27 Temmuz 2014 Pazar

Kokuları Duyuyorum

("Bu yazının devamı var," ibaresini yazdıktan sonra o yazının devamı olmayan öylesine "ol"maklı bir şey karalamıştım, "ol"maları kendimce çeşitlendirmeye çalışarak. Dinlediğim şarkılardan ödünç aldığım sözcüklerle, (sözceler?le???), yanlış anlamalarla, tek kullanımlık, değersiz, cılız, etki gücü etkisize yaklaşan fısıltılar şeklinde birkaç tümce kurmuştum. (bkz. BE)

Devamı olan yazılar farazi sorumluluklar yüklüyor. Yazacağım onca şey varken ben yazmam gerekeni yazmak zorunda hissediyorum, diğer yazacaklarımdan önce "gereken"i aradan çıkarmaya çalışıyorum. Devamını yazacağımı söylediğim yazıyı geçen yıl 10 Kasım'da yazmışım. Şu ana kadar yazmamamın nedeni kendi kendime uydurduğum, biraz da çarpıttığım sorumluluk, zorunluluk algım olabilir. (Bu tarz bir açıklamayı uzun zamandır yapmıyordum, nasıl özlemişim. Kim umursuyorsa artık.) )


"Sirenleri Duyuyorum" gönderisinden sonra yazacağım yazının, yine, başkalarının hayatımıza nasıl karıştığıyla ilgili olmasını tasarlıyordum. Pearl Jam'in Sirens şarkısı bu tür karışmanın iyi yönünü anlatıyordu bana (o an o şarkı aklıma gelmişti, veya o şarkı aklıma yazdıklarımı getirmişti. anımsayamadım şimdi). Karışmanın kötü yönünü gösteren çok fazla örnek var, bunlardan da bahsetmek istemiştim.

Hayatımıza karışmak, başkasının hayatına karışmak, karışmak. Hayatımızı bir deniz olarak düşünürsek, (herkesin hayatı kendi denizi olsun sözgelimi), güzel dağlardan süzülerek gelen tertemiz serin suların denize karışmasında bir sorun yok; insan eliyle (el biraz iyimser oldu) pisletilen, lağım kokulu, her türlü pisliği barındıran su birikintilerinin denize karışmasında ciddi sorun var. İşte, insanlar hayatımızın içine sıçınca (el bu yüzden iyimser oldu) bir arınma zorunluluğu ortaya çıkıveriyor.

Arınma farklı şekillerde gerçekleşebilir. Başkalarının acılarıyla kendi durumunu kıyaslayarak, yazarak, söyleyerek, kaçarak... arınanlardan bahsedebiliriz. (Aklıma her geleni yazıp da şişirmeyeyim şimdi.)

Beni en çok etkileyen arınmalardan birine "The Broken Circle Breakdown" filminde rastladım. Tanrısıyla arası  pek iyi olmayan büyük bir "hükmeden" yüzünden derin acılar çeken bir babanın, Didier'in, insanlarla dolu bir salonu sus pus eden konuşması beni de oturduğum yere çakmıştı, neredeyse nefes alamıyordum. Dünyanın bir ucundaki hiç tanımadığı birinin hayatını altüst edişini kendi lisanında anlatırken ne dediğinin bir önemi yoktu, insanlığın evrensel dili,  olan bitenin anlaşılmasına yetiyordu:



Filmi ne zaman izlediğimi tam hatırlamıyorum, ama bizim büyük "hükmedenimiz"in başımıza açtığı işlerle çok fazla meşgulken dünyada olan bitenleri de bu filmi anımsayarak düşünmüştüm. Dünyada çok acı var ve kimse bunlardan bize ne diyemiyor (dememeli demiyorum, diyemiyor diyorum). Afrika'da kanat çırpan kelebeğin Kuzey Amerika'da yaratacağı kasırgaya artık inanmıyorum ama dünyanın bir ucunda tanımadığımız birinin hayatımızın içine sıçtığı veya sıçabileceğini devamlı düşünüyorum (tersi de her zaman mümkün tabii). Küçük çevremizdeki küçük insanlar küçük müdahalelerle hayatımızın yönünü değiştirebiliyorsa dünyayı etkileyen kararlar alabilen "büyük" insanların "büyük" müdahaleleri de bir şekilde bizi etkiliyor. Sonuçta insanlar sıçınca sıçıyor, önemli olan etki alanı. İnsan, insandır. (Filmi izleyince dediklerim biraz daha anlaşılabilir olabilir.)

Gece-gündüz çizgisiyle ayrılan dünyanın bir tarafı karanlık bir tarafı aydınlık; belki benzer şekilde bir iyi-kötü çizgisinin varlığı düşünülebilir. Hangi taraftayız? Ne yapıyoruz?

"Fayda" sözcüğünü düşünceme sokmayı pek sevmesem de basit ve önemli bir soruda her zaman karşıma çıkıyor: Ne faydam var? Dünya ve insanlar için ne yaptığımı ve ne yapabileceğimi hep merak ederim. Bazen soruları yanıtlayabiliyorum. Herkes çapı kadar eyleyebilir, yapabilir, fayda sağlayabilir. Herkes cürmü kadar yer yakar, her şeyin yokluğu yokluktur, her dağın derdi kendine göre... herkesin kendine göre mücadelesi vardır.

Çok sevdiğim bir filmden bir başka arınma yöntemi daha öğrenmiştim: kaçarak, sıyrılarak arınma. Çok basit bu: Bizden beklenen büyük insan olma, büyük işler peşinde koşma dayatmalarından "kurabiye pişirerek" uzak durmak. "Stranger Than Fiction"ın kurabiye pişiricisi anarşist kadını Ana, Harvard Üniversitesi'nde hukuk (ukuk da olabilir) okurken arkadaşlarına kurabiye pişirirmiş. Herkes ders çalışıp okulu bitirmiş, Ana kurabiye pişirmekten ders çalışamamış ve okuldan atılmış. Kurabiye pişirerek insanlara daha faydalı olacağını düşünüp bir kurabiye dükkanı açmış. Filmde bir kısmını ödemeyi reddettiği vergiyi almak için uğraşan vergi denetmeni baş karakter Harold'a "Now, eat a cookie!" derkenki ifadesi çok iyi bir arınma şekli bana kalırsa:




Pislikten uzak durma, iyi ve faydalı bir insan olma -aslında diğer bütün sıfatlardan azade sadece insan olabilme-, güzel, düzgün yaşama gibi amaçlar için çabalarken dünyayı daha iyi bir yer yapmak için "büyük" insan olmak yerine kurabiye pişirmeye benzer şeyler yapabileceğimi düşünüyorum. "Küçük" insan olabilirsem, etrafımdaki azıcık "küçük" insanla dünya daha yaşanır bir yer olabilir; en azından birkaç kişi kendini kurtarmış olur. Böylelikle, belki, "büyük" insanların sorumlulukları azalır da daha iyi, daha güzel yaşamamız için bizimle ilgili düşünmeleri gerekmediğini, onlar bize "karışmazlarsa" kendi halimizde yaşayıp gideceğimizi anlarlar.

İki önceki gönderimden alıntı yaparak vaadettiğim devam yazısını da sonlandırıp kendime yüklediğim gereksiz sorumluluktan kurtulayım. Yeni yazılar için yer açılsın kafamda.

"Başkalarına bu şarkının bana hissettirdiği gibi hissettiremeyeceğim şimdilik. Ama şarkıyı paylaşabilirim. Bu da bir şeydir. Belki birileri benim gibi mutlu olur şarkıyı duyunca, sonra gider bir çocuğa gülümser, bir dostunun derdini dinler, kendisine kek yapar, uzaklardaki bir tanıdığına telefon eder, oturur güzel bir film izler, yazı yazar ...  güzel bir şarkı ne yaptırırsa öyle yapar işte." 

ve şarkı:



The Civil Wars - The One That Got Away


Bitti.


26 Ocak 2014 Pazar

olu

"Karnı doysa yeten adam" olduktan sonra daha fazla ne olabilirdim? Değişik şekillerde bana yakıştırılabilen birçok olma biçimi varmış, daha fazlasını da olabilirim. Bende bu olmaları sınırlayabilen bir kişilik yapısı henüz mevcut olmadığından "bir bankanın sevebileceği türden bir müşteri" de olabiliyorum. Rüzgar savuracak olsa bir anda toz bile olurum. (on kere ol-)

Hiçbiri sorun değil ama "gecesini kaybeden adam" olmak gerçekten canımı sıkıyor.

11.




(önceki yazının devamı değil.)

10 Kasım 2013 Pazar

Sirenleri Duyuyorum

Bir süredir Pearl Jam'in Sirens şarkısıyla oyalanıyorum. Her dinleyişimde tam da ihtiyacım olan şeyi yaptığımı düşünüyorum. İyi bir tat bırakıyor, iyi hissettiriyor, iyi düşündürüyor. Ne olurdu şu şarkının bana hissettirdiklerini ben de başkalarına hissettirebilseydim, diye geçiriyorum içimden. 

Hissettiklerimin başkasına hissetmesine neden ihtiyacım olsun ki? Ben iyiyim böyle, başkaları da iyi olmanın bir yolunu bulur nasıl olsa, herkes iyi olabilir.----Başkalarının nasıl hissetttiğinden bana ne! Ve bazen "herkesin canı cehennneme!" 
Arada böyle şeyler desem de insanlar olmadan yaşayamayacağım; kimse yaşayamaz. Şu hayatta herkes bir şeyler yapıyor, yaptıklarını başkalarıyla paylaşıyor. Bu, sanırım, başkaları iyi olmadan iyi olamayacağımızdan böyle.

Sirens diye bir şarkının varlık nedeni ne olabilir? Bir insan niye böyle bir şey yapıp kendisine saklamaz? Neden bir insan, çok uzaklarda hiçbir şey yapmadan duran insanlara bile duyurur o şarkıyı? 

Yüzlerce kez yanıtlanabilir bu sorular. Benim yanıtlarımdan biri ve en çok önemsediğim şu: Biz insanlar bir arada yaşamak zorundayız. Pearl Jam'in yanıtı da şu olsa gerek: "But, all things change, let this remain."

Başkalarına bu şarkının bana hissettirdiği gibi hissettiremeyeceğim şimdilik. Ama şarkıyı paylaşabilirim. Bu da bir şeydir. Belki birileri benim gibi mutlu olur şarkıyı duyunca, sonra gider bir çocuğa gülümser, bir dostunun derdini dinler, kendisine kek yapar, uzaklardaki bir tanıdığına telefon eder, oturur güzel bir film izler, yazı yazar ...  güzel bir şarkı ne yaptırırsa öyle yapar işte. 

















Pearl Jam - Sirens


(Bu yazının devamı var.)






4 Kasım 2013 Pazartesi

o kadar çok tırnak içinde fallik dedik ki

marmaray pek bir "fallik" göründü bana. dünyanın bir öküzün boynuzları üzerinde yükseldiğine inanabilen insanoğlunun geldiği son nokta: "büğyük adamlar"ın "büğyük düşleri" idi bu.
o kadar çok bunlar hep seks ki. o kadar çok kafalar başka şeye çalışmıyor ki.
o kadar çok eksikliğini duyuyorlar ki.
dünyaya hâllenmeleri, kalıcı eserler bırakmaları, oturdukça oturmaları hep bundan.
ben de işte bir borunun içinden geçen insanları düşünüyorum.
sperm olarak kalmalıydık falan diyorum.


29 Ekim 2013 Salı

bazen tekrar, ahenktir oysa

tekrara düşmeden yazmak ve tekrara düşmeden yaşamak ihlal edilemez iki kural olsa olur mu? kapılar aralansın, yeni alanlar açılsın; tekdüzeliğin sıkıcılığına kapılıp alışmayayım.

okuduklarımı tekrarlasam olur. okuma nesnesi aynı olsa bile her okuma farklı nasıl olsa.

kiminle pazarlığa kalkışıyorum?
siz kimsiniz? sizin adınız ne?

28 Ekim 2013 Pazartesi

İki Parça - 9


Austra - Beat And The Pulse



Tindersticks - Put Your Love In Me (fade)

20 Ekim 2013 Pazar

Bienal veya "Sanat zenginler içindir!"

bienalle ilgili yazmak gereksiz geliyor, yazılanlara ekleyeceğim bir şey olmadığından. bienalle ilişkim hakkında daha önce kimsenin yazmadığı (yazmaya cesaret edilmeyen - vihuu!) şeyler karalamaya çalışacağım.

dün salt beyoğlu'nun önünde zorunlu olarak beklerken bir teyze kulağımın dibinde arkasındaki insana "kız burda ne var böyle insanlar toplanmış" diye bağırdı. yazma isteğimi köpürten olaylardan biri bu. ne var burada diye bağırmaktan çekinmeyip içeri girmekten çekinen teyzenin nedenlerini düşünüp yazmak istedim. hemen aklıma içeride gördüğüm bir duvar yazısı(?) geldi: "sanat zenginler içindir!" teyzemin olaya bakışına hak verdim, içeride ne olduğunu bilmemesi çok doğal ve içeri girmeyişini de anlayışla karşılamak gerek. ortam onun yaşadığından çok farklı, gördüğü insanlar bir değişik. belki bir ucube olarak görüyor içerideki nesneleri ve insanları.

zengin olmayanlar için sanat tehlikelidir. kazara sırt çantanızla bir eseri devirmekten sizi kurtaran güvenlik görevlilerinin varlığının nedeni bu. halbuki benim kafamda bir tasarı olarak çok yer kaplar devirmek. yıkıp tekrar yapmak asla eskisine benzemeyecek bir üretimi işaret eder. yıkan kendinden bir eksiklik, bir aksama, bir boşluk ve belki biraz beceriksizlik eklemiştir; bu yüzden eskisine benzemez yeniden yapılan. zengin değilseniz dokunmak yasaktır, gözünüzle izler bırakacaksınız eserlere. eserler de beyninizin ilgili alanına izler bırakacak. zenginseniz defalarca dokunabileceğiniz, okşayabileceğiniz, üzerine asit dökebileceğiniz, dilediğinizce ekleme çıkarma yapabileceğiniz bir eseri satın alabilirsiniz. parasını verirseniz dilediğinizce devirip tekrar çevrime sokmanızda bir engel yoktur. 

bence bu yüzden de sanat nesnesi arzulanır. veya çok yanlış yerden dahil oldum konuya. tamamen düşündüğümden farklı da olabilir.

olabilir değil olur. benim gibi tek taraflı düşünüp ortaya saçmasapan sözler savuranlar azımsanmayacak kadar çok. neyseki tek hamlede çürütülebilecek savlar yığınının arasında bütünlüklü sağın düşünceler ortaya koymaya çalışan insanlar var. bu yüzden umudumuzu yitirmemeliyiz. 

bir beden karşılık beklemeden bükülüp muhatabında bir değişimi hazırlayabilir, bir sözcük işlenerek birilerinin kafasında yanlış bir yargıyı alt edebilir, bir hareketli görüntü hayatımızı daha iyi yaşamamız için bize bir fırsat yaratabilir. hiçbirine dokunamıyoruzdur ve bunun zengin olup olmadığımızla ilgisi yoktur. dokunabilmenin alanı diğer duyularınkine göre daha dar hayatımızda. 

o halde "biz nereye sıçacağız mustafa amca?"




17 Ekim 2013 Perşembe

Iron Maiden'dan Başlamak

Uzun zaman önceydi. Bir gece ansızın yazasım geldi. Yazmadım.
Gözlerim kısık, elimi avını yakalamaya çalışan bir yırtıcı kara hayvanı gibi kılavyeye uzatmışım,  aklım biraz havada, kafamın içindekileri denetleyemiyorum. Yazmak için bütün koşullar uygun. Yazmıyorum.
Çünkü neden yazayım noktasında takılıyorum, ne için yazayım?
Sanki bir cevap varmış gibi, olsa da tatmin edermiş gibi, Sanki hep bir nedenim olmuş gibi, hiç yazmamışım gibi, yazmamak gibi bir lüksüm varmış gibi. Hep sanki.
Yazmayınca olmuyor.

Hayatımın gidişatı, beni sevdiğim alışkanlıklarımdan alıkoyuyor gibi görünebilir. Gidişat, sıradan fakat eskisine göre hayal bile edemediğim günleri alışkanlık haline dönüştürüyor. (Heyhat! diyeceğim yere daha gelmedik mi?) Yazmak biraz dışarıda kaldı bu yüzden. Başka işlere kapılma, başka heveslere tutulma eğilimleri baskın hale geldi. Heyhat bu yüzyıl geçti gitti.

Yazmayınca olmuyor. Unutmayayım (bari, en azından, bunun için) diye yazmayınca olmuyor. en az, için, diye, neden?

Iron Maiden'la yüzyüze gelmeden öncesi var. Gidemediğim birkaç konser. Depeche Mode çok önemli. Gezi. Iron Maiden'dan sonra Roger Waters'lı harika gece. Gece eve dönemediğimizden yaşanan ilk metrobüs deneyimi. İç içe geçmiş insanlar, postmodern sanat, postyaşam denemeleri.

Yurtdışı seyahati. Başka türlü bakış, baktığım yerde güzellikler arayış, aradığımı bulamayış, ama görmediğimi görmeye başlayışım. Ay yükselmiyor, aslında biz alçalıyoruz. Biz, dünyalılar, Dünya nereye giderse oradayız, evrenin tesadüfi bir zamanında, tesadüfi bir uzamında, dünyadan kopan bir parçanın dünya etrafında döndüğünü sanıp yaşıyoruz. Ve tabi bir zamanlar güneşten koptuğumuzu, savrulduğumuzu, istesek de kavuşamayışımız düşünmeden..
Dünyanın maviye dönüşü. Sarıdan maviye. Ne büyük dert olurdu, dert lazım olduğunda.

O dünyanın da Türkiye'sine. Tesadüfen tabii. Yazsam olmaz şimdi. Nasılsın? İyiyim, sen?
,,,

Neyse, nihayetinde bütün yollar Galata Kulesi'ne çıkıyor. Dünyanın neresinde bir sokak varsa güzel, Galata'ya çıkıyor.

.
Filmler. İf, İstanbul Film Festivali, Filmekimi.
Sergiler, müzeler, bienal.

kitaplar, dergiler, kitapçılar.
çay kahve hazzopulo karaköy fıccın yemek kulübü çiya
kediler. Galata, istiklal.
kahvesizlik, evsizlik, kadıköy.
ümraaaaniye.
koşa koşa film, yayıla yayıla,
yanındaki fazla konuşa konuşa.
.

Oturup yazsam, yazmasam, . ?
Iron Maiden'la bitirmek.



Iron Maiden - Brave New World

12 Ekim 2013 Cumartesi

İşte bu yüzden insanları değil, kedileri ve köpekleri ve kuşları

Dönüp dolaşıp kendime yakalanıyorum. Kendimi yakalıyorum.
Kendime kızıyorum. 

Uzaktan seyretsem, yazacak başka şeyler olsa, alakasız şeylerden bahsetsem,

kendi kendime konuşmasam kendime kızmam. 

3 Ekim 2013 Perşembe

üç ekim

bir şekilde yazıya bulaşmış insanlar kendilerini hatırlatmak için ortalık yerlere sözcükler bırakırlar. birileri o sözcükleri bulup hatırlasın, onların evvelinden taşıdığı anlamları ansın isterler. yeni anlamları eskisine göre oluşmuş sözcüklerle oynasınlar isterler.

başkalarının akıllarında dolaşmak iyi gelir insanlara. yazana, konuşana; duyduğunu, düşündüğünü paylaşana; sözü olana daha iyi gelir. okumak, dinlemek yani edinmek, almak.. değer vermektir biraz - bir başkasının beynimize girmesine izin vermektir, onu kabul etmektir. düşününce öyle zor değil bunlar. görmezden gelince imkansızdırlar ama. birlikte yaşamak için söylemek, söyleneni dinlemek gerek. yaşamayı imkansız hale getirmenin anlamı yok.