16 Mayıs 2011 Pazartesi

ve özgürlük. sonunda.

şu an her şey çok aşırı, her şey fazla iyi. biraz da korkuyorum bu yüzden.
yazabilecek gibi durmuyorum.
bugünün hediyesi bir şarkı var, sadece o anlatsın bugünü:



şimdilik bu kadar :)




.

14 Mayıs 2011 Cumartesi

üşengeç




 doluyum ve yazamıyorum. zihinsel olarak çok yorgunum. erişmek istediğim noktaya geldiğimi duyumsadıkça hiçbir şeye isteğim kalmıyor. bir an önce gidesim geliyor buralardan: ihtiyaçtan, eksiklikten, yetersizlikten.
Yaşasın şopi pessimizmi!







insanları tartışmayacağım, çünkü bu bana varışı olmayan bir çaba gibi geliyor. hem basit insanların yaptıklarının tartışılacak bir yönü yok: basit insanın davranışları basittir, kendisine nasıl öğretildiyse öyle davranır, kendisini geliştirmez, yeni olan her şeyden korkar, üretmez ve bunu kavramak için derin derin düşünmek gerekmez.

hepsini kafamdan silip atacağım. başkaca yapacaklarım da var, onları da öykünün kahramanları yapacak. yani kurmaca karakterler kiraladım bu iş için, onlar bana yardımcı olacaklar. karşılık olarak ne vereceğimi de sonra anlayacağız.

boş zamanlarımda kendimi eğlendirmek için hikayeler uyduruyorum, bayağı şiirler söylüyorum, yapay görüntüler canlandırıyorum kafamda. beynimde fırtınalar estirip işe yarar bir şeyler çıkarıyorum ortaya. boş zamanım da bol maalesef.

en son uydurduğum öyküde insanlardan nefret eden pasaklı bir adam var. somut olarak kimseyi öldürmese de o bir katil. küçük bir evi var. öldürdüğü her canlı için evinin etrafına ağaçlar dikerek küçük bir orman oluşturmuş. bu yüzden akıl sağlığı bozulmuş, dengesini kaybetmiş. ağaçların kendisiyle konuştuğunu düşünüyor.

dahası da var ama üşengeçliğimden yazmıyorum. eğlenceli bir deneyim benim için. bu kadarı bile.




az önce bir şeyi açıkladım. dikkatli okurun sorabileceği soruları peşinen yanıtlamak onları başka sorular sormaya yöneltir diye. soruları sorduklarında ben yanıtlamayacağım. gözünü sevdiğimin dünyası...



burada olmayan her şeyimi çok özledim.

ve

no pain no gain!

13 Mayıs 2011 Cuma

öylesine yazdım gibi ama öyle değil, gelişine

upuzun ve kocaman uzanıyor yığın. etrafımı çevrelemiş, içinde boğulacakmışım gibi, nefes almakta zorlanıyorum. yalnızca yükseklikten. nefes almak zor çünkü hava basıncı düşük.
yakınımda değil ama sürekli kafamın içinde. aslında yakınımda yani. gördüm ya bir kere, gözümü kapattığımda da görüveriyorum.

bazen devriliveriyor. kıvrım kıvrım kıvırıyorum, esniyor, kırılacak gibi oluyor. sonra da çok uğraştım, yeter diyorum da son anda elimden kurtuluyor.

koskocaman dağ işte. 5 ay boyunca seyredip durdum.





sadece "zamandan çalınmış bir an" değil fotoğraf. ben hep böyle düşünmeyi yeğlemiştim.
aynı zamanda da beyni tembelleştiren bir araç.

gördüklerimiz iz olarak işleniyor beynimize.

peki bizim beynimiz gördüklerimize işliyor mu? bakışımız yani.

hani duvarda bakışımızın izi var ya. sözü buraya getireceğim.

bakan baktığı yere işaretler koyup yeni haline tekrar bakar, baktığının anlamını değiştirir, tekrardan anlamlar yükler, bir de öyle bakar. sonra önemserse bakmaya devam eder, önemsemezse de beyninin bir yerlerine hapseder, haritalarını çıkarır, şemalara döker. ihtiyacı olduğunda da geri çıkarır, kullanır, sonra tekrar rafa kaldırır. ah ne duyum.

ve

beyin bunların hepsini araçsız yapar. nesneyle doğrudan bağlantı kurmak bu yüzden çok önemli. araçsız olunca yanılma payı neredeyse ortadan kalkar. istenilen durum bu yani.

işleriz görüntüleri. istediğimiz gibi görelim diye makul bir hale getiririz. sözgelimi gördüklerimizle ilgili iyi bir şeyler hatırlamak istiyorsak kusurlarından arındırırız, bazı kısımlarını eksiltip bazı kısımlar ekleriz, olmasını istediğimiz şekle uydururuz. kötü görüntüler de genelde unutulmaya, bilincin en görünmez yerlerine itilmeye çalışılır.



-------

bir şekilde, baktığımızda kendimizi görürüz. göremezsek, kendimizde görmek istediklerimizi baktığımıza ekleriz.

görmek istemek. hmmm. istemek ne kadar zorlama bir edim.

------

sözcükleri bilemeden keskin cümleler kuruyorum. bir insanı felakete sürükleyebilecek bir davranış. pek sık yapmazdım ama nedense engelleri kaldırdım. gelişine söylüyorum, düşünmeden.

bir de yazarken yazdıklarımı düşünmem var. parçaparçalığım bu yüzden. özgür hissediyorum ve oldukça iddialı ve asılsız bir söz söylüyorum:


'fotoğraf'tan nefret ediyorum. 

şimdi bu sözü sınırlandırmam gerek. zaman iyi bir sınırlayıcı.

bugün fotoğraftan nefret ediyorum. 


böyle bir cümleden sonra bağlamı tam oluşturamadığımdan herhangi bir neden belirtmeliyim. beklentiler bu yönde olur genelde.

bugün hala burada olduğum için fotoğraftan nefret ediyorum.

ve bu cümlenin öncekilerle bağlantısını kurmak gerek. bir satırbaşının ilk cümlesi olabilir bu. ya da bir yazının son cümlesi. konumlandırmayı şimdi yapmayacağım. zaten öylesine bir uğraş şu an yazdıklarım.

yazı fotoğrafı döver.

yazı da beynimizin ellerimiz yardımıyla bir yerlere iz bırakması nihayetinde.

bu kadar kendimden emin olmak korkutuyor beni.


------


öylesine, yazmış olmak için ve güzel zaman geçirmek için ve belki biri okur diye bir şeyler geveliyorum elimde.
küçük düşünceler barındırıyor bu yazdıklarım, daha sonra tekrar kullanacağım onları. o yüzden not almak gibi düşünmek lazım. bu açıklamayı yapmak zorunda hissetmem ne kötü. kendimi özgür sanıyordum halbuki.


:)

-----

dün akşam ortalığı temizlerken pembe pantere benzeyen bir köpek gördük. çok dalga geçtiğim için kendisinden özür diliyorum.

bit artık.

12 Mayıs 2011 Perşembe

upuzun ve kocaman uzanıyor yığın. etrafımı çevrelemiş, içinde boğulacakmışım gibi, nefes almakta zorlanıyorum. yalnızca yükseklikten. nefes almak zor çünkü hava basıncı düşük.
yakınımda değil ama sürekli kafamın içinde. aslında yakınımda yani. gördüm ya bir kere, gözümü kapattığımda da görüveriyorum.

bazen devriliveriyor. kıvrım kıvrım kıvırıyorum, esniyor, kırılacak gibi oluyor. sonra da çok uğraştım, yeter diyorum da son anda elimden kurtuluyor.

koskocaman dağ işte. 5 ay boyunca seyredip durdum.


















-------------------------


sadece "zamandan çalınmış bir an" değil fotoğraf. ben hep böyle düşünmeyi yeğlemiştim.
aynı zamanda da beyni tembelleştiren bir araç.

gördüklerimiz iz olarak işleniyor beynimize.

peki bizim beynimiz gördüklerimize işliyor mu? bakışımız yani.

hani duvarda bakışımızın izi var ya. sözü buraya getireceğim.

bakan baktığı yere işaretler koyup yeni haline tekrar bakar, baktığının anlamını değiştirir, tekrardan anlamlar yükler, bir de öyle bakar. sonra önemserse bakmaya devam eder, önemsemezse de beyninin bir yerlerine hapseder, haritalarını çıkarır, şemalara döker. ihtiyacı olduğunda da geri çıkarır, kullanır, sonra tekrar rafa kaldırır. ah ne duyum.

ve

beyin bunların hepsini araçsız yapar. nesneyle doğrudan bağlantı kurmak bu yüzden çok önemli. araçsız olunca yanılma payı neredeyse ortadan kalkar. istenilen durum bu yani.

işleriz görüntüleri. istediğimiz gibi görelim diye makul bir hale getiririz. sözgelimi gördüklerimizle ilgili iyi bir şeyler hatırlamak istiyorsak kusurlarından arındırırız, bazı kısımlarını eksiltip bazı kısımlar ekleriz, olmasını istediğimiz şekle uydururuz. kötü görüntüler de genelde unutulmaya, bilincin en görünmez yerlerine itilmeye çalışılır.



-------

bir şekilde, baktığımızda kendimizi görürüz. göremezsek, kendimizde görmek istediklerimizi baktığımıza ekleriz.

görmek istemek. hmmm. istemek ne kadar zorlama bir edim.

------

sözcükleri bilemeden keskin cümleler kuruyorum. bir insanı felakete sürükleyebilecek bir davranış. pek sık yapmazdım ama nedense engelleri kaldırdım. gelişine söylüyorum, düşünmeden.

bir de yazarken yazdıklarımı düşünmem var. parçaparçalığım bu yüzden. özgür hissediyorum ve oldukça iddialı ve asılsız bir söz söylüyorum:


'fotoğraf'tan nefret ediyorum. 

şimdi bu sözü sınırlandırmam gerek. zaman iyi bir sınırlayıcı.

bugün fotoğraftan nefret ediyorum. 

böyle bir cümleden sonra bağlamı tam oluşturamadığımdan herhangi bir neden belirtmeliyim. beklentiler bu yönde olur genelde.

bugün hala burada olduğum için fotoğraftan nefret ediyorum.

ve bu cümlenin öncekilerle bağlantısını kurmak gerek. bir satırbaşının ilk cümlesi olabilir bu. ya da bir yazının son cümlesi. konumlandırmayı şimdi yapmayacağım. zaten öylesine bir uğraş şu an yazdıklarım.

yazı fotoğrafı döver.

yazı da beynimizin ellerimiz yardımıyla bir yerlere iz bırakması nihayetinde.

bu kadar kendimden emin olmak korkutuyor beni.


------


öylesine, yazmış olmak için ve güzel zaman geçirmek için ve belki biri okur diye bir şeyler geveliyorum elimde.
küçük düşünceler barındırıyor bu yazdıklarım, daha sonra tekrar kullanacağım onları. o yüzden not almak gibi düşünmek lazım. bu açıklamayı yapmak zorunda hissetmem ne kötü. kendimi özgür sanıyordum halbuki.


:)

-----

dün akşam ortalığı temizlerken pembe pantere benzeyen bir köpek gördük. çok dalga geçtiğim için kendisinden özür diliyorum.

bit artık.

11 Mayıs 2011 Çarşamba

bugün yeniden.

bu muydu yani? ne çabuk kendime geldim böyle.

dün ağaç diktim. geldiğimden beri yaptığım en güzel şeydi. bir sürü saçmalığın içinde böyle anlamlı iş yapacağımı hiç düşünmezdim.

ama

daha önce söylemiş olmalıyım, buradaki ağaçlar için üzülüyorum ben: burası bana hiç olunmaması gereken bir yermiş gibi geldiği için ve ağaçlar da bir adamın dostu olduğu için, onları çok sevdiği ve başlarına bir şeyler gelmesini istemediği için ve burada çoook çok uzun zaman geçirecekleri için.

bir de o adam ağaçlara benim gibi bakmıyor. ağaçlar kendi yapraklarıyla besleniyormuş ve bu yüzden de yerçekimine karşı gelebiliyorlarmış. biz insanlar yerçekimiyle mücadelemizde henüz çok yetersiziz. ağaçlar güçlüdür ama yine de üzülüyorum onlar için.

ve

bir kirpi gördüm yine. hareket etmiyordu. bir tane de hareket eden gördüm, diğer kirpiye yardım etmediği için ona kızdım. eminim o da benim kadar üzülmüştür ama elinden bir şey gelmemiştir.

her neyse

son dört gün. bazı şeyleri fazla abarttığım ve tutarsız davranışlar sergilediğim için bile tutarsız bir şey yapıyorum: kendime kızıyorum. aslında her şey çok basit. bu saçmalıklarla dolu zamanlar geçip gitti ve ben hala sağlıklıyım. akıl sağlığımdan çok emin olmamakla birlikte olabileceğimin en iyisi buydu sanki. geçip gitti.

yeniden hayata:

nasıl hissettiğimi, neler düşündüğümü mü anlatayım şimdi?

"her şey boktan."

"çok şey değişmeli... önce varlığımı terk etmekle başlamalı. kendimi hiçe saymak, bir hiç kadar olmak (olabilmek) gerekir önce. nereden geldiğimi bilmekten başlar var olduğumu bilmek. öyleyse tek çare geldiğim yere gitmek değil mi içim? bilmek istiyorsam eğer.

acıma gidiyorum o halde..."


böyle düşü(nü)yorum yine.

bir sürü şey yaptım, bir sürü şey söyledim.
yoruldum artık.

kimse görmedi, duymadı.


Sen de...
(-n), (-n)


pek değersiz, pek önemsiz, pek tuhaf,,,
bugün.

8 Mayıs 2011 Pazar

kirpi

Yalnız hissediyorken ve tek başına kalamadığımdan yakınırken ve hazır bir kenara atılmışken, uzaklaştırıldığım yerde böyle bir canlı yanıma yaklaştı, kendimi onunla konuşurken buldum. su içmeye gelmişti, ilk önce merhaba dedim ona, bana baktı -sanırım onun selamlama şekli böyleydi- bir süre bekledi ve suyunu içti. sonra da yuvarlanıyormuş gibi yürüyerek karanlığa karıştı. ama çok şey bıraktı ardında. güzel şeyler düşündüm.


Bir de bunun oklu olanı var, daha vahşi, daha sevimsizi. Doğa kendini savunmaya çalışıyor. Balkonumdaki dikenli çiçekler de düşündürürdü bunu. Savunmak ama neye karşı? Bir sürü şey.

İnsan, eğer hala doğanın bir parçası olma hakkına sahipse eğer, diğer canlılar gibi kendini savunacak tehlikelere karşı. Oklarımız, dikenlerimiz, kabuklarımız olacak. İhtiyacım(ız) var bunlara. Çünkü aciziz, korkuyoruz. Ve sandığımız kadar güçlü değiliz, hiç olmadık.

--------

Tanrı, özgürlük ve aşk üzerine bir şeyler sayıklıyorum. Bu üç kavramın bazı ortak noktaları olduğuna kendimi inandırmaya çalışıyordum. Pek başarılı olamadım ama en sonunda başka türlü 'var olmam' gerektiğini düşündüm. Nasıl ki yemek yemek, su içmek ve tuvaletimi yapmak zorunda olduğum için özgür biri olamayacağım ve bu yüzden dünya üzerinde hiçbir yerde (hava boşluğunda bile) olmamam gerek. Yani hiç bile olamayacağım bir 'var'lık biçimine özlem duydum. Ama hayal edemiyorum bunu. Bu yüzden de özgür değilim.

Varolmak için hiçbir şeye ihtiyaç duymamak bir insanın en ulaşılmaz isteği olabilir. Bu yüzden de tanrıyı yaratmış olabilirler.

Nedensiz ve sonuçsuz olmak için de olabilir. Onun öncesinin ve sonrasının olmadığını, nedensiz ve sonuçsuz olduğunu da söylerler. Belki de birileri tanrıyı taklit etmeye çalışıyordur.


-----

Daha önce çokça söylemişimdir: Kendimi çoğaltmam gerek. Nasıl anlaşıldı bilmiyorum ama kastettiğim şuydu:
1. Çok azım. Yetmiyorum.
2. Yetişemiyorum.
3. Çabuk parçalanıyorum, çabuk dağılıyorum.
4. En sağlam duruşumla bile ayakta duramayacakmışım gibi hissediyorum. Bunun değişeceğine inanmam şimdilik işe yaramasa da bir gün buna ihtiyaç duyacağım.

Hayatın gidişatını değiştirebildiğim zaman bütün bunlar önemini yitirecek.

------

Birisi bana okuduğum kitaplar için çok ağır sözler söyledi. Ben de kötü kitap yoktur falan gibi sözler geveledim ağzımda. Gerçekten onu yerin dibine sokabilirdim ama gereksiz gördüm bunu ve tartışmak istemedim. Böyle, baskıyla düşündüklerini kabul ettirmek isteyen insanlardan nefret ediyorum. Okuduğum kitap da öyle çok uç noktalarda bir kitap değildi. Attila İlhan'a gönderilen mektupların derlendiği bir kitaptı sadece. Ama bu kitap yerine Mevlana kitapları okumalıymışım, bunu bilemedim. Aptallığın sınırı yok. Artık insanlara acıyamıyorum bile.

-------

8 gün sonra evimdeyim. Bazı tasarladıklarımı yaşama geçirebilirsem kendimi çok ama çok şanslı hissedeceğim. Her şey daha değerli artık. Kendim hariç.

Ben de onacağım.

...

4 Mayıs 2011 Çarşamba

sürgün

kanal boyunca oturup suyun kaçarcasına akıp gidişini izliyorum. düşüncelere dalmışım, görüntüleri giydirmeye çalışıyorum en sevdiğim görüntülerle. bakışım çıplak, boş. hayaller güzel. belki terk edeceğim bu yere bir şans daha vermem gerekiyordur, belki buranın suçu değildir bu kadar doğasızlık. kendimi kandıramıyorum bu sefer. içimde kekremsi bir huzur beliriyor, beynimin içinde çok eskilerden bir rüzgar esiyor. güzel kokular duyuyorum. sesler sulara karışıyor değerli bir anı hatırlatırken.

binlercesi yaşadı yaşadığımı: bir tek sürgün ben değilim burada.
bu ülkenin her köşesi bir sürgün yeri aslında.
kaçıp gitmek istesem de bir yere kıpırdayamıyorum. bu toprakların kokusu içime sinmiş çünkü, kendine benzetmiş beni bu ülke. kabulleniyorum. 

ama sevemiyorum.



içimden geçip gidiyor sesler:
"open your heart
I'm coming home"

gitme vakti geldi.











dostoyevski'nin ne işi varmış burada? şimdi onu daha iyi anlıyorum sanki.

o beni tamamen anlamış zaten.

1 Mayıs 2011 Pazar

bir satırbaşı başlamasa (kendiliğinden), başlatmasak bu sefer (etkiyle), yazmasak, yazmayalım.
yazmayalım o zaman.

kimin ne yaptığı, nereye gittiği, ne yiyip ne içtiği çok da önemli olmasa.
düşünmesek, görmesek, duymasak.
nesneler anlatmasa.
anlatmak istediklerinden fazlasını anlatmasalar.
sussa tüm evren.

nasıl bir bilinç atfetme durumuysa artık.

yazmayalım.

sokakta aksayarak yürüyen kadının başına gelenleri, bir arkadaşın sevgilisiyle neden tartıştığını, birinin eylemde kafasına çarpan taşın ne kadar ağır olduğunu ve ne tür bir hasar verdiğini, yasaklı sözcüklerin bolca bulunduğu sitelerin neden 'girilmez yasak kardeşim' olduğunu, bize sunulan imkanların, eğitim sisteminin, sağlıksız beyinlerin, aşkın, sevginin, vefanın, çokyüzlülüğün, umursamazlığın, toplumsal uyuşukluğun...

üzerimize serpilen ölü tozlarının. ölülerin.
 pırıltıları.

ne gerek var bilmeye, anlamaya.

bilmesek. anlamasak.

korkmasak.

yazmasak.

ne diye yaşardık? sıkıcı olurdu hayat.

şimdi ne diye yaşıyoruz? 

bak, yığınla cevabım var buna:
uyumak, yemek yemek, sevişmek, düşünmek, zaman geçirmek, hayal kurmak, para kazanmak, çocuk yapmak, şiirler yazmak, müzik yapmak, anlamak, bilmek (başa döndüm), sevmek, dedikodu etmek, üzülmek, 'umutsuzlanmak', kültürlenmek, eğitilmek, küfür etmek, kavga etmek, seyretmek, fark etmek, pes etmek, yok etmek, hazzetmek, hazmetmek, def etmek,,, 

olmak, eylemek, kılmak. 

farklı yaşam formlarına dönüşebileceğimize inanmak. 

ve benzerleri, benzemek, oynamak, dönüşmek, gelişmek, taş atmak, yok olmak, var olmak,

'için.'


bu kadar anlattıktan sonra.
başa mı döneyim. başım mı dönsün. baş mı bana dönsün.


seyrek

bir satırbaşı başlamasa (kendiliğinden), başlatmasak bu sefer (etkiyle), yazmasak, yazmayalım.
yazmayalım o zaman.

kimin ne yaptığı, nereye gittiği, ne yiyip ne içtiği çok da önemli olmasa.
düşünmesek, görmesek, duymasak.
nesneler anlatmasa.
anlatmak istediklerinden fazlasını anlatmasalar.
sussa tüm evren.

nasıl bir bilinç atfetme durumuysa artık.

yazmayalım.

sokakta aksayarak yürüyen kadının başına gelenleri, bir arkadaşın sevgilisiyle neden tartıştığını, birinin eylemde kafasına çarpan taşın ne kadar ağır olduğunu ve ne tür bir hasar verdiğini, yasaklı sözcüklerin bolca bulunduğu sitelerin neden 'girilmez yasak kardeşim' olduğunu, bize sunulan imkanların, eğitim sisteminin, sağlıksız beyinlerin, aşkın, sevginin, vefanın, çokyüzlülüğün, umursamazlığın, toplumsal uyuşukluğun...

üzerimize serpilen ölü tozlarının. ölülerin.
 pırıltıları.

ne gerek var bilmeye, anlamaya.

bilmesek. anlamasak.

korkmasak.

yazmasak.

ne diye yaşardık? sıkıcı olurdu hayat.

şimdi ne diye yaşıyoruz? 

bak, yığınla cevabım var buna:
uyumak, yemek yemek, sevişmek, düşünmek, zaman geçirmek, hayal kurmak, para kazanmak, çocuk yapmak, şiirler yazmak, müzik yapmak, anlamak, bilmek (başa döndüm), sevmek, dedikodu etmek, üzülmek, 'umutsuzlanmak', kültürlenmek, eğitilmek, küfür etmek, kavga etmek, seyretmek, fark etmek, pes etmek, yok etmek, hazzetmek, hazmetmek, def etmek,,, 

olmak, eylemek, kılmak. 

farklı yaşam formlarına dönüşebileceğimize inanmak. 

ve benzerleri, benzemek, oynamak, dönüşmek, gelişmek, taş atmak, yok olmak, var olmak,

'için.'


bu kadar anlattıktan sonra.
başa mı döneyim. başım mı dönsün. baş mı bana dönsün.

???