29 Kasım 2011 Salı

abuk sabuk şeyler yahut "Bizi bu ayarsızlığımız mahvetti."

yazının başlığını yine yazıyı yazmadan önce koydum. kendimi kınıyorum bu yüzden ama onu cezalandırmayı düşünmedim.

tam da bu saatlerde kurduğumuz cümlelerden alıntılar yapacağım. onun için geldim buraya. günümüz dünyasında bir britney spears "hit me baby one more time" gibi bir cümle kurabiliyorsa ben de şu anda okumakta olduğunuz yazıyı gayet tabii yazabilirim diye düşündüm.

şimdi alıntılarımız:

(...)

negatif: ...biri çıkıp çok pis ayar verecek, yamultacak bizi biraz. o zaman düzeleceğiz sanki.
başımıza kötü bir şey gelmese bari.
hayatın bombokluğuna duyarsızlaştık mı lan yoksa :S
abuk: bence de kesin öyle olur. biri gelir ayarı verir gider, yamuluruz biz de
negatif: bizi bu ayarsızlığımız mahvetti diyelim mi o zaman?
şiirimizin mottosu bu olsun.
abuk: tam da üstüne bastık. bizi bu ayarsızlığımız mahvetti kaan :D

--------------

negatif: içine girdiğim saplantılı halin boyutlarının ağzımdan çıktığıyla kulağımın duyduğu gibi olmadığının sen de farkında mısın acaba?
dur ben yazı yazcam. manyak bi cümle kurdum.
abuk: oha cümleye bak. tribini yerim la.

(...)

abuk: ne yazcan lan?
negatif: seninle konuştuklarımızı. küçük parçalar koyucam bloga :)
abuk: yapma eyleme :) hangi konuştuklarımızı?
negatif: seçiyorum dur bi kıpırdatma :)


------------

işte yazdım. aslında derinlemesine bir tahlil de yapardım ama geç oldu.
böyle alıntılamayı özlemişim. eskiden ne çok yapardık.

Not: tabii ki çok eksik, tabii ki küçücük parçalar bunlar. sansür de var. sansüre karşı olmadığımı daha önce söylemiştim. o zaman defolup gideyim.
Not2: ayara ihtiyacımız olduğunu düşünüp de ayar vermeye kalkan olursa en sevdiği dizi yayından kaldırılsın. ama ondan önce benden birtakım hoş olmayan sözler işitebilir. baştan uyarmayı da kendime borç bilmesem de insanlık adına büyük ama kendi adıma küçük bir adım atmış olmak adına (okul müdürü konuşmasına dönecek bu) uyarayım dedim.
Not3: neydi lan o?

evet.

SHIT HAPPENS!

 ***
 (GEÇMİŞİN KARANLIK SULARINDAN GELEN ANİ EKLEME!!!)

Olaylar çok pis gelişti. Abuk insanı bu yazdıklarıma yanıt olarak 2006 yılından bir konuşmamızı bloguna yazdı. Çok pis bir yazı olmuş. Ben bile kendimden iğrendim yani o derece. Eğer Abuk insan sansür çabalarıma karşılık vermezse aşağıdaki linkte çok pis küfürler olacak. Konuşan iki kişi dışındaki insanların anlayamayacağı bir konuşma metni olduğunu belirterek sokak çocuğu hallerimi tümüyle yansıtan bu yazının linkini aşağıda veriyorum. (Ama okumazsanız sevinirim. Söz verdiğim için linkini buraya koymak zorunda hissediyorum. Bu kadar çirkinleşeceğini bilemezdim.) 

UYARI! baya bildiğin +35 ve iğrenç bişey yani 
Abuk'un Yazısı

Çok pis kapak oldu bana. Neyse.  
(Blog yazarlığını bilem bırakabilirim şu satten sonra :P) 

---------------

İKİNCİ EKLEME: 


Öyle bir sansür şeyettik ki yazıdan ve konuşma metninden eser kalmadı. Tümden yok ettik her şeyi. S 
(Bunun reklamı da var, eser kalmadı kirden falan diyor.) 


Şarkı da koyayım buraya, insanlar dinlesin. 


Özellikle Abuk'a gelsin:




                  








Candan Erçetin - Ben kimim?



SON EKLEME
Yoğun ısrarlarıma dayanamayan Abuk yazısını tümden kaldırdı :( O yazının giriş kısmını buraya aktarmak istedim (atmaya kıyamadım). Cevap niteliği taşıyan konuşmayı buraya yazmayacağım. Yazarsam sansürün ne anlamı kalır değil mi? (Sansür sözcüğüne yabancılaşıyorum. Sansür, sensör, Sen sor. Peh)


abuk sabuk şeyler yahut "Bizi bu ayarsızlığımız mahvetti" yazısına cevaptır


Birazdan aşağıda okuyacağınız konuşmalar, 4 Nisan 2006 saat: 06:58 tarihlidir. Üzerinden beş sene geçmesine rağmen, hala hayatlarımızda değişen bir şeylerin olmadığını görmek sevindirici. Her şey bıraktığımız gibiymiş meğersem. Tutanakları boşuna hazırlamayın, yaşamıyoruz ki yazalım daha fazla şeyler. Bu yazı, Negatif Bey'in bugünkü blogunda yazdığı ve, beni cümle aleme bilmem kaçıncı kez ifşa edişine cevaben yazılmıştır. İntikam en asil duyguların karışımıdır.

Öylesine tekdüze bir hayat işte. Bak, beş senedir de yerinde sayıyormuş da haberimiz yokmuş. Baştan uyarayım, beş sene öncesine ait bu konuşma içinde çeşitli küfürler mevcuttur. Ve, okuyan diyebilir ki, bizim tanıdığımız bu iki blog insanı, normal yazılarında bile Türkçe'ye böylesine dikkat ederken, bu konuşmada "hatalar hatalar" silsilesi yaşanmış diyebilir. Ağzınızı yırtabilirim. Neyse, yine kimsenin umrunda olmayacağından (bu cümle sanki, dağlardan fırtınalardan kopup gelmiş dikkat çekmeye çalışan bir ergenin isyanı gibi geldi birden), çok fazla uyarıya da gerek duymamaktayım. Nasıl okunursa okunsun. Tarihe tutulmuş bir ışıktır bu konuşma. Yani, öyle böyle değildir. Başından sonuna kadar okuduğumda, o sabahın köründeki halimi, konuşmaları hatırladım. Üzerinden beş sene geçtikten sonra, yani bugün, okurken de aynı ruh haliyle, eğlenerek okudum, eğlendim, yer yer kahkahalarla güldüğüm yerler oldu. Siz gülmeyin. Konuşmanın hiçbir yerine dokunmadan, düzeltmeden olduğu gibi yazdım. Orijin denilen şey ne güzeldir değil mi?

Konuşmadaki kişiler (alfabetik sıra ile, kimse alınmasın diye, niye ismimi önce yazmadın cümlesine önlem olarak);

abuk şeysi: abuk
spineless: negatif

(KONUŞMA YOK EDİLDİ) 



------------------

Not3: neydi lan o?

evet.

SHIT HAPPENS!

 ***

-----------------

(VALLAHİ BU SON, GİDİYORUM)

Not4: sabah oluyor ya bazen. bazı sabahlarda tuhaf şeyler söylüyorum. kırıntılar gibi oluyor.
Örnek:
"gölgen yoksa ya ışık yoktur ya da sen yoksundur."

16 Kasım 2011 Çarşamba

acayip şeyler falan yazabiliyorum ayda yılda bir

"Hafıza-i beşer nisyan ile malûldür." 

Birkaç tane alıntılamadığım alıntı. Kim uğraşacak yazmakla.
Nereden alıntılamadım? Walter J. Ong'un "Sözlü ve Yazılı Kültür" kitabından. Peki bu kitaptaki hangi bölüm konumuzla ilgili? İnsanların söylenenleri unutmamak için yaptıklarının anlatıldığı bölümler. Söylenenlerle yazılanlar arasında gidip gelen kitabımızı oldukça beğenerek okumuştum bundan 400 yıl kadar önce.

İnsanlar söylediklerini unutmamak için unutulmayacak şeyler söylemeye çalışmışlar. Henüz yazı sözden daha fazla yaygınlaşmadan önce karmaşık durumlar üzerine düşünüp bunları da akılda kalacak şekilde düzenlemek zorunda olan insanın yazıyla işleri nasıl kolayladıkları hakkında yazılanlar oldukça ilgimi çekiyor. Günümüzde her şeyi kaydedebiliyoruz.

(Sorulması gereken bir soru olmasına karşın, konumuzla bir ilgisi yok ama önemli görüyorum: Her şeyi kaydetmek gerekli midir?)

Nasıl yanıtlarsanız yanıtlayın. Bence gerekli değil.

İfade özgürlüğü kavramına sıçramamak için kendimi zor tutuyorum.
Bu kavram bana ağzı olmayanlara konuşma özgürlüğüyle aynı şeymiş gibi  geliyor. Bu kadar yeter.

----------------------------------------

Yazmak bir tür alışkanlık benim için. Düşündüklerim yüzünden de bir bağımlılık haline gelmek üzere. Bu hale gelmemesine uğraşıyorum çünkü bugünlerde bunun hiç vakti değil.  Daha önceleri yüz binlerce kez tekrar ettiğim üzere yazmadıklarımı yaşanmamış olarak kabul etme eğilimim var. Yaşadıklarım yazmadığımda büyük oranda kaybolacaklar gibi hissediyorum ve bunun olmasından kaçıyorum. Yaşadıklarıma çok değer veriyor olmalıyım. Burada yazdıklarımı nasıl birbirine bağlarım diye de düşünüyorum şu an. Şöyle: Yazmak alışkanlık ve yaşadıklarımı yazmayınca yaşanmamış gibi olacaksa yaşamak da bir alışkanlık ve görünen o ki kurtulamadığım bir bağımlılık haline gelmek üzere. Fazla yüz vermemek lazım.

Hayata aşırı düşkün olmam başarısızlığımın nedenlerinden biri olabilir fakat beni harika bir insan yapan da bu iptiladır. Başarısız bir harika insan.

Bunu da düşünelim. Başarılı olmak biz insanlara dayatılan bir şey değil mi? Yoksa bu dayatma benim kuruntum mu? Sürekli bir başarma düşüncesi mi pompalıyorlar beyinlerimize? Bunları sadece ben mi düşünüyorum?

(Leyla ile Mecnun'daki Kim Ki Dük benzetmesine çok güldüm, ne ilgisi varsa söyleyeyim dedim.)

Hayatta bir çok şey sıradan. İnsanların küçük kalpleri atmaya başladıktan sonra ölene kadar durmuyor ya bu çok can sıkıcı. Anne karnından çıktıktan sonra sürekli nefes alıp vermek de öyle.

Yaşamak için sıradan ve basit şeylere ihtiyacımız var. Nefes almak ve kalbin atması basittir gibi bir sonuç çıkarılabilir bundan. Yapmayın etmeyin öyle.

Bir insanın 36 dakika kalbinin atmaması ve 14 dakika nefes almaması dünya üzerinde en değerli olan hangi "şey"le telafi edilebilir? 

Çok manyak şeyler yazıyorum. Harika bir yazı oldu. O yüzden burada bitireceğim.

----------------------------------------

 Bitireceğim dedim ama bitmiyor.

Sadece yazı değil. Fotoğraflar da unutmamak içindir. Hem fotoğraf hem yazı insanın bir eksikliğini gideriyor. Kaydetmek iyidir bazen. Yaşananlar güzel ve değerli olduğunda özellikle.

Geçen haftaların birinde bir yerlere gittik ve ben fotoğraflarını bekliyorum. Eski fotoğraflarımı da bekliyorum. Kafamda birkaç şey vardı, onları yazacağım. Fotoğraflarım geldiğinde kafamdaki gibi olacak yazdıklarım.

(Havucumu cikciklerle paylaşınca mutlu oluyorum.)

Bitti.

4 Kasım 2011 Cuma

dinlenmeye ara verdiğimde dinlediğim şarkı ve ağaçları iyiye kullanma teşebbüslerim ve Gece'ye bir öneri


                                         Mazhar Alanson - Benim Hala Umudum Var

1. Şarkı Bilge için.

2. "Ağaçlar toprakları mı yiyorlar acaba?" (Yüz yıldır ağacın altında dinlenen adamın son sözü olabilir.)
Bir de ağaçlar ölse bile ayakta durabiliyorlar. Demek ki yaşarlarken hayatın kıymetini biliyorlar.
Tekrar ve tekrar
"Bir ağaç yalnızca bir ağaç değildir."
(Anday'ı seviyorum.)

3. Nehir'in babasına söyledikleri geldi aklıma. Dünyanın en güzel şiirlerinden biri bu:
"baba, anne olsana."



4. ve iyi Gece. Bir gün aydınlık yüzünü göstersin. Tavşan kulakları da olsun. Bana benzemesin.
Gece.

3 Kasım 2011 Perşembe

hangimiz değiliz ki öyle değiliz ki hangimiz öyle hangimiz öyle değiliz ki (iki şarkılı kısacık yazı)

Bugün değişik bir gün. Hayatı bombok edecek iyimser fikirlerle doluyum. Saygısızlık olmasın diye larva olarak kalsınlar istiyorum. (Ne o? diye sorma - İyimser fikirlerden bahsediyorum.)

Bilinçaltımda yer edinmiş bir sorundan da bahsedeyim yeri gelmişken. negatif'i anlama kılavuzlarına konu olacak bir sorun bu, ama artık negatif'i anlama kılavuzlarını yazmayacağım. Çünkü anlamayın onu, bilmeyin, görmeyin ve hatta düşünmeyin, hayal etmeyin. Her neyse, konuyu dağıtmayacağım.


1. Gönderme
2. Referans (Reference)

Dilbilgisi (belki dille ilgili başka tür kaynaklar da olabilir, bilmiyorum nerelerden besleniyorsunuz) kitaplarında falan bu iki sözcükle ilgili bir şeyler öğrenilebilir. Benimle konuşacak insanın bu iki sözcükle içli dışlı, haşır neşir, çatır çutur olmasını bekliyorum. Şu hayattan sadece bunu beklemek istiyorum.

Bir de şöyle bir şey söylemek isterdim ki söylemedim sayın: "What the fuck is going on!"
Ama söyledim. Okuduysan görmezden gelemezsin.

Ve bu yazının ana konusu şu:
Çok iyi biliyorum, bensiz de güzel bir hayat olabilir. Hatta bensiz hayat güzel olur.
Ama üzülerek söylemeliyim ki ben varım ve beni görmezden gelemezsiniz. Çünkü yazdım işte.

Bir de fikirler bulaşıcı olabiliyor. Hasta edebilirim insanları.
İfade özgürlüğü varsa benden uzak dursun. Yoksa da bizahmet birileri icat etsin. Olmayan bir şey üzerinden atıp tutmak istemiyorum.

Kısa dedim ama yine uzadı bu. 30 yıldır yazmadığımdan olsa gerek. Bir 30 yıl daha susarsam roman da yazarım ki o zaman dünya tümden bombok olur. İnsanlık için büyük adımlardaN sayılmassı gerekli o yüzden: bu yazı. Zı.

Not: Hiçbir şey okumuyorum. Aptallığımı maruz görmeyin, mazur da görmeyin. Sesinizi yükseltin. Bu göklerin bağıran insanlara ihtiyacı var.
+
Not2: WhaDaFuckIzGoinoooan! (Mümkünse brutal ve hep birlikte)



                       Foo Fighters - Have A Cigar (Pink Floyd'dan ÇeviRme)


                            Duman - Helal Olsun (Bu da kendilerinden arak olsa gerek)

(İlk paragraftan sonrasını yazmayacaktım. Yazığım için başlığı da değiştirmeyeceğim.)

 Yama:
Ek$i Sözlük'te "insanın kendini en değersiz hissettiği an" diye bir başlık var. (buradan dümdüz gidebilirsiniz)
Resmen hayatımın sağlamasıdır bu başlığa yazılanlar(ın çoğu). Örümcek adama, süpermene ve bülent başgana sesleniyorum Bu gidişata bir dur demenin zamanı geldi geçti ve biz nerede yanlış yaptık a dostlar?