3 Ağustos 2014 Pazar

Tebrik ederim, çok erkeksiniz!

Gelen kutusuna çok iğrenç bir e-posta düşmüş. Konumuz: Erkeklik.

Türkiye'de erkeklikten söz açılınca akan sular durur. En kafası çalışanından en aptalına kadar erkekler bu konuda çok hassastırlar ve neredeyse ağız birliği yapmışçasına erkeklik savunulur. (Bakınız ben de genelleme yapabiliyorum, çünkü bunu yapmak özel bir yetenek gerektirmiyor.) Erkeklerimizin açık veya örtük bir şekilde erkekliğini kanıtlama çabalarına tanık olmayan kimse kalmamıştır sanıyorum. Bu duruma alışkın olsam da bazen çok midem bulanıyor ve kusmadan edemiyorum.

Söz konusu e-posta Öteki Sinema sitesinden geldi. Ara ara baktığım, faydalanmaya çalıştığım bir sitedir. Hem ismi de beni çekiyordu. E-postayı okuduğumda meğer ne yanlış gelmişim dedim. Yazılanlar şöyle:

Sinemaya gitmek için artık eliniz mecbur, alışveriş merkezlerine giriyorsunuz. Orada ne görüyorsunuz? Evet, her şey kadınlar için! Çünkü onlar harika müşteriler… Biz kıçımızda 6 yıl önce aldığımız pantolonla dolanırken onlar geçen ay aldıklarını çoktan unuttular bile… Zaten “büyük alalım, zengin gösterir hem büyüyünce de giyersin” sözü erkek çocuklara söylenmiş bir yalandır! 
Fatal Dose sitesi “Her Erkeğin Mutlaka Görmesi Gereken 125 Film” listesi yayınladığında biz de biraz olsun erkek mağduriyetini giderelim istedik ve sizinle paylaştık. Bu filmler sadece sizin için, kadınlar romantik komedilerle oyalanırken hepsini ham yapın! 
Ayrıca gururla belirtmeliyim ki, listede izlemediğim film yok! Sizin bakalım kaç tane çıkacak? (alıntı) 
Bazı şeyleri söylememek için kendimi zor tutuyorum. Benim gibi terbiyesiz bir adama bile yakışmayacak kadar terbiyesiz laflar geçiyor içimden. Kimseye hakaret etmek de istemiyorum. Ama bu yazıyı gönderen "erkeğe" soramadan duramayacağım:  Hep ham mı yaparsın? (Veya bu dediğini bilinçaltının ifşası olarak kabul edebilir miyiz?)

Bu tipler erkekliklerini kanıtlamak için kadınları küçük gösterme basitliğinden ne zaman vazgeçecek, merak ediyorum. Sinemayla bu derece ilgilenen insanlardan beklemediğim bir bayağılık göstergesi olan bu safsatalardan sonra bu sitede yazılanlara nasıl güvenebilirim? Basitlikten, çirkinlikten ve pislikten ölüyorsunuz lan! (Bu da bir genelleme hatası sayılır.)

Erkekliğinize sıçayım!

(Bunların bazıları bu şekilde eleştirildiklerinde  genelde "Ne oldu, gücüne mi gitti, niye alındın?" falan gibi şeyler derler. Benzer soruları peşinen yanıtlayayım: Benim erkek olmakla ilgili herhangi bir sorunum yok; bir türlü erkek olamayan ve erkek olabilmek için başkalarını aşağılamaya çalışan aptallarla sorunum var. Bir diğer yanıtım da şu: "Siz erkekseniz ben başka her şey olmayı severek kabul ediyorum." Bana bunlarla gelmeyin ne olursunuz.)

Not: Gelen e-posta, sitede biraz değiştirilmiş ve "(Bütün bu yazdıklarımın şaka olduğunu da unutmayın! Cinsiyetçi olan biz değiliz Hollywood)" şeklinde bir ibare eklenmiş. Sanırım tek tepki gösteren ben değilim. Ayrıca bunun adına cinsiyetçilik dersek durumu hafife almış oluruz. Bu resmen "başka bir şey"dir.

veya
Bu yazıyı kaleme alan kişi gerçekten iyi niyetli olarak kendince ironi yapmış da olabilir. Niyeti buysa hiç becerememiş.

Not 2: Alıntıda renkli kısımları ben renklendirdim.



1 Ağustos 2014 Cuma

Sakin olun insanlar!



I walk alone
And you know I never felt at home
I'm so hard to please
And I have everything I need



Dave Gahan - A Little Lie

30 Temmuz 2014 Çarşamba

Sanat Hızımıza Yetişemiyor!

Parçanın aklıma getirdiği soru şu: Sanat önden mi gider, arkadan mı gelir? Aşağıdaki alıntıda bu soruyu sormama neden olan "Türkiye bu filme hazır" ifadesi. Konu çok hassas olduğu için bu ifade bir nebze görmezden gelinebilir belki ama ben sanatın (her türlüsünün) öncül olarak, olmayan ve olması istenen veya beklenen bir şeyi oluşturması gerektiği; henüz oluşmamış bir boşluğu öngörerek önceden (oluşmadan) dolduran, üreten, ilerleten, oluşturan, dönüştüren, kuran bir yapısı olması gerektiği düşüncesindeyim. Yani Türkiye bir filme hazır olmamalı bana göre, bir film Türkiye'yi hazırlamalı. (yazıda Türkiye dediği için böyle söyledim. Türkiye yerine toplum, birey, halk, alımlayıcı, özne, nesne ... vb. denebilir.)

"Evrim Kaya’nın Agos gazetesinde yer alan haberine göre, Akın, yapmak istediği bir başka senaryonun da Amerika’ya giden Anadolu gezginleri olduğunu belirterek, “Hrant senaryosundan kimi parçaları bu Western’le birleştirdim ve ortaya ‘The Cut’ çıktı. Bu film korkunun sonuçlarını soyut bir şekilde ele alıyor. Şeytan dışımızda değildir, sinsice içimize sokulur. Onu bir tek kendimiz kovup atabiliriz. Şundan eminim ki, benim de bir parçası olduğum Türkiye bu filme hazır” ifadelerini kullandı." alıntı
Aynı yazıda Fatih Akın'ın "Demek ki zamanı gelmemiş…" sözlerine de yer verilmiş. Zamanı gelmediyse zamanını birileri getirecek, neyi bekliyorsun, sen yapsana bunu. Dedim içimden.

Sanatın bize yetişmesini bekliyorum.

29 Temmuz 2014 Salı

Çoktan Seçmeli Üslup

Ortalık malı gazete haberlerinin birinde denk gelip izlediğim bir vidyodan çıkardığım sonucu Niçe'ye bağladım. Tüm renkler birleşince siyaha dönmeyebilir mi?

Üslup yaşamalıdır.


Katy Perry - Dark Horse (Sung in 20 Styles) Ten Second Songs

27 Temmuz 2014 Pazar

Kokuları Duyuyorum

("Bu yazının devamı var," ibaresini yazdıktan sonra o yazının devamı olmayan öylesine "ol"maklı bir şey karalamıştım, "ol"maları kendimce çeşitlendirmeye çalışarak. Dinlediğim şarkılardan ödünç aldığım sözcüklerle, (sözceler?le???), yanlış anlamalarla, tek kullanımlık, değersiz, cılız, etki gücü etkisize yaklaşan fısıltılar şeklinde birkaç tümce kurmuştum. (bkz. BE)

Devamı olan yazılar farazi sorumluluklar yüklüyor. Yazacağım onca şey varken ben yazmam gerekeni yazmak zorunda hissediyorum, diğer yazacaklarımdan önce "gereken"i aradan çıkarmaya çalışıyorum. Devamını yazacağımı söylediğim yazıyı geçen yıl 10 Kasım'da yazmışım. Şu ana kadar yazmamamın nedeni kendi kendime uydurduğum, biraz da çarpıttığım sorumluluk, zorunluluk algım olabilir. (Bu tarz bir açıklamayı uzun zamandır yapmıyordum, nasıl özlemişim. Kim umursuyorsa artık.) )


"Sirenleri Duyuyorum" gönderisinden sonra yazacağım yazının, yine, başkalarının hayatımıza nasıl karıştığıyla ilgili olmasını tasarlıyordum. Pearl Jam'in Sirens şarkısı bu tür karışmanın iyi yönünü anlatıyordu bana (o an o şarkı aklıma gelmişti, veya o şarkı aklıma yazdıklarımı getirmişti. anımsayamadım şimdi). Karışmanın kötü yönünü gösteren çok fazla örnek var, bunlardan da bahsetmek istemiştim.

Hayatımıza karışmak, başkasının hayatına karışmak, karışmak. Hayatımızı bir deniz olarak düşünürsek, (herkesin hayatı kendi denizi olsun sözgelimi), güzel dağlardan süzülerek gelen tertemiz serin suların denize karışmasında bir sorun yok; insan eliyle (el biraz iyimser oldu) pisletilen, lağım kokulu, her türlü pisliği barındıran su birikintilerinin denize karışmasında ciddi sorun var. İşte, insanlar hayatımızın içine sıçınca (el bu yüzden iyimser oldu) bir arınma zorunluluğu ortaya çıkıveriyor.

Arınma farklı şekillerde gerçekleşebilir. Başkalarının acılarıyla kendi durumunu kıyaslayarak, yazarak, söyleyerek, kaçarak... arınanlardan bahsedebiliriz. (Aklıma her geleni yazıp da şişirmeyeyim şimdi.)

Beni en çok etkileyen arınmalardan birine "The Broken Circle Breakdown" filminde rastladım. Tanrısıyla arası  pek iyi olmayan büyük bir "hükmeden" yüzünden derin acılar çeken bir babanın, Didier'in, insanlarla dolu bir salonu sus pus eden konuşması beni de oturduğum yere çakmıştı, neredeyse nefes alamıyordum. Dünyanın bir ucundaki hiç tanımadığı birinin hayatını altüst edişini kendi lisanında anlatırken ne dediğinin bir önemi yoktu, insanlığın evrensel dili,  olan bitenin anlaşılmasına yetiyordu:



Filmi ne zaman izlediğimi tam hatırlamıyorum, ama bizim büyük "hükmedenimiz"in başımıza açtığı işlerle çok fazla meşgulken dünyada olan bitenleri de bu filmi anımsayarak düşünmüştüm. Dünyada çok acı var ve kimse bunlardan bize ne diyemiyor (dememeli demiyorum, diyemiyor diyorum). Afrika'da kanat çırpan kelebeğin Kuzey Amerika'da yaratacağı kasırgaya artık inanmıyorum ama dünyanın bir ucunda tanımadığımız birinin hayatımızın içine sıçtığı veya sıçabileceğini devamlı düşünüyorum (tersi de her zaman mümkün tabii). Küçük çevremizdeki küçük insanlar küçük müdahalelerle hayatımızın yönünü değiştirebiliyorsa dünyayı etkileyen kararlar alabilen "büyük" insanların "büyük" müdahaleleri de bir şekilde bizi etkiliyor. Sonuçta insanlar sıçınca sıçıyor, önemli olan etki alanı. İnsan, insandır. (Filmi izleyince dediklerim biraz daha anlaşılabilir olabilir.)

Gece-gündüz çizgisiyle ayrılan dünyanın bir tarafı karanlık bir tarafı aydınlık; belki benzer şekilde bir iyi-kötü çizgisinin varlığı düşünülebilir. Hangi taraftayız? Ne yapıyoruz?

"Fayda" sözcüğünü düşünceme sokmayı pek sevmesem de basit ve önemli bir soruda her zaman karşıma çıkıyor: Ne faydam var? Dünya ve insanlar için ne yaptığımı ve ne yapabileceğimi hep merak ederim. Bazen soruları yanıtlayabiliyorum. Herkes çapı kadar eyleyebilir, yapabilir, fayda sağlayabilir. Herkes cürmü kadar yer yakar, her şeyin yokluğu yokluktur, her dağın derdi kendine göre... herkesin kendine göre mücadelesi vardır.

Çok sevdiğim bir filmden bir başka arınma yöntemi daha öğrenmiştim: kaçarak, sıyrılarak arınma. Çok basit bu: Bizden beklenen büyük insan olma, büyük işler peşinde koşma dayatmalarından "kurabiye pişirerek" uzak durmak. "Stranger Than Fiction"ın kurabiye pişiricisi anarşist kadını Ana, Harvard Üniversitesi'nde hukuk (ukuk da olabilir) okurken arkadaşlarına kurabiye pişirirmiş. Herkes ders çalışıp okulu bitirmiş, Ana kurabiye pişirmekten ders çalışamamış ve okuldan atılmış. Kurabiye pişirerek insanlara daha faydalı olacağını düşünüp bir kurabiye dükkanı açmış. Filmde bir kısmını ödemeyi reddettiği vergiyi almak için uğraşan vergi denetmeni baş karakter Harold'a "Now, eat a cookie!" derkenki ifadesi çok iyi bir arınma şekli bana kalırsa:




Pislikten uzak durma, iyi ve faydalı bir insan olma -aslında diğer bütün sıfatlardan azade sadece insan olabilme-, güzel, düzgün yaşama gibi amaçlar için çabalarken dünyayı daha iyi bir yer yapmak için "büyük" insan olmak yerine kurabiye pişirmeye benzer şeyler yapabileceğimi düşünüyorum. "Küçük" insan olabilirsem, etrafımdaki azıcık "küçük" insanla dünya daha yaşanır bir yer olabilir; en azından birkaç kişi kendini kurtarmış olur. Böylelikle, belki, "büyük" insanların sorumlulukları azalır da daha iyi, daha güzel yaşamamız için bizimle ilgili düşünmeleri gerekmediğini, onlar bize "karışmazlarsa" kendi halimizde yaşayıp gideceğimizi anlarlar.

İki önceki gönderimden alıntı yaparak vaadettiğim devam yazısını da sonlandırıp kendime yüklediğim gereksiz sorumluluktan kurtulayım. Yeni yazılar için yer açılsın kafamda.

"Başkalarına bu şarkının bana hissettirdiği gibi hissettiremeyeceğim şimdilik. Ama şarkıyı paylaşabilirim. Bu da bir şeydir. Belki birileri benim gibi mutlu olur şarkıyı duyunca, sonra gider bir çocuğa gülümser, bir dostunun derdini dinler, kendisine kek yapar, uzaklardaki bir tanıdığına telefon eder, oturur güzel bir film izler, yazı yazar ...  güzel bir şarkı ne yaptırırsa öyle yapar işte." 

ve şarkı:



The Civil Wars - The One That Got Away


Bitti.


26 Ocak 2014 Pazar

olu

"Karnı doysa yeten adam" olduktan sonra daha fazla ne olabilirdim? Değişik şekillerde bana yakıştırılabilen birçok olma biçimi varmış, daha fazlasını da olabilirim. Bende bu olmaları sınırlayabilen bir kişilik yapısı henüz mevcut olmadığından "bir bankanın sevebileceği türden bir müşteri" de olabiliyorum. Rüzgar savuracak olsa bir anda toz bile olurum. (on kere ol-)

Hiçbiri sorun değil ama "gecesini kaybeden adam" olmak gerçekten canımı sıkıyor.

11.




(önceki yazının devamı değil.)

10 Kasım 2013 Pazar

Sirenleri Duyuyorum

Bir süredir Pearl Jam'in Sirens şarkısıyla oyalanıyorum. Her dinleyişimde tam da ihtiyacım olan şeyi yaptığımı düşünüyorum. İyi bir tat bırakıyor, iyi hissettiriyor, iyi düşündürüyor. Ne olurdu şu şarkının bana hissettirdiklerini ben de başkalarına hissettirebilseydim, diye geçiriyorum içimden. 

Hissettiklerimin başkasına hissetmesine neden ihtiyacım olsun ki? Ben iyiyim böyle, başkaları da iyi olmanın bir yolunu bulur nasıl olsa, herkes iyi olabilir.----Başkalarının nasıl hissetttiğinden bana ne! Ve bazen "herkesin canı cehennneme!" 
Arada böyle şeyler desem de insanlar olmadan yaşayamayacağım; kimse yaşayamaz. Şu hayatta herkes bir şeyler yapıyor, yaptıklarını başkalarıyla paylaşıyor. Bu, sanırım, başkaları iyi olmadan iyi olamayacağımızdan böyle.

Sirens diye bir şarkının varlık nedeni ne olabilir? Bir insan niye böyle bir şey yapıp kendisine saklamaz? Neden bir insan, çok uzaklarda hiçbir şey yapmadan duran insanlara bile duyurur o şarkıyı? 

Yüzlerce kez yanıtlanabilir bu sorular. Benim yanıtlarımdan biri ve en çok önemsediğim şu: Biz insanlar bir arada yaşamak zorundayız. Pearl Jam'in yanıtı da şu olsa gerek: "But, all things change, let this remain."

Başkalarına bu şarkının bana hissettirdiği gibi hissettiremeyeceğim şimdilik. Ama şarkıyı paylaşabilirim. Bu da bir şeydir. Belki birileri benim gibi mutlu olur şarkıyı duyunca, sonra gider bir çocuğa gülümser, bir dostunun derdini dinler, kendisine kek yapar, uzaklardaki bir tanıdığına telefon eder, oturur güzel bir film izler, yazı yazar ...  güzel bir şarkı ne yaptırırsa öyle yapar işte. 

















Pearl Jam - Sirens


(Bu yazının devamı var.)






4 Kasım 2013 Pazartesi

o kadar çok tırnak içinde fallik dedik ki

marmaray pek bir "fallik" göründü bana. dünyanın bir öküzün boynuzları üzerinde yükseldiğine inanabilen insanoğlunun geldiği son nokta: "büğyük adamlar"ın "büğyük düşleri" idi bu.
o kadar çok bunlar hep seks ki. o kadar çok kafalar başka şeye çalışmıyor ki.
o kadar çok eksikliğini duyuyorlar ki.
dünyaya hâllenmeleri, kalıcı eserler bırakmaları, oturdukça oturmaları hep bundan.
ben de işte bir borunun içinden geçen insanları düşünüyorum.
sperm olarak kalmalıydık falan diyorum.


29 Ekim 2013 Salı

bazen tekrar, ahenktir oysa

tekrara düşmeden yazmak ve tekrara düşmeden yaşamak ihlal edilemez iki kural olsa olur mu? kapılar aralansın, yeni alanlar açılsın; tekdüzeliğin sıkıcılığına kapılıp alışmayayım.

okuduklarımı tekrarlasam olur. okuma nesnesi aynı olsa bile her okuma farklı nasıl olsa.

kiminle pazarlığa kalkışıyorum?
siz kimsiniz? sizin adınız ne?

28 Ekim 2013 Pazartesi

İki Parça - 9


Austra - Beat And The Pulse



Tindersticks - Put Your Love In Me (fade)