bir yerlerde bir zamanlar (once upon a time somewhere) şavkar altınel başlığına bir şeyler yazmışım. bu yazıyı burada da görmek istedim. (bkz: kendinden araklamak)
şavkar altınel'e haksızlık ettiğimi düşünüyorum. haksızlık etmeyi, bir kalemde silip atmayı, değersizleştirmeye çalışmayı kaçınılması gereken davranışlar olarak görmüyorum. bu da benim düşüncem. benim ahlak anlayışım. madem öyle, buyrun:
Şavkar Altınel:
oğuz atay'ı beğenmediğini “oğuz atay denince aklıma ilk gelen başarısızlık oluyor. yarattığı kahramanların ‘tutunmak’ konusundaki dillere destan başarısızlığından değil, atay’ı (ya da, daha doğrusu, okuduğum tek yapıtı tutunamayanlar’ı) sevmeyi başaramamış olmamadan söz ediyorum” sözleriyle anlatmaya çalışan bir adam.
"sevmeyi başaramadım" demesi çok eğlendirdi beni. sevmeyi başaramamak. çok anlamsız bir söz bu. ben bir kitap okuyacağım ve bunu sevmem gerek diye mi başladı acaba "tutunamayanlar"ı okumaya? sevmek bir duygu ve insan bunu aşıyla falan mı kazanıyor bilmiyorum. ne kadar samimiyetsiz!
burada oğuz atay'ı savunacak değilim. onun bir savunmaya ya da bir yardıma ihtiyacı olduğunu düşünmüyorum. öyle olmuş olsaydı bile buna benim gücüm zaten yetmez. benim sözüm oğuz atay'ı savunacak kadar değerli değil. gereksiz bir fanatikliğe de bulaşmayacağım burada. oğuz atay'ın eseri bellidir. insanlar okur, kendilerince anlamlandırırlar, beğenirler ya da beğenmezler. bunda hiçbir sıkıntı yok. eleştiren eleştirir, ama eleştirmek için eleştirenlere de bir şeyler söylemeden duramıyorum.
şavkar altınel demiş ki:
“bana göre ‘tutunamayanlar’ bir küçük burjuva krizinin, mühendis olmanın, ‘salon salamanje’lerde yaşamanın, ‘bir kadınla iki çocuğun sorumlu saymanlığı’nı yapmanın hikâyesi. bunda bir sorun yok: bir flaubert bu malzemeden büyük bir roman çıkarabilirdi. ama atay, flaubert değil, çok etkilendiği belli olan modernistlerden biri de değil, her şeyden önce de ‘kendisi’ değil. başkahramanına ‘özben’ soyadını vermiş, ama içimde romanın arkasında elle tutulabilir bir ‘benlik’ olduğu, yazarın anlattıklarını gerçekten görüp yaşadığı duygusu yok. daha çok, bunları bir yerlerden duymuş, öğrenmiş, doğru olanın dünyaya böyle bakmak olduğuna karar vermiş gibi... tezer özlü’nün benzer krizlerden yola çıkarak yazdıklarını otantik bulup severek okumama rağmen atay gözüme sığ ve yapay görünüyor.”
oğuz atay bir flaubert değil. kendisi de değil. öyle mi gerçekten?
birileri çıkıp başka birine "bu insan yapıtında özgün olamamamış, bunun da sebepleri şunlardır" deyip bir sürü tutarlı neden sayarsa bu iyi bir şey olabilir. mantıklı şeyler söylemenin hiçbir sakıncası yok. peki şavkar altınel'in dayanağı ne? "içimde romanın arkasında elle tutulabilir bir 'benlik' olduğu, yazarın anlattıklarını gerçekten görüp yaşadığı duygusu yok" demiş. bu insanın edebiyatla ne işi olur diye düşündüm bir an. yazarlar yazdıklarını yaşarlar mı illa? sözgelimi tolkien orta dünya'da mı yaşamış? orklarla falan mı savaşmış? bir yazardan anlattıklarını gerçekten görüp yaşaması gerektiği fikrini kimden almış olabilir şavkar altınel? bu ona özgü bir fikir değil. başkalarının kafasıyla düşünmek de ona özgü değil. çok sıradan şeyler bunlar. bir edebi esere yaklaşımı bu şekilde olan biri için sadece üzülürüm. eleştirinin sabiti yazarın yaşadıklarını yazması ya da yazmamasına indirgeniyorsa bu yazara bir şey kaybettirmez. okuyana çok şey kaybettirir ama. "oğuz atay gözüme sığ ve yapay görünüyor" demiş bir de. bakmayı bilememiş olmalı.
şavkar altınel'in söylediklerini sadece radikal gazetesinin haberinden okuduğum kadarıyla biliyorum. aslında bu kadarıyla yetinip bir şeyler yazacak biri değilim. yani sıradan bir metindir gazete haberi. sadece biri bir şey dedi, bir şey yaptı diye haber verir. kullanmalıktır, okuyup atarsın. kalıcı değildir.
yine de bu kadarı bile şavkar altınel'i tanımama yetti. "bence, bana göre, gözümde, benim için." küçücük metinde bunlardan çok var. yani ileti şu: ben kendime göre bir şeyler söylüyorum, bunlar benim fikirlerim ve bu fikirleri yargılayamazsınız. dilediğini dilediği gibi söyleyen, atıp tutan insanların genelde sığındığı kalıp budur: bu benim fikrim. saygı duyun! bu imayla söylenir bu adamın söyledikleri.
bir insanın okuma kriterleri olabilir. okuduklarını buna göre değerlendirebilir. ama o kriterleri başkalarına dayatıyorsa sorun vardır.
ben de diyeceğimi diyeyim o zaman. bence şavkar altınel çok basit düşünüyor. bana göre böyle düşünmemesi gerekli. çok sığ ve hiç bir mantığı yok. bence düşündüklerini de yazmıyor. bir kendisi değil. bir dostoyevski de değil. bir tanpınar, bir ataç hiç değil. gözümde hiç değeri yok, çünkü kendisini okumadım. okumadığım halde değer vereceğim biri değil. söyledikleri yüzünden de okumayacağım kendisini. bunu umursamaz sanırım. çünkü ödül falan kazanmış. önemli bir insan olmuş sayıyor olabilir kendini. (bu yazdıklarım gibi düşünmüyorum gerçekte. ama bunu yazmaktan hiç çekinmem. düşünmediğim şeyleri de yazabilirim ben, böyle bir hakkım var benim. ama şavkar altınel'in böyle bir hakkı var mıdır bilmiyorum.)
son söz:
kim olduğunu bilmediğim, sadece adını duyduğum birinin oğuz atay üzerinden reklam yapmaya çalışmasını çok iyi anlıyorum. çok doğru bir yol seçmiş kendisine. yapmak istediğini de yapmış böylelikle. alkışlıyorum kendisini.
yine de
bir insan sınırlarını bilmeli, ona göre davranmalı, haddine göre söylemeli. o yüzden diyeceklerim bu kadar.
25 Ocak 2012 Çarşamba
19 Ocak 2012 Perşembe
iki bin on iki ocağının ikinci yarısında bu yıldan ne beklesem acaba yazısı yazmak üzereyim (o kadar da gecikmedim sanırım)
(Önce başlık tabii ki. )
Vadedilmiş bir yazı bu. Vadedilmiş yazılar öyle çok bekletilmemeli. Zira basitken karmaşık hale gelebiliyorlar.
Joy bir ay önce beni mimlemişti. Yeni yazıyorum. Bu, bir aydır pek bir şey yapmıyorum anlamına geliyor. Biraz da aksilikler. Konumuz yeni yıldan istediğimiz on iki şey. Bunlardan birkaçı yeni yıla girerken gerçekleşti. Yeni yıldan bir şey istemek adetim değil aslında (kaç yaşında bıraktım bilmiyorum). Çünkü her yeni gün yeni bir yıl başlangıcı sayılabilir (daha neler). Böyle düşünüp "carpe diem baby" falan ayaklarına yatmak isterim.
Yeni yıla girerken önceki yıldan beklediklerimi hatırladım. İki bin on ikiye evimde girmek istemiştim. İki bin on bire berbat girdiğimi hatırlayıp isteklerimi makul bir seviyeye çektim (indirgedim?). Evimdeydim, aptal aptal eğlenmeye çalışmadım. Ders çalıştım. Kitap okudum. Bir şeyler yazdım. Hep olduğu gibi. Her yeni yıl "In The End" dinlerdim. Bu yıl dinlemedim.
Bu yıl olmasını istediğim on iki şey:
1. Bir şey istememek istiyorum.
2. "Sağlık, mutluluk, aşk, para."dan önce huzur.
3. Olduğum yerde olmamak istiyorum. Bu yıl içinde yer değiştirmek istiyorum.
4. Saklanacak bir yer bulmalıyım. Çok açık ettim kendimi.
5. Okumak istediğim çok kitap var. Kaygısızca okumak istiyorum.
6. Herkese gönlüne göre.
7. Uğraşlarım boşa çıkmasın. Neyi istiyorsam ona koşuyorum. Yürüyecek halim yok ama koşuyorum. Cidden.
8. (On iki istek biraz fazla geldi.)
Kafamdakileri yazmak istiyorum. Bu yıl başlasam önümüzdeki 5 yıl içinde biraz yol alırım. 10 yıl içinde elimde bir taslak olur. 15 yıl sonra yazdıklarımı birine okuturum. 50 yaşıma geldiğimde de ne kadar boş yaşamışım diye hayıflanmam böylece.
9. Etrafımda insanlar olsun. Koca yılda birileriyle oturup kahve falan içebilirim herhalde.
10. Sıradan bir yıl olsun. En basiti olsun. Kafamı karıştıracak şeyler olmasın. Sıradan insanlar gibi yaşayayım. Sıradan insanlar gibi düşünmeyeyim. Bu sıradanlık benim için çok ulaşılmaz görünüyor. Öyle görünmesin.
11. Mars'a gitmek istiyorum.
12. Bol bol film izlemek istiyorum.
Bu kadar.
Vadedilmiş bir yazı bu. Vadedilmiş yazılar öyle çok bekletilmemeli. Zira basitken karmaşık hale gelebiliyorlar.
Joy bir ay önce beni mimlemişti. Yeni yazıyorum. Bu, bir aydır pek bir şey yapmıyorum anlamına geliyor. Biraz da aksilikler. Konumuz yeni yıldan istediğimiz on iki şey. Bunlardan birkaçı yeni yıla girerken gerçekleşti. Yeni yıldan bir şey istemek adetim değil aslında (kaç yaşında bıraktım bilmiyorum). Çünkü her yeni gün yeni bir yıl başlangıcı sayılabilir (daha neler). Böyle düşünüp "carpe diem baby" falan ayaklarına yatmak isterim.
Yeni yıla girerken önceki yıldan beklediklerimi hatırladım. İki bin on ikiye evimde girmek istemiştim. İki bin on bire berbat girdiğimi hatırlayıp isteklerimi makul bir seviyeye çektim (indirgedim?). Evimdeydim, aptal aptal eğlenmeye çalışmadım. Ders çalıştım. Kitap okudum. Bir şeyler yazdım. Hep olduğu gibi. Her yeni yıl "In The End" dinlerdim. Bu yıl dinlemedim.
Bu yıl olmasını istediğim on iki şey:
1. Bir şey istememek istiyorum.
2. "Sağlık, mutluluk, aşk, para."dan önce huzur.
3. Olduğum yerde olmamak istiyorum. Bu yıl içinde yer değiştirmek istiyorum.
4. Saklanacak bir yer bulmalıyım. Çok açık ettim kendimi.
5. Okumak istediğim çok kitap var. Kaygısızca okumak istiyorum.
6. Herkese gönlüne göre.
7. Uğraşlarım boşa çıkmasın. Neyi istiyorsam ona koşuyorum. Yürüyecek halim yok ama koşuyorum. Cidden.
8. (On iki istek biraz fazla geldi.)
Kafamdakileri yazmak istiyorum. Bu yıl başlasam önümüzdeki 5 yıl içinde biraz yol alırım. 10 yıl içinde elimde bir taslak olur. 15 yıl sonra yazdıklarımı birine okuturum. 50 yaşıma geldiğimde de ne kadar boş yaşamışım diye hayıflanmam böylece.
9. Etrafımda insanlar olsun. Koca yılda birileriyle oturup kahve falan içebilirim herhalde.
10. Sıradan bir yıl olsun. En basiti olsun. Kafamı karıştıracak şeyler olmasın. Sıradan insanlar gibi yaşayayım. Sıradan insanlar gibi düşünmeyeyim. Bu sıradanlık benim için çok ulaşılmaz görünüyor. Öyle görünmesin.
11. Mars'a gitmek istiyorum.
12. Bol bol film izlemek istiyorum.
Bu kadar.
13 Ocak 2012 Cuma
uku lele - çoktaaaan seçmeli monolog. (2 seçenek var. 3. seçenek yok. Canın isterse.)
Sevgili Kendim.
Olur da bir gün biri mutluluğun ne olduğunu sorarsa "Bohemian Rhapsody'yi ukuleleyle çalmaktır" derim. Hatta "çekik gözlerimle gülümseyerek Bohemian Rhapsody'yi ukuleleyle çalmaktır" da diyebilirim.
O halde:
1.
Benim için mutluluk imkansız.
"Ya da"
2.
İçsesin iyimserliği tuttu diyelim:
"Çekik gözleriyle gülerek ukulele çalan adamı izlemek mutluluktur, illa çalmak gerekmez."
3. seçeneğin yokluğu "Sıka sıka mutlu olacaksın, mutlu olmak zorundasın, mutlu ol, mutlu, mutlu, mut-lu,mut+lU,muuuuuuuuutluuuuuu oğğğl" anlamlarına geliyor olabilir. Öyleyse 1. seçenekteki gibi düşünmüyoruz. 2. seçenekteki gibi düşünüyoruz.
Nihayetinde bu bir dayatma gibi görünüyor. Evet. Bu bir dayatma. Ne yapalım o zaman, mutlu olmayalım mı? Habire dayatıyorlar diye mutlu olmayalım mı? Adam çekik gözleriyle gülerek Bohemian Rhapsody çalıyor ukuleleyle. Ben de bunu bir şekilde senin hayatına sokuyorum işte. İlla bir sürü engele takılıp "mutlu olmayalım mı?"
Jake Shimabukuro - Bohemian Rhapsody
(Bazen eleştirinin dozunu ayarlayamıyorum. O yüzden anlaşılmaz oluyor yazdıklarım. Kusuruma bakmayayım artık. Kusuruma bakma sen de.)
Olur da bir gün biri mutluluğun ne olduğunu sorarsa "Bohemian Rhapsody'yi ukuleleyle çalmaktır" derim. Hatta "çekik gözlerimle gülümseyerek Bohemian Rhapsody'yi ukuleleyle çalmaktır" da diyebilirim.
O halde:
1.
Benim için mutluluk imkansız.
"Ya da"
2.
İçsesin iyimserliği tuttu diyelim:
"Çekik gözleriyle gülerek ukulele çalan adamı izlemek mutluluktur, illa çalmak gerekmez."
3. seçeneğin yokluğu "Sıka sıka mutlu olacaksın, mutlu olmak zorundasın, mutlu ol, mutlu, mutlu, mut-lu,mut+lU,muuuuuuuuutluuuuuu oğğğl" anlamlarına geliyor olabilir. Öyleyse 1. seçenekteki gibi düşünmüyoruz. 2. seçenekteki gibi düşünüyoruz.
Nihayetinde bu bir dayatma gibi görünüyor. Evet. Bu bir dayatma. Ne yapalım o zaman, mutlu olmayalım mı? Habire dayatıyorlar diye mutlu olmayalım mı? Adam çekik gözleriyle gülerek Bohemian Rhapsody çalıyor ukuleleyle. Ben de bunu bir şekilde senin hayatına sokuyorum işte. İlla bir sürü engele takılıp "mutlu olmayalım mı?"
Jake Shimabukuro - Bohemian Rhapsody
(Bazen eleştirinin dozunu ayarlayamıyorum. O yüzden anlaşılmaz oluyor yazdıklarım. Kusuruma bakmayayım artık. Kusuruma bakma sen de.)
8 Ocak 2012 Pazar
...
"Niçin derler bilmiyorum
At, soylu bir hayvan, güvercin güzel?
Ve neden akbaba yok kafesinde kimsenin?
Ne eksiği var yoncanın kızıl lâleden?
Yıkamalı gözleri, başka türlü bakmalı
Yıkamalı sözcükleri
Sözcük rüzgâr olmalı, sözcük yağmur..."
(Sohrâb-i Sipihrî - "Suyun Ayak Sesi" şiirinden)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)