10 Kasım 2013 Pazar

Sirenleri Duyuyorum

Bir süredir Pearl Jam'in Sirens şarkısıyla oyalanıyorum. Her dinleyişimde tam da ihtiyacım olan şeyi yaptığımı düşünüyorum. İyi bir tat bırakıyor, iyi hissettiriyor, iyi düşündürüyor. Ne olurdu şu şarkının bana hissettirdiklerini ben de başkalarına hissettirebilseydim, diye geçiriyorum içimden. 

Hissettiklerimin başkasına hissetmesine neden ihtiyacım olsun ki? Ben iyiyim böyle, başkaları da iyi olmanın bir yolunu bulur nasıl olsa, herkes iyi olabilir.----Başkalarının nasıl hissetttiğinden bana ne! Ve bazen "herkesin canı cehennneme!" 
Arada böyle şeyler desem de insanlar olmadan yaşayamayacağım; kimse yaşayamaz. Şu hayatta herkes bir şeyler yapıyor, yaptıklarını başkalarıyla paylaşıyor. Bu, sanırım, başkaları iyi olmadan iyi olamayacağımızdan böyle.

Sirens diye bir şarkının varlık nedeni ne olabilir? Bir insan niye böyle bir şey yapıp kendisine saklamaz? Neden bir insan, çok uzaklarda hiçbir şey yapmadan duran insanlara bile duyurur o şarkıyı? 

Yüzlerce kez yanıtlanabilir bu sorular. Benim yanıtlarımdan biri ve en çok önemsediğim şu: Biz insanlar bir arada yaşamak zorundayız. Pearl Jam'in yanıtı da şu olsa gerek: "But, all things change, let this remain."

Başkalarına bu şarkının bana hissettirdiği gibi hissettiremeyeceğim şimdilik. Ama şarkıyı paylaşabilirim. Bu da bir şeydir. Belki birileri benim gibi mutlu olur şarkıyı duyunca, sonra gider bir çocuğa gülümser, bir dostunun derdini dinler, kendisine kek yapar, uzaklardaki bir tanıdığına telefon eder, oturur güzel bir film izler, yazı yazar ...  güzel bir şarkı ne yaptırırsa öyle yapar işte. 

















Pearl Jam - Sirens


(Bu yazının devamı var.)






4 Kasım 2013 Pazartesi

o kadar çok tırnak içinde fallik dedik ki

marmaray pek bir "fallik" göründü bana. dünyanın bir öküzün boynuzları üzerinde yükseldiğine inanabilen insanoğlunun geldiği son nokta: "büğyük adamlar"ın "büğyük düşleri" idi bu.
o kadar çok bunlar hep seks ki. o kadar çok kafalar başka şeye çalışmıyor ki.
o kadar çok eksikliğini duyuyorlar ki.
dünyaya hâllenmeleri, kalıcı eserler bırakmaları, oturdukça oturmaları hep bundan.
ben de işte bir borunun içinden geçen insanları düşünüyorum.
sperm olarak kalmalıydık falan diyorum.


29 Ekim 2013 Salı

bazen tekrar, ahenktir oysa

tekrara düşmeden yazmak ve tekrara düşmeden yaşamak ihlal edilemez iki kural olsa olur mu? kapılar aralansın, yeni alanlar açılsın; tekdüzeliğin sıkıcılığına kapılıp alışmayayım.

okuduklarımı tekrarlasam olur. okuma nesnesi aynı olsa bile her okuma farklı nasıl olsa.

kiminle pazarlığa kalkışıyorum?
siz kimsiniz? sizin adınız ne?

28 Ekim 2013 Pazartesi

İki Parça - 9


Austra - Beat And The Pulse



Tindersticks - Put Your Love In Me (fade)

20 Ekim 2013 Pazar

Bienal veya "Sanat zenginler içindir!"

bienalle ilgili yazmak gereksiz geliyor, yazılanlara ekleyeceğim bir şey olmadığından. bienalle ilişkim hakkında daha önce kimsenin yazmadığı (yazmaya cesaret edilmeyen - vihuu!) şeyler karalamaya çalışacağım.

dün salt beyoğlu'nun önünde zorunlu olarak beklerken bir teyze kulağımın dibinde arkasındaki insana "kız burda ne var böyle insanlar toplanmış" diye bağırdı. yazma isteğimi köpürten olaylardan biri bu. ne var burada diye bağırmaktan çekinmeyip içeri girmekten çekinen teyzenin nedenlerini düşünüp yazmak istedim. hemen aklıma içeride gördüğüm bir duvar yazısı(?) geldi: "sanat zenginler içindir!" teyzemin olaya bakışına hak verdim, içeride ne olduğunu bilmemesi çok doğal ve içeri girmeyişini de anlayışla karşılamak gerek. ortam onun yaşadığından çok farklı, gördüğü insanlar bir değişik. belki bir ucube olarak görüyor içerideki nesneleri ve insanları.

zengin olmayanlar için sanat tehlikelidir. kazara sırt çantanızla bir eseri devirmekten sizi kurtaran güvenlik görevlilerinin varlığının nedeni bu. halbuki benim kafamda bir tasarı olarak çok yer kaplar devirmek. yıkıp tekrar yapmak asla eskisine benzemeyecek bir üretimi işaret eder. yıkan kendinden bir eksiklik, bir aksama, bir boşluk ve belki biraz beceriksizlik eklemiştir; bu yüzden eskisine benzemez yeniden yapılan. zengin değilseniz dokunmak yasaktır, gözünüzle izler bırakacaksınız eserlere. eserler de beyninizin ilgili alanına izler bırakacak. zenginseniz defalarca dokunabileceğiniz, okşayabileceğiniz, üzerine asit dökebileceğiniz, dilediğinizce ekleme çıkarma yapabileceğiniz bir eseri satın alabilirsiniz. parasını verirseniz dilediğinizce devirip tekrar çevrime sokmanızda bir engel yoktur. 

bence bu yüzden de sanat nesnesi arzulanır. veya çok yanlış yerden dahil oldum konuya. tamamen düşündüğümden farklı da olabilir.

olabilir değil olur. benim gibi tek taraflı düşünüp ortaya saçmasapan sözler savuranlar azımsanmayacak kadar çok. neyseki tek hamlede çürütülebilecek savlar yığınının arasında bütünlüklü sağın düşünceler ortaya koymaya çalışan insanlar var. bu yüzden umudumuzu yitirmemeliyiz. 

bir beden karşılık beklemeden bükülüp muhatabında bir değişimi hazırlayabilir, bir sözcük işlenerek birilerinin kafasında yanlış bir yargıyı alt edebilir, bir hareketli görüntü hayatımızı daha iyi yaşamamız için bize bir fırsat yaratabilir. hiçbirine dokunamıyoruzdur ve bunun zengin olup olmadığımızla ilgisi yoktur. dokunabilmenin alanı diğer duyularınkine göre daha dar hayatımızda. 

o halde "biz nereye sıçacağız mustafa amca?"




17 Ekim 2013 Perşembe

Iron Maiden'dan Başlamak

Uzun zaman önceydi. Bir gece ansızın yazasım geldi. Yazmadım.
Gözlerim kısık, elimi avını yakalamaya çalışan bir yırtıcı kara hayvanı gibi kılavyeye uzatmışım,  aklım biraz havada, kafamın içindekileri denetleyemiyorum. Yazmak için bütün koşullar uygun. Yazmıyorum.
Çünkü neden yazayım noktasında takılıyorum, ne için yazayım?
Sanki bir cevap varmış gibi, olsa da tatmin edermiş gibi, Sanki hep bir nedenim olmuş gibi, hiç yazmamışım gibi, yazmamak gibi bir lüksüm varmış gibi. Hep sanki.
Yazmayınca olmuyor.

Hayatımın gidişatı, beni sevdiğim alışkanlıklarımdan alıkoyuyor gibi görünebilir. Gidişat, sıradan fakat eskisine göre hayal bile edemediğim günleri alışkanlık haline dönüştürüyor. (Heyhat! diyeceğim yere daha gelmedik mi?) Yazmak biraz dışarıda kaldı bu yüzden. Başka işlere kapılma, başka heveslere tutulma eğilimleri baskın hale geldi. Heyhat bu yüzyıl geçti gitti.

Yazmayınca olmuyor. Unutmayayım (bari, en azından, bunun için) diye yazmayınca olmuyor. en az, için, diye, neden?

Iron Maiden'la yüzyüze gelmeden öncesi var. Gidemediğim birkaç konser. Depeche Mode çok önemli. Gezi. Iron Maiden'dan sonra Roger Waters'lı harika gece. Gece eve dönemediğimizden yaşanan ilk metrobüs deneyimi. İç içe geçmiş insanlar, postmodern sanat, postyaşam denemeleri.

Yurtdışı seyahati. Başka türlü bakış, baktığım yerde güzellikler arayış, aradığımı bulamayış, ama görmediğimi görmeye başlayışım. Ay yükselmiyor, aslında biz alçalıyoruz. Biz, dünyalılar, Dünya nereye giderse oradayız, evrenin tesadüfi bir zamanında, tesadüfi bir uzamında, dünyadan kopan bir parçanın dünya etrafında döndüğünü sanıp yaşıyoruz. Ve tabi bir zamanlar güneşten koptuğumuzu, savrulduğumuzu, istesek de kavuşamayışımız düşünmeden..
Dünyanın maviye dönüşü. Sarıdan maviye. Ne büyük dert olurdu, dert lazım olduğunda.

O dünyanın da Türkiye'sine. Tesadüfen tabii. Yazsam olmaz şimdi. Nasılsın? İyiyim, sen?
,,,

Neyse, nihayetinde bütün yollar Galata Kulesi'ne çıkıyor. Dünyanın neresinde bir sokak varsa güzel, Galata'ya çıkıyor.

.
Filmler. İf, İstanbul Film Festivali, Filmekimi.
Sergiler, müzeler, bienal.

kitaplar, dergiler, kitapçılar.
çay kahve hazzopulo karaköy fıccın yemek kulübü çiya
kediler. Galata, istiklal.
kahvesizlik, evsizlik, kadıköy.
ümraaaaniye.
koşa koşa film, yayıla yayıla,
yanındaki fazla konuşa konuşa.
.

Oturup yazsam, yazmasam, . ?
Iron Maiden'la bitirmek.



Iron Maiden - Brave New World

12 Ekim 2013 Cumartesi

İşte bu yüzden insanları değil, kedileri ve köpekleri ve kuşları

Dönüp dolaşıp kendime yakalanıyorum. Kendimi yakalıyorum.
Kendime kızıyorum. 

Uzaktan seyretsem, yazacak başka şeyler olsa, alakasız şeylerden bahsetsem,

kendi kendime konuşmasam kendime kızmam. 

3 Ekim 2013 Perşembe

üç ekim

bir şekilde yazıya bulaşmış insanlar kendilerini hatırlatmak için ortalık yerlere sözcükler bırakırlar. birileri o sözcükleri bulup hatırlasın, onların evvelinden taşıdığı anlamları ansın isterler. yeni anlamları eskisine göre oluşmuş sözcüklerle oynasınlar isterler.

başkalarının akıllarında dolaşmak iyi gelir insanlara. yazana, konuşana; duyduğunu, düşündüğünü paylaşana; sözü olana daha iyi gelir. okumak, dinlemek yani edinmek, almak.. değer vermektir biraz - bir başkasının beynimize girmesine izin vermektir, onu kabul etmektir. düşününce öyle zor değil bunlar. görmezden gelince imkansızdırlar ama. birlikte yaşamak için söylemek, söyleneni dinlemek gerek. yaşamayı imkansız hale getirmenin anlamı yok.




3 Eylül 2013 Salı

Paralel Evren ve Yöndeş Açılar Sorunsalı

Sürdürülebilir bir hayat için gerekli olanın ne olduğunu biliyorum. Fakat istemiyorum onu.
Yeni bir hayat kurgulayamam. Artık çok geç. 
Eldekini ilelerletmek gerek. 
Gerekli olan bu işte.

Kafamın içinde girilmeyen alan kalmadı. Anlamıyorlar diye aklımdakilerin hepsini döktüm ortaya, anlaşılmayan ne varsa anlatmaya çalıştım. Anlamayanları tembelliğe alıştırdım böylece. Ben de anlatamamanın yorgunluğuna alıştım. Kimse bir yere varamadı. 

Bazı durumlarda bir insanın kendini haklı görmesi sıkıntılıdır. Haklı olmak bir şeyi değiştirmeyecekse veya haklılık hali, olanları çarpıtıyor ve asıl görülmesi gerekenlerin önünü kapatıyorsa mesela. Haklı olmanın kimseye yararı olmadığı çok olur. 

Eldeki ilerlemiyorsa sakınımlı bir oda bulunup yerleşilmeli.Orada kötülükten ve haklılıktan uzak durulmalı. Yeni bir hayat kurma düşüncesinin işlemezliği kabul edilmeli. "Israrla" anlatma çabasından kaçınılmalı. 

Yeni girilmeyen alanlar yaratmak, dokunulmayacak (en az) bir yan bırakmak gerekli. 

(Bu bir araydı. Esas diyeceklerim bunlar değil.)
***açıklamana senin

13 Ağustos 2013 Salı

güne bulanmadan

bak, evime geldim yine. her şey güzel olacak mı bilmem. belki her şey "normal" olacak. kaldığım yerden devam etmem için eylülü beklemem gerek. evimde ilk eylülüm olacak. sonbaharın tadını çıkaracağım.
uyku.

8 Ağustos 2013 Perşembe

kafamın içinde "replay"

anlaşılamadığından anlatılamayanlar şarkılar fısıldıyor bazen.
ses olmadan da şarkılar mırıldanırım kafamın içinde.

sesin imgesi iz bırakır. ses titretir, sarsar, yıkar.
ışığın zihnime kazındığı gibi kazınır. sesin görüntüsü vardır.

şiirleri heceleyerek okuduğum olur. kafamın içinde.
duyurmaksızın başkalarına. dışarı sızdırmadan.
görerek, duyarak.
anlamadığımdan anlatamadıklarım olarak.

ses olmadan mırıldandığım şarkıları da hecelerim. şiir heceler gibi.
ışığın zihnime kazındığı gibi kazınır.

---------------------


Depeche Mode - Only When I Lose Myself



7 Ağustos 2013 Çarşamba

help me if you can -

bazı sorulara cevap verilmez/verilmemeli. çünkü ne cevap verilirse verilsin yanlış olur. böyle sorularla çok karşılaşsam da aklıma bir örnek getiremedim.

"trick question" veya "hileli soru" denilebilecek sorulardan bahsediyorum; yalnız tam olarak bahsettiğim bunlar değil. öyle sorular var ki cevaplayanlar ne derse desin zor durumda kalıyor, yanlış (daha doğrusu istenmeyen) bir cevap vermek zorunda kalıyor.cevap vermeyip sorunun sorunlu olduğunu söylerse paçayı kurtarabiliyor.

çözemediğim bir durum var. eğer aklıma bahsettiğim türden bir soru getirebilirsem çözeceğime inanıyorum. belki birileri bana yardım edebilir diye buraya yazmak istedim. 

bildiğiniz "öyle" sorular var mı? varsa, zahmet olmazsa, paylaşabilir misiniz?

--------------------------------------------


Help me if you can
It's just that this, this is not the way I'm wired
So could you please,

...


A Perfect Circle - The Outsider

2 Ağustos 2013 Cuma

anımsanasıca

Güzel günler...


                                                           Lightning Dust - Highway

31 Temmuz 2013 Çarşamba

uykudan önce

"değişeceğiz tabii. önceki yazdıklarıma bakıyorum, hiç iyi şeyler yazmamışım. şimdi yaşadığım güzel şeyleri yazıyorum. "

kolay değil bunları söylemek. hakkını vererek yaşamak gerekli önce.

güzel şeyler yazayım ben de. güzel yaşayanla birlikte güzel yaşayalım.

"Bu akşam da gönlümüzce
bitmediyse gün
Suçun yarısı bizim yarısı günün"
(Melih Cevdet Anday - Bize Bağlı'dan)



25 Temmuz 2013 Perşembe

maĞdem gemileri yakıyoruz...

eh, sabah sabah teoman'a bağlamasam olmaz mıydı? üstadın dediklerini hatırladım: baĞzen ne yaparsan yap, olmuyor baĞzen.

o söylenenler aklıma geldikçe; kaçmak için çırpınıp durduğum, baĞzılarınca içinden çıkılmak istenmeyen durumlar için neler yaptığımı da düşünüyorum. kimseyi ilgilendirmez sabahlara kadar neler yaptığım. en sonunda hepsinden kurtuldum, beklediğimden çok daha fazlasını buldum. bunu hak ettiğime dair en ufak bir kuşku duymadım hala da duymuyorum. tartışmam bile.

şimdi anlaşılmıyorsa sonra anlaşılır. belki iş işten geçmiş olur, yine de bir yere varılır.

ayarı kaçırmamak lazım(dı).

kafamızı kıçımıza sokmadan önce tekrar düşünmeliyiz: bir daha oradan çıkaramayabiliriz.
ergenlik bunalımlarına girip yakıp yıkmadan önce iyice bir düşünmeliyiz: keskin sirke küpüne zarar.

- Haşlama yemeklerde eğleşme.
Emdiğin kendi tenindir. Tükür at acını!



Foo Fighters - I Should Have Known




23 Temmuz 2013 Salı

King Of Loss

"Mother, hence we cry:
Some of us are free to stand
Most of us are bound to lie"
(Pain Of Salvation - King Of Loss)



22 Temmuz 2013 Pazartesi

d eğer -

iyi ve az olan değerlidir; güzel ve az olan daha değerlidir;; güzel ve tek olan çok değerlidir;;; tanımlanamayan ve tek olan,, hayatta bir kere olan,,, aynı zamanda hem en iyi hem de en güzel olan değerler ötesidir.

André Gide, "Değer düşüncesini silmeliyiz içimizden; akıl için çok büyük bir engeldir o" derken ne demek istemiş olabilir diye çok düşündüm. Bir düşünceyi silmek için çok düşünmek gerekir. Keşke daha basit olsaydı, halihazırda fazlasıyla ikna olmuşken, "tamam, silelim hemen" diyebilseydim. İçimizdeki değer düşüncesini.

hayatta bir kere olan'ı da silebilsem içimden... işte o zaman, hayatın bir anlamı kalmazdı. en azından düşünmesem belki biraz basit olurdu yaşamak. Keşke daha basit olsaydı. Çok ikna olmuşken koyun da oluverseydim. Bütün güzel çiçekleri yerdim, kimse ses etmezdi.

Aslında basittir yaşamak. Bunu da çok düşündüm. Yaşamamak çok zor ve sıkıcı olurdu, bu yüzden.

bir sözden yola çıkarak gelinebilecek bir noktaya böyle geldim

Ece Ayhan, İkinci Yeni şiirini "yorulan bir şiirin ayak değiştirmesi" olarak nitelendirirmiş.

“Yorulan bir şiirin ayak değiştirmesi

Ala ala hey! Artık şarkı olacak
Şiirin döndermesine genç hallaçlar ve
Kuşbakışlı çocuklar karşılık veriyorlar
Salarak gürlüklerine göğün uçurtmalar, hurra!”


hhgheyterebe. bir yazıya başlamak bazen zor geliyor. o halde başlamasam daha mı iyi? bazen zorunluluk duyuyorum yazmaya karşı, başlamak zor diye vazgeçme rahatlığına eremiyorum. yazmazsam gidip uyumam gerekiyor (aklıma ilk bu geliyor.) "bu(?) kapı"yı bir şekilde kapatmak adına ya yazmam ya da günü bitirme provası olarak görülebilecek gün ortası uykularına sığınmaktan başka bir de kafamı boşaltmaya yarayabilecek ne gelirse akla onları yapmaktan başka aklıma pek bir şey gelmiyor. gelmiyor aklıma bir gelmeyen bir aklıma. "şey". 

Ece Ayhan'ın ikinci yeni şiiriyle ilgili söylediklerini, hakkında yazmak isteğim konuyla -sapma'yla- ilgili bir çıkış ararken buldum. Daha doğrusu söze nasıl başlayacağımı yine bilemediğim için yazmak istediklerimi merkeze alıp yarım yamalak hatırladığım bazı okunmuşları tekrar okumak istedim. Evet, odaktan ayrılmayarak alakasız şeyler okuyup anlatmak istediklerimle ilişkilendirebiliyorum - birçok insanın farklı şekillerde yaptığı gibi! 

sorun şu: bazı insanlar şiir gibi konuşmaya çalışıyorlar. yüksek şiir, çok kolay fark edilir şekilde, yoğundur ve çok-anlamlıdır. okuyanına yeni tasarımlar oluşturma imkanı sağlamaya çalışır ve çoğunlukla da başarır (yüksek şiir dedim özellikle). yeni anlatım biçimleri kazandırır. (bahsettiğim şiir elbette bu kadar değil - bilinçli olarak indirgedim.) (açıklamalar yapmaya zorunlu hissedip durmam mahalle baskısından)

insanların şiir gibi konuşmalarında ne gibi bir sorun var? şiir dili gündelik dilden epey farklı. yani sıradan bir konuşmada çeşitli sapmalar kullanılması anlaşılmayı güçleştirir. şiirin yazımı aşamasında geçen süreyle anlık bir konuşmanın oluşturulma süresi arasında yıllar kadar fark var. çeşitli nedenlerden ötürü konuşanın ifade etme yetkinliği şairin şiirindeki ifade gücünün yanında  çok basit kalacaktır (konuşan şairse bile - konuştuğunda "bence" bir şair olmaktan çıkıp konuşmacı olur o). o yüzden sorundur günlük, kolay tüketilebilir ve akılda çok az kalması beklenen sözler üretenlerin çabası. bunu çözmek için; kolay anlaşılır bir dil kullanmaya çalışmayı, kısa cümleler kurmayı, sözü eveleyip geveleyip karmaşıklaştırmaktan kaçınmayı öneriyorum. en çok da kendime. 

bunları anlamsal sapmalarla dolu konuşmalardan hiçbir sonuç çıkaramadığım için yazdım. tabii ki yine kendime - kendi anlayacağım şekilde - bencilce. böyle olması elbette başkalarının benimle ilgili fikir üretmesine engel olmamalıdır. (demek istediğim okuyabildiklerinin kıymetini bilmeli herkes - okunmasına izin verilenleri okumak çok ayrıcalıklı gelir bana. bu yüzden yazan çizen insanlara gerekenin dışında fazladan saygı duyuyorum.)
--------------------------------------------------------------
bir de şarkı:

Thirty Seconds To Mars - Northern Lights




anlaşılamayavere - anlatamayabile - neçıkaryaza - siz bizi anlamasanız da - amenna

Eh, ben buralara biraz fazlayım. Bir türlü sığamadım, sığdırmadılar. Başka yerde doldum, burada bir yere taşacağım. Buraların bana yüklediği boşluğu sessiz sedasız bir köşeye atacağım. Lazımsa sağlam bir kafa karışıklığı da bırakıp giderim fazla yormayanından.

İçinde insan yaşayan bu yer, vermediğini istemesin yalnız; terk etmeyi daha fazla kolaylaştırmasın, bıktırmasın. Kaçar gibi değil de "bekleyenim var, artık gitmem gerek"tiği için gideyim. Düşünmesiz, anlamasız, sorgulamasız, gözüm arkada kalmasız çıkıvereyim yola. Gittiğim yere az gideyim, güzelliklerle dolup çoğalayım orada, birikeyim. Ama "hiç" gitmeyeyeyim, illa "az" gideyim. Geri gelmeme yüzün olsun.

Çok şey mi istemiş olurum? Nedir beni bu hallere soktuğun? 

18 Temmuz 2013 Perşembe

kendilerim için yaşıyorum - 7. bölüm

kendilerimden biri bunun bir parçası.
bu kendilerimden birinin bir parçası.
yeryüzünde bir yerdeyim, ismim cismim yok, bilinmiyorum, tanınmıyorum.
var oldukça var olacağım çok şey var ve hiçbiri yok olmayacak.
biliyorsunuz, biliyorlar.
duyuyorsunuz.

bir kere daha duyun:


Gezi Bandosu - from Gezi with Love

16 Temmuz 2013 Salı

konuştuklarımızı başkaları da duyuyor. ne büyük çelişki.

iki insan bir araya gelsin ve bir tanesi ben olayım. karşımdakiyle ne konuşacağım? iki insan bir araya geldiğinde ne konuşur? bu gece bunu düşünmek istedim.

anlattıklarımdan yola çıkarak karşımdakinin "sen ne yapıyorsun da insanları böyle eleştiriyorsun?" demesini beklerdim. elimde ne var? niye eleştiriyorum? hatta yapabiliyorsam ben yapayım, oradan öyle konuşmak kolay. bunlar gibi şeyler duymayı beklerdim. şu an bunlar için konuşurdum konuşacak olsaydım.(anlayayım diye bazı kısımlarını italik ya da tırnak içinde falan yazmalıydım. neyse.)

şu an karşımdakiyle konuşuyorum. dışımdaki bir kimseyle veya bir nesneyle, her ne/kim ise, anlaşmaya çalışıyorum.
yoruluyorum da. anlaşmak zor bir uğraş çünkü.

eleştirmek kendi anlatmak istediklerimi düşününce ilk aklıma gelendi. eleştirmek için bir şey yapmam, üretmem gerekmiyor illa. bu dünya benim isteğim dışında benimle etkileşime giriyor, bana dokunuyor, vaktimi alıyor. her tarafım sarılmış, pisliğe bulaşmışım. olana karşı çıkmak istiyorum, kendimi haklı görüyorum. yürüyorum, koşuyorum, duruyorum. dahası (şu an) kendimle ilgili aklıma ilk gelen şey bir şeyleri eleştiriyor oluşum. ne var bunda? dilediğimi söyleyebilirim, beni ne engelleyebilir?

aslında esas konu hayatımdan oldukça memnun olmam ve beni seven insanların buna sevinmesini istemem. ben mutlu olduğumda sadece benim mutlu olmamdan mutlu olsun birileri. bir sebep olayım mesela.

şu an misafir olduğum yerde olduğum için evimde ne kadar mutlu olduğumu daha iyi görüyorum ve beni misafir edenler bunu anlıyorlar. anlamayanlar var. onları eleştiriyorum.

bu gece insan eleştirdim kendi kendime. kendilerimden bazıları karşılıklı bunları konuştu. kimsenin bilmesine de gerek yoktu.

-------------------------------

bir yerde otururken şarkıyı duyunca çok sevindim. karşımda güzel bir kadın oturuyordu, sevindiğimi ona da söyledim.


Dio - Sacred Heart

-------------------------------

şıtokholm demeyi seviyorum.

-------------------------------





13 Temmuz 2013 Cumartesi

kendilerim için yaşıyorum - 6. bölüm

bir itiraf: bütün insanları tek bir insandan yola çıkarak anlamaya çalışıyorum. bunun ne kadar doğru olduğunu bilemiyorum. bu yaklaşım monteigne'den miras kaldı sanırım.

yıllar önce oluş(turul)an fikirlerin -yanlış olsalar bile- hayatımı yölendirdiklerine, içinde bulunduğum anları değiştirdiklerine çok eminim. hafızama hiç güvenmesem de baĞzı şeyleri hiç unutmadığımdan da eminim. günlerce tek bir sorunla boğuştuğum oldu, unutamamam doğaldır. tekrarladıkça unutmak zorlaşır (neyi tekrarladıkça?).

(aklıma salakça bir cümle geldi: "acılarıma iyi çalıştım."
zehirlenmiş olabilirim. gideyim elimi yüzümü yıkayayım. bu ülkede yaşıyor olmanın ağır bedelleri var.)

Kendilerimden biri bulimik bir ruha sahip. Bulantılar, kusma istekleri vs.

nereden nereye.


Hurts - Miracle

10 Temmuz 2013 Çarşamba

deneme ve illa ki yanılma

yeni tanıştığım insanlar bana kendim gibi davranmadığımı hissettiriyor. insanları tanımak için aptalca yollar denediğimden ve işleri hızlandırmak için kullanmakta ısrar ettiğim testlerden vazgeçemediğimden böyle oluyor aslında.
en sakin insanı bile çileden çıkarabileceğimi düşünüyorum.

-------------------------------

istanbul'un herhangi bir yerinde bir kahve?

-------------------------------

bir başlıkta ve ve ki bağlaçları bir arada. ve çok bir.
çoklarının kemiklerini sızlattım. affedebilecek olsalardı ederlerdi.

-------------------------------

daha sonra buraya şarkı da koyacağım.

Vadedilmiş şarkı:


Opeth - Windowpane

1 Temmuz 2013 Pazartesi

kendilerim için yaşıyorum - 5. bölüm

ciddi şekilde ukala besliyorum. özellikle damarıma basıldığında daha çok büyüyor o. bunu gerekli görmemden utanmıyorum. bazen üzülüyorum.

(bkz: drama queen)
nereden bakılırsa bakıla, ne olduğu anlaşıla. mümkünse uzak durula.

29 Haziran 2013 Cumartesi

kendilerim için yaşıyorum - 4. bölüm

Sevgili Kendilerim;
sadece kendinize odaklanırsanız başkalarını bulanık görürsünüz. Gördükleriniz canınızı sıkar, onların canlarını sıkarsınız.
Neydi, can sıkıntısı aptallara özgü müydü? Neydi?

-----------------------------------
1. (büyük harflerde bir mana aranmaya.)
2. (biz(?)i delirtmeye çalışanlar var(?).)
3. (diretme olmaz bu elbise bana/ imajın değilim ki ben senin/ soytarın değilim ki ben senin/ yalakan değilim ki ben senin.) Bir hatırlayalım bakalım neymiş.

Metropolis - Makine

25 Haziran 2013 Salı

kendilerim için yaşıyorum - 3. bölüm

kendilerimden biri unutulduğundan içimde çürümeye başlamış.
diğerlerini de çürütüyor olabilir.
bazen çirkin oluyorUZ.
BİZ.
hangi kendilerimden birinin çürüdüğünü o zaman anlıyorum.
sevdiklerimden biri eriyor, bozuluyor, yok oluyor işte.
çirkin oluyorUZ.

24 Haziran 2013 Pazartesi

kendilerim için yaşıyorum - 2. bölüm

... (defter icat edildi, bir blogumun olduğunu unuttum.
"kendilerim için yaşıyorum" serisi bir defterin yarısını doldurdu. blogda daha 2. bölüm. )

kendilerimden biri her anlamda geriye doğru gitme eğiliminde. asıl olduğunu sandığı bir şeye dönmeye hevesli.  bir dostun yapacağını diğer kendilerime yapmaya çalışıyor. dost olmaya çalışıyor, arkaları kolluyor. 

gölgemi sevmiyorum diye açıklaması olan başka bir blog açtım. diğer kendilerime.

müsait zamanda devamı inş. cnm ya.

12 Haziran 2013 Çarşamba

etkisiz eleman

elimde olmayan sebepler çoğalıp önüme yığıldılar.  bu yüzden kıpırdayamıyorum.

3 Haziran 2013 Pazartesi

kendilerim için yaşıyorum - 1. bölüm

"erkekler sadece kendileri için yaşar; oysa kadınlar bütün bir hayattan sorumludur."
genellemesi çok dokundu. buna inanılması daha çok dokundu. kendime gelir gibi oldum.

olmadığım bir yaratığa dönüştüğümü düşünüp dururken kendime, ne yapıyorum ben diye sormamalıydım. anlamaya çalışmak yerine saf saf yaşamaya devam etmeliydim.

bu hayatın iyice boku çıktı. bunda kadınların hiçbir suçu yok tabii. onlar hayatın boktan olmayan kısımlarından sorumlular.

21 Mayıs 2013 Salı

tekrar

...

uzun süre bakıldığında her şey gülünç gelebilir. gün, hep aynı yere bakıp durmaktan sıkılmıyor bu yüzden. hiç şaşmadan olması gerektiği yerde olması da belki bundandır. 

20 Mart 2013 Çarşamba

hay aksiseda oksimoron

konuşasım var, uzun uzun anlatabilirim olan biteni. birçok nedenden konuşamadığım oluyor. işte o zaman yazmak istiyorum. karşımda biri varmışçasına, kime seslendiğimi bilmeden, zamirlerden zamir seçemeyerek yazmaya çalışıyorum birine, birilerine, ama en çok kendime. belki birileri fark etmiştir, muhatabım -her kimse, her nasılsa, bir şekilde- dönüp dolaşıp 'ben' oluyor(um). oluyorsun. okuyorsun. oluyorsunuz. ben oluyorum en çok. oluyorlar.

çünkü, saçma. anladım mı? saçma. bir kağıdın aynaya dönüşüp beni bana yansıtmaya başlaması, konuşması, kendimi ona kabul ettirmeye çalışmam falan hep boş. kağıt bazen sadece bir kağıttır. 

birilerinin beni duymasına ihtiyacım var mı bilmiyorum. yazıyorum sadece. konuşasım geldiği için bu kez. daha önceleri defalarca yaptığım gibi bir kez daha "bu kez". 

yazmak böyle bir şey değil. anladım mı? 



David Bowie- Obstacle

15 Şubat 2013 Cuma

Gerçek Erkek

Giriş:
(Bu sayfayı görene kadar ne yazacağımı çok iyi bildiğimi sanıyordum. Şimdi hiçbir şey yazamıyorum. Bunu bu hale getirmek için çok uğraştım ve başardım. ---- Bunlar benim klasik giriş sözlerim, anahtar gibi bir şey.)

Gelişme:
Bakıp gitmelerim, geçerken uğramalarım, sarkarken başım ağır geldiği için  düşmelerim iyi hoş, ama bunlar bir yere kadar. Yazmaya başlayıp sakladığım yazılara inatla yazacağım. 

Daha Gelişme:
Yazdıklarımı, söylediklerimi önemsediğim kadar olmasa da, önemsiyorum. Başkaları da önemsiyordur.(şarkıya gider
Diyelim "Ben bugün gerçek erkek oldum." yazsam hakkımda ne yorumlar yapılırdı. (Şuraya koskocaman bir) Umurumda değil (yazsam çok rahatlayacağım). 
Umurumda olsaydı yazmazdım. Aşağıdaki fotoğrafı da koymazdım. Bir madalya gibi taşıyacağım göğsümde.










Bunun ne olduğunu, ne anlama geldiğini uzun uzun anlatmayacağım. İnsanlar işleri yoksa düşünsünler, acaba gerçek erkek nasıl oluyor diye. Kendini erkek, adam, delikanlı sanan insanlar var şu hayatta, onları düşünsün düşünesi olan. Bu dünyanın neden bu kadar "tam da yaşanacak bir yer" olduğunun cevabını kendilerini, kendi basit ölçütleriyle değerlendirip olmadığı gibi olduğunu sanan hayalci insanlar verecekler.  Bu gibi şeyler düşünülebilir.

Çok yazdım.

Kısaca şöyle bir "geçiyordum uğradım" yazısı da yazabilirdim:

Güzel gün. Beyoğlu'nda harika bir film: Aşk Seansları. Festivalde toplam beş film izleyecekmişiz. Yarınki gece yarısında. Kadıköy'de de dans eden kadınlar vardı. Kadın milleti çok eğlenceli. "Nelere rağmen?"
(Moda'da oturmadan da mutlu olunabileceğini kanıtlayacak kadar mutluyum.)

Son cümle genel dokundurmalı eğilimlerin bir yansıması. Eski alışkanlıklarımdan. Ne hoş!

Sonuç:
 İnsanlara bir şeylere anlatma ihtiyacı gerçek mi? Beğendiğim bir şeyi iki saat boyunca neden beğendiğimi anlatabilirim ama bunun kime faydası olur? Beğendim deyip geçmek varken onca laf kalabalığının sebebi ne? Ne dersem diyeyim gideceğimiz yer hep aynı. (Yukarıdaki filmi bulup izlemelisiniz demek ne olursa birilerinin izlemesi için yeterli olur?)

Her şeyin başı sağlık.

(başlık yanlışlıkla ilgi çekici olmuş olabilir, kusuruma bakmayayım.)

...

16 Ocak 2013 Çarşamba

hayata dik dik bakınca "niye öyle bakıyon lan!" demez

hep aynı çerçeveden bakınca resmin değiştiği fark edilemeyebiliyor.

12 Ocak 2013 Cumartesi

yansı - yankı -şarkı

yağmuru seyrederken camda yüzüm yankılandı, şarkı dilime kondu:


Katatonia - The Future Of Speech

8 Ocak 2013 Salı

artık varım. benim için var olmak kolaydı. 
senin düşündüğün gibi düşünebilsem, sen de kolayca var olurdun. 

yüzlerce yıl sonra karnabaharı çiğ yemeyi öğretene bir soru: bunca zaman nerelerdeydin?

bir tavşan ve bir fare ile birlikte yaşıyorum. diğerleri hep geçiciler, kalamayıcılar.

sabaha kadar kar yağsa yine kurtarmaz. çok yürüdüm, ıslandım ve yoruldum bir zamanlar. 

önemli bir soru sordum. 


5 Ocak 2013 Cumartesi

hasta, isteksiz, işi gücü olan bir insanım.