabet edecek cesareti
olmadığı anlamına geliyor.

-Korkuyor musun?

-Dehşete düştüm. Bittim.
Dondum kaldım.

-Aptala döndüm senin yüzünden.

-Kola istemez.

-Elbiselerim ütülü ve katlı olsun.

-Sana bir şey soracağım John.

-Buyur sor Martin.

-Bender ve Sol, Perron'un teorisini ispatlayan
Allen'ın çalışmasını tamamladılar.

-İyi bir çalışma...
ama bir yenilik getirmiyor.

-Gururum okşandı. Ya senin?
-Hem de nasıl.

-Ben, Savunma Bakanlığının güvenlik dergisinde
silahlar üzerine iki makale yayımladım.

-Hep aynı terane.

-Bir de Nash'in yaptıklarına bakın: sıfır.

-Ben sabırlı bir adamım Martin.
Hani bana soru soracaktın?

-Ya gerçekten yeni bir fikir
bulamazsan ne olacak?

-Ya Wheeler'a ben seçilirsem...

-ama sen seçilemezsen?

-Ya kaybedersen?

-Kazanmaman gerekirdi.
İlk hamleyi ben yapmıştım,
çok iyi oynadım.

-Yenilen pehlivanın palavraları.

-Bu oyun sayılmaz.

-Beyler, karşınızda büyük John Nash.



2. "Pi" Kalıplar sahnesi.

 

-Eskiden yaşamış olan Japonlar, Go Tahtası'nı evrenin mikrokozmosu olarak değerlendirirlerdi. Boş olduğunda basit ve düzenli görünmesine rağmen kurulabilecek oyun sayısı sonsuzdur. Aynı kar taneleri gibi, iki Go oyunu birbirine benzemez. Yani Go Tahtası aslında aşırı derecede karmaşık ve kaotik bir evreni simgeler. İşte bu dünyamızın gerçeği Max. Matematikle kolayca açıklanamaz. Basit bir patern yok.

-Ama oyun ilerledikçe olasılıklar azalmaya başlıyor. Tahta bir düzene giriyor ve bir süre sonra
her hamle önceden tahmin edilebiliyor.

-Yani?

-Yani, belki farkında olacak kadar gelişmiş olmamamıza rağmen her Go oyununda bir patern ve düzen vardır. Belki de bu patern borsadaki paterne benziyordur. Torah! 216 haneli sayı.

- Bu delilik Max.
- Belki de dehadır! O sayıyı bulmalıyım.

- Kendine gel! Aklını kaçırıyorsun! Bir nefes al.Kendini dinle. Benim bilgisayarımdaki
virüsü kendininkiyle ve bir takım dindar fanatiklerle ilişkilendiriyorsun. Eğer 216 sayısını istiyorsan onu her yerde bulabilirsin. Sokağın başından evinin kapısına kadar 216 adım. Asansörde geçirdiğin 216 saniye. Zihnin bir şeyi takıntı haline getirdiğinde diğer her şeyi elersin ve her yerde o şeyi görürsün. 320, 450, 22, her neyse... Sen 216'yı seçtin ve her yerde onu görüyorsun. Ama bilimselliği bir kenara attığın zaman artık bir matematikçi değil bir nümerolojistsindir.

6 yorum:

white rabbit in the forest dedi ki...

ben de öğrenicem go oynamayı.

negatif dedi ki...

öğrenmek istediğinde ben elimden geleni yaparım. türkiye'de go oynayan diğer insanlar da elinden geleni yaparlar. aslında go oynayan insanlar dünyanın neresinden olursa olsun yardım ediyorlar.

white rabbit in the forest dedi ki...

ben önce elimden geleni yapıp gereken zamanı yaratayım, ondan sonra :)

negatif dedi ki...

Zaman biriktirmek. Yaşamak için. Tabii ki.

alter ego dedi ki...

sahiden insanlar çok yardımcı oluyorlar. hele ki kgs serverında insanlar hiç sıkılmadan, hatta oldukça istekli bir şekilde saatlerce kurs verebiliyorlar. güzel insanların oyunu bu go onu anladım.

negatif dedi ki...

http://www.turkiyegoligi.com/tgl-times-2010-2011-sezonu/sayfa-4