28 Eylül 2011 Çarşamba

negatif'i anlama kılavuzu - 2

Bazı şeyler bana yakışmıyor ya da yakıştırılamıyor. Modayla ilgilendiğim düşüncesi mesela. Benim modayla ne ilgim olabilir değil mi?

Çok ilgiliyim. Modayı takip ederim. Birileri gelir "ıyy moda mı?" der diye belki. Evet ya, moda işte. Bana yakıştırılamasa da hayatımda var bu. Gerçi normaldir benim bunun gibi şeylerle ilgili olamayacağımın düşünülmesi. Kılık kıyafetimden, söylediklerimden, bakışlarımdan, ...,  her şeyimden belli oluır bu. (Bu arada 'normal' ne?)

1. Kafamın içinde bir sürü gereksiz ayrıntı gezinirken ben kendimi onların içinden çekip çıkarabilirim.
a) Kendimi tanırım. 3 metre boyum var ve hep aynı şeyleri giyiyorum. Kendimi bulmam zor olmuyor bu yüzden.
b) Gereksiz ayrıntılar benim kafamın içindeyken deplasmanda sayılırlar ve küçüktürler.
2. Dağınığım, Dağınık olan şeylerin içinde aradıklarımı bulurum. (İnsan beyni muazzam bir organdır.)
3. Bir negatif modayla ilgileniyorsa "ıyy moda mı?" diye sorulmasını bekler. Bu sorulduğu zaman da şu an yazdığı şeyleri yazabilir. (Kendinden başkası gibi bahsetmek için "Yorumcu Negatif" diye bir şey icat etmiş bir negatif)
4. Bir negatif modayla ilgileniyorsa görünenin arkasında bir şeyler arayabilir (Büyük resmi gör negatif, görünenin arkasına bak. Sıradanlık vadediyorum sana!). Gerçekliklerini yitirmiş, hayal-nesneler haline dönüşmüş mankenlerin dizlerinin ne kadar çirkin olduğunu fark edebilir. Her gün bunu hatırlatan şeyleri takip edebilir. (Hala aynı kişiden bahsediyorsak) dayatılan güzellik anlayışının etrafındaki insanları nasıl etkilediğini anlayabilmek için o dayatılanın ne olduğunu anlamaya çalışabilir. (Kendini olduğundan fazla görürken görünenin arkasına bakmaz da iş artizliğe gelince böyle süslü cümlelerle görünenin arkasına bakar bir negatif.)
5. "Ya da tam tersi."
6. Kafamın içinde neler döndüğünü ben bile tam olarak bilemezken insanların. (Sıkıcı)
7. Bazen insanların bana karşı yaptıkları "Bu ne cüret!" dedirtebiliyor. Bunu demem pek de önemli değil. Lafın gelişi derim genelde. Şaşkınlık ifadesi olarak.
8. İnsanların dizleri çok çirkin. Zayıf insanların dizleri daha çirkin. Zayıf insanlar çirkin. (itiraz edecek olan varsa diye: "bence". "böyle deyince kavga çıkmaz. itiraz kaldıracak halim yok diye: "bence". kavga etmek istemiyorum diye: "bence". 30 defa daha bence dersem "bence" anlamını yitirir. etrafımızdaki çoğu şey için yapıyorlar bunu. UYUMA!)
9. Bir nesneye uzun süre bakınca o başka bir şeye dönüşebilir. "Yabancılaşmak."

Uzar da uzar böyle. Saatlerce, günlerce, aylarca, yıllarca, yüzyıllarca

Anlatabilirim. Ama anlamak istemeyene bin yılda anlatamam.

Daha fazla uzamasın, gideyim.


                         Dredg - Pariah

iki parça - 4

1. Pentagram - G.S.T.K.P.

"...
Why must we live
In this drain that we hate
Life is hell for the dreamer
Who's seeking the shade

Give me something to kill the pain
There is no tomorrow and no today
My soul is not for eternity
And I know I will fade away, in memories" 


2. Pentagram - Pain

"...
I asked my father why he passed me by
He said I'm always here and watching you
Don't be afraid when you have lost your way
Follow the signs and they'll be leading you

Why do I fear the lie
When time has come to say goodbye

Heavy conscience on my shoulder
I can't hold on any longer
Cold ice now
Darkness kill my pain"

26 Eylül 2011 Pazartesi

dönüş

yolculuk: iki gece. bir dolu gün: uzun sürmüş gibi tadı. hiç unutmayacağım.
yorgunluğumu, uykusuzluğumu önemsemiyorum. her şey düşündüğümden daha iyi ve böyle olması bu kez korkutmuyor beni.

gidişler kolay, gelişler zor. olmayandan olana, olandan olmayana.
hiç gelmemek üzere gideceğim gün için ilham verici bir gün. rüyalar uzun sürmez. uzun sürmüş gibi gelir uyanınca.
kopmak zor. "o an" zor. son bakış. bir kez daha baktığımda olmaması zor. ve hayaller sonra. olsun.

gidişimle gelişim arasındaki bir zamanda galiba çok mutlu oldum. biraz da sarhoş etti beni bu. çok beklemişti, bir anda içince çarptı.

şimdi ayılıyorum.

biraz uyuyacağım.
iki gece yolculuk ve dopdolu bir gün.

24 Eylül 2011 Cumartesi

yolculuk

en telaşlı, en farklı "ankara'ya gidişim"in eşiğindeyim. yalnızlığın başkentinde bu sonbahar nasıldır diye görmeye gidiyorum (!). birkaç saat sonra uykusuzluğum başlayacak ve sanırım ancak pazartesi sabahı uyuyabileceğim. heyecanlıyım ve yorgun hissediyorum. bir de yetişemeyecekmişim gibi tabii ki. bir dakika için bile her şeye değer zamanlarım. alıp başımı gidiyorum işte. birkaç gün yokum. birkaç gündür zaten yoktum. iyi şeyler oluyor.

21 Eylül 2011 Çarşamba

Üstüm başım bitki, önüm arkam sağım solum gece.

Olup bitenleri seyrederken akışa kapıldım, bilmediğim yerlere gidiyorum. Düşündüklerim yüzüden her şey tek bir şeye benziyor, günler en geçmek bilmeyen ama yine de basitçe geçip giden güne dönüşüyor -hisler aynı, görüntüler ve sesler aynı. Aynılaşıyorum. Hep böyle gideceğini düşünüyorum, bu gidişi durduramıyorum. Durdurmaya yetmem. Çünkü ben de her şeyin içinde, olduğumdan fazla değilim; hatta gitgide azalıyorum. Bak, ne kadar kolay söylüyorum: "Hiçbir şey değişmeyecek."


Ne yazık, tam da böyle olması gerekiyor.

Çok fazla birinci tekil kişi. Ne kadar çoksam o kadar sıkıcıyım. Sıkıcı olduğum kadar kendimden sıkılıyorum. Yine çok fazla birinci tekil kişi. Ne pis bir döngü!

 ***

Sorun yok. Sıradanlıklar, tükenmekler, sıkılmaklar beni bir ağaca dönüştürecek; toprak beni başka türlü besleyecek, dünyayı başka türlü soluyacağım. O zaman yorgun bir gezgin gelip gölgeme sığınacak, bana bir kitap verip rahatımı kaçıracak. Hem belki birazcık "bir ağaç sadece bir ağaç değildir". Hem de belki şimdi tam zamanıdır.

Öyleyse tam zamanı:

"Ayaklarım hayvan, üstüm başım bitki
Denedim bütün vakitleri al
Başka türlü geçmeyen bir vakitti"


(Melih Cevdet Anday'ın "Tek Başına"sından)


İşte bu!

20 Eylül 2011 Salı

geçiyordum, bir uğrayayım dedim ey yoğurt.

yoğurtla şiir arasında nasıl bir bağ kurulabilir? son birkaç saatte yaptıklarımla birlikte bunu da düşündüm. şiir deyince aklıma yoğurt geldi, yoğurt deyince hassasiyet. içinden çıkamadığım bu durumu çözmem gerekiyordu.
Yıllar önce mayalanmışım ben. Şimdi tuttum.

İki not:
1. 'Herkes'in sanatçı olduğunu ilk ben söylememişim (tabii ki söylediğim her şey gibi bunu da ilk ben söylemedim). Farklı bir bağlamda Joseph Beuys benden önce söylemiş. "Everyone is an artist." Beuys, Novalis'ten ödünç almış bu sözü. Bir de şu var: "Everyone is a writer of an encyclopedia"

Beuys herkesin sanatçı olabileceğinden bahsediyor. Ben de herkesin sanatının olabileceğinden bahsediyorum. "Herkes sanatçı, herkes filozof" dememde biraz alaycılık mı varmış neymiş.

2. Yoğurdun şiirle ne alakası var?
Alıntı:
"Yeni bir yoğurt için bir kaşık olsun yine bir yoğurda ihtiyaç var. Eğer o bir kaşık evvel emirde yok ise taze yoğurt da yok."

Çok kurcalamayacağım. Birkaç yıl önce okuduğum bir yazı aklıma düştü. Yazının anılan kısmında kendini "özne" ve kendinden gerisini "nesne" olarak gören ve geçmişe karşı kör olan şairlerin kuramlara yaslanarak kendilerinden önceki kuşaklara karşı lakayt davranışlarda bulunduklarından ve bunu yaparken kendileri gibi olan diğer şairleri kullanarak bu ayıplarını örtmeye çalıştıklarından bahsediyor. Bunu da müşterek aldanma olarak görüyor. "Sanılıyor ki müşterek aldanma, aldanma değildir." diyerek devam ediyor yazı.

"Yoğurt çalmak için gidip başkasından bir kaşık yoğurt istemek ayıp kaçmaz."

Belli ki beni çok etkilemiş bu yazı. Yıllar sonra tekrar okuyunca yine duydum o dost sesini.
 
(Bahsettiğim yazı Celal Fedai'nin "Bir Misal ve Beş Lüzumsuzluk Üzre; Şiiri Ne Sanıyoruz?" adlı yazısı, alıntılar da bu yazıdan.)

--------------------

Meyveli yoğurt
Şiirli yoğurt
Uykulu yoğurt

Ama mutlaka yoğurt yani.

19 Eylül 2011 Pazartesi

negatif'i anlama kılavuzu - 1

"Söyleyecek hiçbir şeyim kalmadığını duyumsadığımda doğal bir hareketle "geriye dönüş"ü oynarım. "

1. Söyleyecek bir şeyimin olmayacağını duyarım. Olmayan belli eder kendisini, boşluk bas bas bağırır hatta. Tanıdıktır çünkü.
2. Doğal hareketler alışkanlıklar sonucudur. Doğal olduğu için doğal denmez bunlara.
a - Üzerine düşünülmüyordur. Ya da
b - doğrudan bir hüküm içermezler. Ya da
c - anidirler -oldukları gibi olmamaklıklarına fırsat verilmemiştir, başka türlü olmaları için yeterli süre yoktur-
ç - Başka her şey olabilirler ve başka hiçbir şey olmayabilirler. Açık uçludurlar, belirsizdirler ya da basit bir ifadedirler; anlatılmak istenen kadardırlar, kesindirler. Belli olmaz ne oldukları ya da çok bellidir.
d - Öylesine söylenmiştir.
3. Doğal olan dönüşlüdür (refleksif). Çağrışım değeri vardır. Bir sonraki sözcüğü bu çağrışım belirleyebilir.
4. "Hareket" düşüncenin meyvesidir. "Olan"dır. "Yapılan"dır. "Kılınan"dır. Düşünce hareketle birlikte anıldığında tasarıdır. Düşünce, "geriye dönüş"ü imgeye dönüştürmeye; hareket, imgeyi somutlaştırmaya çalışmaktır.
5. Anlaşılma çabası hep vardır. Olmazsa olmazdır. "Hayatım boyunca anlamaya çalıştım. Anlatamadığımı anlamadığımı düşündüğüm için daha çok anlatmaya çalıştım. Anlatmanın "ne kadarı" anladığımın ölçütü olduğu için anlatabildiğim ölçüde anladığıma ya da anlamadığıma karar veriyorum. Bu da hayatımın amacına ne kadar yaklaştığımı ya da amacımdan ne kadar uzaklaştığımı gösteriyor. Tabii ki birçok açıdan yanlışlarla dolu bir yöntem."Anlamak biricik amacım değilse de öyle olduğunu söyleyebilirim. Bu da kolaya kaçmak olarak anlaşılabilir. Hangi birimiz yapmıyoruz ki bunu.
6. Halbuki ne imgeye ne de somutlaştırmaya gerek var. "Her şey gerekli olduğu için var olmuyor."(sıfatları iyi seçmek gerekir.)
7. Sözce-Sözceleme-Lacan-Nedensizlik. Bunlar düşünceme uğrarlar.Ara sıra.
8. Neyin hangi kavramla ilgili olduğunu oturup saatlerce anlatabilirim. Kimse bunu saatlerce dinlemez. Çünkü sıkıcı.
Kendime anlatıyorum ve sıkılmıyorum.
9. Bir insanın seçtiği sıfatlar üzerine derin derin düşünmesi gereksiz mi gerçekten? İnsanlar bu kadar düşünmeseler daha mı iyi olur?
"Konuşan insan düşünmüyorsa ne yapıyordur?" "Düşünmeyeceksek konuşmaya ne gerek var." "İkisi birden."
Derin düşünebilsem ne kadar da iyi bir şey yaptığımı düşünürdüm. İç-içe.
10. Birden,,,Burden. Diller arası geçişlere eskisi kadar karşı değilim.
Önemli olan çoğalmaktır.
11. "Ey renkler beyi, bizim renklenmemize acı!"
12. Denize dökülecek nehirleri durdurmak ne zordur. Bunun için bir dağı önüne yığmanız gerekebilir. Nehirleri ne için durdurmak istediğiniz de çok önemlidir.
13. Çağrışımları engellersek düşünemeyiz. Engellemek istediğimizde "ne için" olduğu çok önemlidir.
14. "Geriye dönüş" oyundur. Buradan.
Lego oyuncaklar. Parçası kaybolmuş yap-bozun kayıp parçasını aramak için önceye bakmak. Çocuklukta nasıl oynadığını hatırlamak için bazen. Geriye dönüş eksik kalan bir yaşantının eskide bir karşılığı olduğunu ummaktır. İnsan öyle ya da böyle arar.
15. Oynamak=acting. Maske.
Düşünce ile hareketin arasına sıkışmıştır. Boş sahneyi izlemek için istedikleri yere oturabilen seyircilerin olması veya olmaması bir şeyleri değiştirir, duruma farklı bir anlam katar.

-----------------------------------------

Sonuç:

"Söyleyecek hiçbir şeyim kalmadığını duyumsadığımda doğal bir hareketle "geriye dönüş"ü oynarım."
Bu cümlenin beni getirdiği yer: Aslan Kral. Sinemada izlediğim ilk film. İkinci film ise Pocahontas.
Aslan Kral'ı izlerken neden daha önce sinemaya gitmemiş olduğumu ve sinemaya gelmek için neden bu kadar geç kaldığımı düşündüğümü çok iyi anımsıyorum. Benim için önemli bir başlangıçtır. Pocahontas'la ilgili pek bir şey hatırlamıyorum.

Eski filmleri izlemek istiyordum, ama bu kadar geriye gideceğimi hiç düşünmezdim. En başından başlayacaksam bunca yıl yaşamış olmamın ne anlama geldiğini de sorgulamaya başlayabilirim. Böylesi bir sorgulamayı kafam kaldırmaz. Sorgulamasız, düşünmesiz birkaç hafta geçirmem gerektiğini bilsem bile bu "doğal olarak" mümkün görünmüyor.

Yazı görmek istemiyorum. Kitaplardan uzaklaştım. Yine de blog okuyorum hala. Ne büyük ihanet. Ya da ne büyük cesaretsizlik. (Cesaretsizlik'teki +sİz eki yokluk bildirdiği halde sözcüğün önüne gelen 'büyük' sıfatı ne kadar da iç açıcı. Durumumu ne iyi anlatıyor)

Hayır, tekrar maddeler halinde anlamsız şeyler söylemeyeceğim.

---------------------------------------

Ejderhanı nasıl eğitirsin? Aslan Kral'dan sonra bu filme gelecektim. Aklımdan Wall-E'yi ve Mary and Max'i geçirerek, ama yazmayarak. How to Train Your Dragon çok tatlı bir animasyon film.
Bir de O Cheiro do Ralo var. Pis kokulu bir kapitalizm eleştirisi. Çirkin sahneleri var. Güzel olan pek bir şey yok. Çünkü kapitalizm eleştirisi. Bir de Brezilya filmi.


Gecenin bu saatinde. Yazmak için yeterince yorgunum. Geçiştiriyorum. Sanki yazmak bir görev ya da zorla yazdırıyolar gibi bir de açıklama yaparım.

Geçiştirmek ve indirgemek bugünün anahtar sözcükleri. Yazmasaydım ölmezdim ama.

---------------------------------------
not: yazdıklarım sanki bir anlama klavuzu gibi göründü. başlık bu yüzden. ne kadar basit değil mi?
basit olan çekici olsa gerek. bu isimde ne yazılsa çok-satan oluyor. bundan nefret ediyorum. ama bana ne diyebiliyorum.


not2:

         Paradise Lost - Accept The Pain

17 Eylül 2011 Cumartesi

bir susacağım bir daha kimse konuşturamayacak beni. konuşmaya başlarsam da kimse susturamaz sanırım. şu an tam da bunu düşünüyorum.

her şeyi berbat etmek çok kolay olsa da bunun eşiğine gelindiğinde insanı zor bir karar bekler her zaman. acaba yıkmalı mı bütün evleri? zihnimizdekiler de dahil.

sanki mutsuzum. sanki mutsuzluğu özlüyorum. çok alışkın olduğum için belki, uzun süre ortalıklarda görünmemesi eksiklendiriyor beni. sanki çok büyük saçmalayacağım.
tam da bunu hissediyorum.

bazen saçmalamanın dönüşü olmaz. yazık olur.

14 Eylül 2011 Çarşamba

İki Parça - 3


                          Nick Cave - To Be By Your Side


                               Depeche Mode - Rush

13 Eylül 2011 Salı

Bu aralar pek görünmüyorum. Acaba nerelerdeydim sevgili kendim?

NOTLAR:

1. Verimsizim. Dökülüyorum. Zamanım geçti.
2. Kurağım, yağmursuzum, düşsüzüm.

3. Yokum. Niye? Ulaşılabilir olmak istemiyorum. Görünmüyorum.
4. Ulaşılabiliyorum yine de. Niye? de-

5. O. Aruoba okumak istiyorum. Kaldıysa. Biraz.

6. Unutalım bunları. Neler diyeceğim başka.

7. Hoplayıp zıplıyorum. Sürekli hareket halindeyim, kendimi taşıyorum. "Yaklaşıyor." İnatla yaklaşıyorum ben de. Meydan okuyorum. Kendimle tehdit ediyorum. İnsanları, zamanı, her şeyi. İnsanlara, zamana, her şeye.
8. Gereksiz ayrıntılardan arınmak istiyorum. Kaldıysa. Biraz.

9. Uzak şehirleri dışlıyorum. Uzak şehirler, bensiz kalın! Gibi.

10. Hayatımdan birilerini kovdum. İnsanlardan beklentim kalmadı. Olmasanız da olurdu. Olsanız da olur. Ne kadar kötüyse o kadar kötü. Ne yazık! Bensiz kalın. Ne fark eder(siniz). ? (Bir sürü bir sürü konuşurum işte böyle, o yüzden defolun gidin başımdan.)
11. Televizyon izliyorum (artık), kafam dağılıyor; çünkü televizyonda gördüğüm hiçbir şeyi düşünmüyorum. Aradığım boşluğu buldum. Günde yarım saat iyi geliyor televizyon. Düşünmesiz. (Kötü amaçlarım için kullanıyorum işe yaramaz şeyleri.)
12. Kaygı ile ilgili düşündüm. Hayatımdan birilerini kovdum. İnsanlardan beklentim kalmadı. İnsanların gıyabında kaygıyı düşündüm. Haber vermeden çekip gittim düşüncemde.
13. İnsan neden yalnızlığı seçer (yaptığı buysa ve yapabildiyse)? Zaten yalnız olduğu için mi? Bu seçim bir farkındalık sonucu mu geliyor karşısına? Yoksa üzerine düşünülmese de olur denilen bir tür basit savunma biçimi mi sadece? İstenir mi yalnızlık? Yenir mi? Yener mi? Hem yenir hem yener mi? Hasta eder mi? Öylesine mi, gelişine mi, tesadüfen mi? Yani? Alınmış bir karar mı, bile bile bir tasarı mı, sunulmuş mu, içi oyulmuş mu, yapışkan mı, akışkan mı, solucan mı, tırtıl mı, uzayda yer kaplayan bir boşluk mu, eğri mi, kaskatı bir yumru mu (?x11=??) Her neyse.

İnsan bazen kendiyle ilgilenmek ister. 

14. 37 yaşıma geldim, hala ders çalışıyorum. Zaman her şeyden daha hızlı. Haliyle geriden takip ediyorum. Ah şu 25 yaşında olsam neler vermezdimlerim... Kıyamam ben kendime.
17 yaşında olacağımı bilsem, ölürdüm, tekrar dirilmek isterdim. Bu hayata tekrar gelmeyi bile göze alırdım. 17 yaşında olabilecek olsam değerdi. Yoksa değmez. Unutalım. 17 yaşımda olabilecek olsaydım 15 yaşında olmayı da isterdim. Bu böylece "hiç olmamaya" kadar gider. Zaten gideceğim(iz) yer de orası değil mi?

15. Bazen bakıyorum, 127 okunmamış öğe falan. Cehennemin kapısında yazmıyor bu, izlediğim blogların günlük ortalama getirisi. Zaman karşılığında blog yazıları okuyorum. İzlediğim bloglardan vazgeçmem de bu yüzden kolay olabiliyor bazen. Birkaç nazik hareketle bu bloğu izlemeyi durdur demek fazladan bir fincan çay içmek demek. Benim zamanımı boşa harcamayın insanlar! Karşımda duranlara yaptığımın aynısını yaparım. Benden mahrum kalırsınız. Bensiz kalın. Hayatımdan bazı blogları da kovdum. (Bu yazdıklarımı okuyor olsalar "pek de umurumdaydı" diyebilirler. Benim bir yerden gidişim önemlidir, bilemezsiniz ne kadar olduğunu.)

16. Miyavlar gitti, yerlerine cikcikler geldi. Evimizin hayvan kontenjanında iki kişilik yer var hala. Uzun yaşayacaklarını bilsem balıklarım olsun isterdim, ama yaşatamıyorum onları. Miyavlar gitti gideli sanki onlar evdeymiş gibi, bir şeyi incitecekmişim gibi yürüyorum; birinin üzerine basma korkusuyla. Zira yüz kilo varım, bir kediyi ezdiğimi düşündükçe içim parçalanıyor. Gerçi bir tanesinin üzerinde uyumuştum, bir şey olmamıştı. Daha doğrusu o benim altımda uyumuştu, sanırım bu yüzden bir şey olmadı.

Hayvanların ölmesi insanların ölmesi kadar zor olabiliyor. Hayvanların gitmesi insanların gitmesinden daha çok üzebiliyorbazen. Balıklar da hayvan. Gitmelerine dayanamam diye yoklar, belki de, olmasınlar.

(Uzun yaşamak nedir ya? Yaşamak için ne kadar da gereksiz bir sıfat bu 'uzun'. Anlatımsız. İfadesiz. Durgun. Çiğ.)

17. İnsanlara baktığımda onları çok küçük görüyorsam bu fazla uçtuğum anlamına gelebilir. Fazla uçmuş olmayı çok isterdim, ama insanları küçük görüyor olmamın sebebi bu değil. (Keşke yalnızca bunun için baksaydım sana?)
Minyatür bakıyorum. Perspektiften yoksunum. İşin kötüsü, bu kadarına bile şükretmeli bazı insanlar.
(Mecburen otosansür.)
18. Birkaç yıl öncesinden çıkıp gelen:
"İnsan: tuvaletini yaparken canı acıyan varlık."

 19. Güzel-yazan insanların  ortak kaderi, kimlerin onları okuyup okumadığını tam olarak bilememeleridir. Yazı (söz) kimlere ulaşır, kimlerin kafasında nasıl canlanır, nasıl anlaşılır, nasıl var olur, neleri değiştirir? Yazan bunların çok azını bilirse şanslıdır. Bilmemek kiminin içini yer. Anlatmak istediğini anlatabilmiş olmayı ister kimi, hatta bazen zorla anlaşılmak ister; nasıl anlaşıldığını fazla önemsediği için. Konumuz bu değil, dağıtmadan, sarsmadan söylemek isterim:
Blogları okuyorum. Bazen okuduğumu belirtiyorum bir yorumla. Ama yorum yapamıyorum bazen, çeşitli nedenlerle yorum yapmak istemediğim de oluyor. Belki bir şekilde birileri onları okuduğumu düşünür diye yazdım buraya. Okuyorum ben, ama görünmüyorum. Kitapları okur gibi, sessizce, yerimi bilmeye çalışarak.

20. Sıkıntılı dönemlerde yanımda birinin olmasını istediğim olmuştur. Genelde kimse olmaz. Önemli olan şu: Yanımda olmak, bana yardım etmek isteyen birileri mutlaka vardır, ama yanımda olamıyorlardır. Ben de bazen birilerinin yanında olmak istediğim halde olamıyorum.

O halde,
İnsan kendine içkindir.
Yine de:
İnsan bazen kendine dışarıdan bakabilmeli, bazen kendinin yanaklarını okşayabilmeli, bazen uzanıp kendi yanaklarından öpebilmeli, bazen başını omzuna yaslayabilmeli, bazen içinde değil yanında olabilmeli.

Şu hayatta bazı güzel insanlar istemeseler de giderler başka diyarlara. Onların boşluğunu, onların özüme kattıklarıyla dolduramıyorsam zaten onları içimde var edememişimdir. Gidenler giderlerken bir şeyler götürürler ama 'buradayken' verdiklerinden fazlasını götürmezler.

Yaşamak bu açıdan anlamlıdır. Yaşayan, kendisini oluşturan parçaları da yaşatır. Yaşatmalıdır da.

5 Eylül 2011 Pazartesi

İnsan-ül K.

Bedenim benim ülkem
kaç kişiysem orada,
o kadardır nüfusum.
Kaç yüzüm kadar yüzölçülse keşke,
ama boşlukta kapladığım yer kadardır
yüzölçümüm.

Derim sınırımdır. 
nefesim, bakışım ve sözcükler
hep geçerler sınırı.
Kimseden izin almadan
giderler başka ülkelere.
ÇİFT


Akşam oluyor
Ve akşamdan sonra, karanlık
Ve karanlıktan sonra
Gözler
Eller
Ve nefesler... ve nefesler... ve nefesler
Ve su sesi
düşüyor damla damla damla sütten

Sonra iki kızıl nokta
İki yanık sigaradan
Saatin tiktakı
Ve iki kalp
Ve iki yalnızlık



Furûğ-i Ferruhzâd

4 Eylül 2011 Pazar

Orta Yaş Şiirine Renkli Elbiseler Giydirmek

Abuk insanı ve ben ortaklaşa halt ettik, zayıf mizah duygumuzla bir işe kalkıştık. Pişman mıyım, değilim. Yaptık işte bir şeyler. Çok eğlenceliydi (en azından biz çok eğlendik). Vadettiğim üzere yaptığımızı bloğumda paylaşacağım ama önce birkaç diyeceğim var.

İlk olarak aşağıdaki yazıdan bahsedeyim. Abuk insanıyla ortak bir bloğumuz var. Adı "Abuk Bir Günün Negatif Tutanakları". Birkaç yıl önce Tutunamayanlar'dan esinlenerek tutanak tutmaya karar vermiştik. Birkaç sayfa tutanak tuttuk ve Abuk bunları yıllar sonra evde temizlik yaparken bulup bloğunda paylaştı. 2008 tutanaklarını okuyunca çok hoşumuza gitti ve bir süre önce bir blog açıp burada tutanakların devamını getirmeye karar verdik. Ne kadar eğlendiğimizi anlatmak isterdim ama bunu yaparsam bu yazı amacından sapar. Tutanaklarla ilgili bir karar almıştık, yazdıklarımızı kimse görmeyecekti, sadece bazılarını bloglarımıza koyacaktık. Bunun sebebi de insanları rahatsız etmek istememiz ve kimseyi rahatsız etmeden rahat rahat yazmak istememizdir. Bu tabii tutanakları tuvalet ihtiyacımızı gidermek için kullandığımız anlamına gelmiyor (tutanaklardan kalan bir alışkanlıkla yazdım bunu.) Yeri geldiğinde ağza alınmayacak küfürler ediyoruz falan.

Aşağıdaki yazı benim yazdığım bir şiirin ayrıntılı bir tahlili olarak abuk'un kişisel bloğuna sızdı. Şiir benim, tahlil de abuk'un. Bizim eleştiri anlayışımız biraz seviyesiz olduğu için rahatsız edici bazı unsurlar barındırıyor olabilir. Baştan uyarayım. Ayrıca değişiklik yapmadan, Abuk'un uyarısıyla birlikte burada paylaşıyorum bu yazıyı. Şiirin yorumlanması gibi, yorumun da yorumunu yapabilirdim, ama çok zaman alır, çok uzun bir yazı olur, kimse okumaz diye bulaşmadım.

Özellikle söylemek isterim, umarım aşağıda yazılanlar kimseyi incitmez. Ne kadar terbiyesiz insanlar olsak da kimseyi kırmak, üzmek istemeyiz. Unutulmaması gerekir ki aşağıdaki yazı "özgürlük sapıttırır!" mottolu bir blogdan alınan ve gerçek kişi ve kurumlarla ilgisi olmayan bir eğlence nesnesidir. Bir de metinlerarasılık olayına fazla takılmadan okursak sevinirim.

Ve bu yazı otosansüre uğradı. Sansüre tümüyle karşı değilim, bazen insanın edepsizliğinin bir sınırı olmalı :)
Ve üzülerek belirtiyorum "çünkü öyle" bloğunda yazan negatif'le "Abuk Bir Günün Negatif Tutanakları" bloğunda yazan negatif maalesef aynı kişi (Dil çıkaran smiley olacak burada).

O halde buyrun, abuk'un negatif'i şair yaptığı o muhteşem yorum:


"Aşırı Bir Yorum Üzerinden Trajikomik Bir Tahlil Denemesi

Uyarı: Bu şiir ve şiir tahlili denemesi hiçbir şekilde ciddiyet içermemektedir. Tamamen can sıkıntısı içerisinde kıvranan Abuk ve Negatif insanlarının ortaklaşa can sıkıntılarını gidermek için ortaya atılmış bir eğlence ürünüdür. Kamuoyunu baştan uyarmayı bir görev biliriz. Sevgiler saygılar.

BİR ORTA YAŞ SENDROMU OLARAK: BEN KİMİM Kİ?

Ben Kimim Ki? 

                      Sevgili dostum, yönetmen Kim ki? Duk'a

beynim sulanmış ekmek ban ye
ban bana bakışını
içimden geçen nehirleri seyre dal
geçit vermez dağlar
ve yollar
akşamüzerileri
kıçımın kenarı
sızlar sızlar sızlar
kimse görmeden
ufukta bir uzaylı geçiyor
geçinip gidiyoruz işte
bir de hakkı var
yanımda
o da selam söylüyor.

Negatif
---------------------------------------------------------------

Edebiyat dünyamızın sabırsızlıkla yeni şiirlerini beklediği Negatif Bey, uzun bir aradan sonra biz şiirseverleri sevindirerek yeni şiirini edebiyat dünyamıza hediye etti. Uzun zamandır ortalıklarda görünmeyen Negatif Bey, bu uzun zamanı fazlasıyla değerlendirdiğini kanıtladı bize. Yeni şiir kitabı, "Ben Kimim Ki?" şiirimize yeni soluklar getirdi. Sürekli bir görünüp, iki inzivaya çekilmesiyle meşhur şairimiz, kalemini fazlasıyla sivreltmiş, yaşamını olduğu gibi şiire katmış. Toplam 17 şiirden oluşan kitabı, kitapçılarda yerini çoktan aldı. Neden 17 şiir diye sorarsak, burada da şairimizin güzel göndermesi var aslında. Şiirleri insan yaşamının dönemlerine göndermelerde bulunan şairimiz, yazdığı toplam 17 şiirle biz şiirseverlere birçok şey hatırlatmayı amaçlamış. 17 ise, doğrudan, insanların en güzel yaşı olan 17'ye bir gönderme. "Şairler hep 17 yaşındadır" lafını burada hatırlatmakta fayda var. Bu 17 şiirinde de şairimiz imge dünyasıyla şiir dünyasını temelinden sarstı. Lafı fazla uzatmadan, şairimizin kitabıyla aynı ismi taşıyan en  güzel şiiri "Ben kimim ki?" adlı şiirini inceleyelim;

Ben Kimim Ki?: Şiirin başlığı, bir sorgulamayı içeriyor. Bu sorgulama daha çok, insanın gelişim aşamalarını içeren gelişimsel dönemlerini kapsayan bir olgu. Özellikle, ergenlik dönemlerinde "kimlik inşaası" yaratılırken insanın ortaya attığı bir sorudur. İletişim çağında olduğumuzdan, hızla yarışan insanoğlu, eski çağlardaki gibi kendini sorgulamayı bir kenara bırakmış, ve daha çok çevresindeki gelişmelere kafayı takmıştır. İşte, şairimiz, şiirinin başlığına taşıdığı bu sorgulamayla, insanoğlunun bu unutkanlığına, kendini "yeniden" hatırlaması gerektiğine işaret ediyor. "Ben kimim" sorusu, insanoğlunun ilk çağlardan itibaren kendisine sormaya başladığı bir sorudur. Delphi tapınağının girişindeki "Kendini Tanı" yazısı da buna işaret eder, yüzyıllar boyunca günümüze kadar uzanan feylesoflar, yazarlar, şairler hep bu olguya işaret etmiş, bu soruya cevap aramışlardır; "Ben Kimim?", "İnsan Kim?"...Türlü türlü cevaplar gelmiştir bu soruya, tarihin tozlu sayfalarında her kafadan bir ses çıkıyor görüntüleri/sesleri gelse de, bu gelen cevapların hiçbiri yanlış değildir. Her biri, işin bir ucundan tutarak bu soruya cevap aramış ve cevaplar üretmiştir. Şairimiz, inzivaya çekildiği zamanlardaysa, bu soruyla fazlasıyla ilgilendiği belli oluyor. Kendisiyle uzun uzun sorgulamalara girişmiş ve bebeklik çağlarından itibaren, yaşadığı şu ana kadar uzanan zaman dilimlerini, gelişimsel dönemlere bölerek şiirlerinde cevaplar üretmeye çalışmıştır. Şairimiz, şiirini koyduğu bu başlığıyla, şiirini okumadan önce, bizi, kendimizi sorgulamamız için yemyeşil dağların tepelerine davet ediyor. Neden yemyeşil dağlar peki? Gökyüzünü izlemek için gözlemevleri, dağların en tepesine inşaa edilir, gökyüzü dağların doruklarından izlenir, en güzel gökyüzü gözlemi bu doruklarda yapılır. Şairimiz, göndermeleriyle, imgeleriyle bizi daha başlıklarda vurmasını çok iyi bildiğini kanıtlıyor.

Sevgili dostum, yönetmen Kim Ki? Duk'a: Şairimiz, şiirini ithaf ettiği, uzak doğulu yönetmen Kim Ki Duk'u anarak, şiirinin içeriği yönünde bize gizli mesajlar veriyor daha şiir başlamadan. Bilindiği üzere, Negatif Bey'le Kim Ki Duk, yılları deviren bir dostlukla birbirlerine bağlıdırlar. Kim Ki Duk da, bu dostluğun hatrına bir filmini Negatif Bey'e ithaf etmiş, Negatif Bey de bu jestin altında kalmayarak, dostluğa olan saygısıyla bu güzelim şiiri, sevgili dostu yönetmene ithaf etmiş, biz okuyucularını duygu seline boğmuştur. Şiirin ithaf bölümüne yeniden dönersek, bunu anlayabilmek için, Kim Ki Duk'un filmlerini izlemekte fayda var. Çünkü şiir, gerçekten de bu yönetmenin filmlerin, içeren bir "sessizlikle" örtülü. Bilindiği üzere, Kim Ki Duk'un filmleri, diyalog yoksunudur. Yönetmen, karakterlerini konuşturmayarak, sinemanın gerektirdiği gibi görüntülerle anlatmak istediklerini anlatma yoluna gitmiştir. Fazla söz, kalabalık yaratır, gürültü yaratır. Yönetmenimiz, filmlerinde diyalogları çıkararak, en güzel anlatım yoluna yaklaşmış, az sözle mükemmel anlatımları yakalamıştır. Şiir de böyledir, şiirde ne kadar az sözcük olursa, o kadar iyidir. Bu sözümüz yanlış anlaşılmasın, az söz denilen şey, gereksiz sözcükleri ayıklayarak, az sözle birçok şey anlatmaktır, birçok imge çağrıştırmaktır. "Saf Şiir" denilen kavramın özü de buradadır. Büyük şairler, ömürleri boyunca bu "saf şiir"e yaklaşmak için didinip durmuşlardır. Şiirimizin, ithaf bölümünde bile, şiirsel bir anlatıma yapılan göndermeyi içerir.Ayrıca yönetmenin adıyla ve şiirin adıyla yapılan sözcük oyunu takdire değer nitelikte.


beynim sulanmış ekmek ban ye
ban bana bakışını
:

Hatırlatmakta fayda var, argomuzda buraya taşıyamayacağımız bir deyiş vardır. Şairimiz burada bu söylemi alıp, cinsellik içeren bağlamından kopararak çok farklı bir söylem çizgisine çekiyor. Ergenlikten itibaren zirvesinin doruklarına ulaşan cinsel istek, 30'lu yaşlarından itibaren olgunluk çağlarına erişir ve 35'inden sonra da bunun yerini çok farklı şeyler, istekler, hedefler alır. Şairimizin yaşının 37 olduğunu göz önüne alırsak, bu bağlamın da açıklığını kavrayabiliriz. Beynim sulanmış, söylemi, artık sorgulamalardan, kendini aramaktan yorulmuş, çorbaya dönmüş bir beynin yalnızlığını anlatıyor. Ban bana bakışını dizesi de, bu yalnızlığı, sorgulamaların karanlık bir yalnızlık içerisinde yapıldığını ve sorgulamalar, cevap aramalara yönelecek "bir bakış"ı aradığını anlatıyor. Banmak fiili de, kendisine yönelecek olan bakışların, bu muazzam beynin içerisinde yankılanan sorgulamaların, bir bölümüne yönelerek hiç değilse bile bir yardım eli uzatmasını ve, ortak bir şekilde cevap aramaya çağırıyor. Yalnızlık çok kötü bir şey azizim. Yalnızlıktan öte, anlaşılamamanın getirdiği o karanlık yalnızlık. Şairimizin çıkmazlarından bir tanesi de bu, şiir dünyasının mayası olan en önemli özelliği.

içimden geçen nehirleri seyre dal
geçit vermez dağlar
ve yollar
:

"içimden geçen nehirleri seyre dal" dizesi, yukarıdaki dizeleri perçinleyen bir anlatım olmuş. İçimden, beynimden ne sular akıp geçiyor gürül gürül farkında mısın? Niye bir kulak uzatmıyorsun, dinlemiyorsun içimde çağlayan yalnızlığı, diye barım barım bağırıyor resmen. Nehrin de bir varış noktası, hedefi vardır, o da denizdir, okyanustur. Yani çok derin yerlere giden bir yalnızlık, bir hayatı sorgulama meselesi. Şair bu dizeden itibaren, yaşamının hedefine işaret ediyor, bu aklımıza gelebilecek herhangi bir şey olabilir. Fakat, hedefe ulaşmak kolay değildir. bunu da "orta yaş şiirleri"nde de apaçık bir şekilde gördüğümüz klasik bir imge haline gelen "dağ imgesi"ni katarak anlatmayı seçmiş. Şairimiz aslında bu imgeyle, klasik anlatıma bir başkaldırı gerçekleştirmiştir. Artk bıkkınlık veren, hemen hemen bütün orta yaş şiirlerinde yerini alan bu dağ imgesini, nehirlerle birleştirerek, bambaşka bir soluk getirmiş. Ferhat ile Şirin'den itibaren bizim de klasik edebiyatımızda yer almaya başlayan bu "geçit vermez dağlar" söylemi, hedefe ulaşmanın zorluğu, artık orta yaştan itibaren karanlık bir yalnızlık içerisinde yoğun bir şekilde gözlemlenen sorgulamaları, "ne idim, ne oldum?" arayışının bir türlü gelmek bilmez cevaplarını içeriyor. Hayatın muhasebesi, ve gençlik çağlarından itibaren varılmak istenen nokta, ama hayat şartlarının cilveleri eşliğinde varılmak istenen noktadan, hedeften çok başka yerlerde kendini bulmanın getirdiği büyük hüzün, insanı perişan eder. Şairimiz de çekildiği inzivada, bu büyük hüznü duymuş olmalı ki, bu klasik anlatımı kullanarak, bize bunu ironik bir şekilde dile getiriyor.

akşamüzerileri
kıçımın kenarı
sızlar sızlar sızlar
:

Bu dizelerde de, sorgulamaların, genellikle, güneşin battığı zamanlarda ortaya çıktığını ve sorgulamaların genellikle, kıç üstü oturarak yapıldığını ve saatlerce sürdüğünü, böylece kıçın uyuşup sızladığını dile getiriyor

kimse görmeden
ufukta bir uzaylı geçiyor
geçinip gidiyoruz işte
. :

dizeleri de, şairimizin içinde bulunduğu derin, karanlık yalnızlığa yeniden dikkat çekiyor. Kıç üstü yapılan, akşamüzeri sorgulamaları, kimsenin görmediğini haykırıyor. Sadece çok uzaklardan ziyarete gelen, garip bir uzaylının ufuk çizgisinden ufosuyla gelip geçmesiyle, çok uzaktaki kendini anlayabilecek canlıları anlatıyor. Yakınındaki kişilerin bir türlü kendisini anlamadığından yakınan şairimiz, hayalinde yarattığı bu uzaylıyla bir nevi teselli buluyor, onun ufosuyla geçip giderken, kendisine el sallayıp, "merak etme hacı, ben anlıyorum seni, kıçına bereket" diyerek, karanlık yalnızlığına dost oluyor. "geçinip gidiyoruz işte" dizesi de, çok hüzünlü bir anlatımı barındırıyor. Okuyunca gözyaşlarımızı tutamıyoruz, hüngür hüngür ağlıyoruz bu karanlık yalnızlığı görünce.

bir de hakkı var
yanımda
o da selam söylüyor..
:

Bu dizelerde de, çözülemeyen derin yalnızlık, şairin hayal dünyasını daha çok geliştirerek, kendisine hayali bir arkadaş edinmesini sağladığını gösteriyor. Bu hayali arkadaşın isminin "hakkı" olması fazlasıyla dikkat çekici. Yıllarca yakın çevreleri kendisini anlamadığı için ağır bir depresyona giren şairimiz, bu depresyonu kendisine hayali bir arkadaş yaratarak atlatmayı seçiyor ve, bu hayali arkadaşın üzerinden aldığı ağır yüklere bir şükran niteliğinde ona "hakkı" ismini veriyor. Hayali arkadaşının hakkını veriyor.

--------------------------

Etraflıca tahlil ettiğimiz bu şiirde, anlaşıldığı gibi orta yaşların ağır sendromları olan "kendini sorgulama" "hayatı sorgulama" "derin, karanlık bir yalnızlık" içerisinde örülmüş bu şiir, bizi karanlık bir anlatımla sarıyor ve bu orta yaş çıkmazlarının içerisinde derin bir hüznün içerisinde bırakarak, beynimizi eriten bir sorgulama içerisine itiyor. Şairimiz, bu şiirinde başlığından itibaren klasik söylemleri, bağlamlarından kopararak, bambaşka anlatımlar içerisine yerleştirerek, klasik orta yaş şiirine bir osmanlı tokadı atıyor, kendisine gelmesine sağlıyor."

Iter Impius


                             Pain Of Salvation - Iter Impius



Iter Impius

Bay Para:
Bugün uyandım
aradıklarımı bulmayı umarak
ve satın aldığım hayatın dağlarına tırmandım.
Sonunda bütün düzenlerin zirvesindeyim,
ama ne yazık! Benden başka kimse kalmadı şu hayatta.

Bugün uyandım
tozla, kirle, taşla kaplanmış bir dünyaya.
Bu solmuş tahtın kralıyım.
Tüm ormanlara, tüm dağlara, tüm denizlere hükmettim.
Şimdi geriye hükmedeceğim bu yıkıntılar kaldı  sadece
ve... gördün mü, beni göstererek;
hayat bize sırtını döndü.
Nasıl kabul edebiliyorsunuz?
...nasıl? Bunu anlayamıyorum.

Bugün uyandım
ormanlardan ve ağaçlardan yoksun kalmış bir dünyaya.
Tüm okyanuslar, tüm denizler çekilmiş,
tıpkı sahilin üzerindeki işe yaramaz tuğla köprüyü
bir sabah fırtınadan sonra silip götüren
acımasız gel-git gibi.
Öfke yok
bizi durmadan çağıran bu acımasız zamandan başka...
[hiçbir şey yok]

Asla çizgiyi aşmayacağım.
Bu dünyayı geride bırakıyorum;
kendi dünyamda kalacağım,
kana bulanmış tahtımda.
Bu yıkıntıya, bu enkaza hükmediyorum
ve toza, kire ve taşa
öfkenin sopasına ve zangır zangır titreyen kemiklere

Kendi dünyamda
tümden yalnızım.
Her şey gitti.
Sonsuza kadar burada çakılı kalacağım
ve şimdiden soğuk [geliyor].

Asla çizgiyi aşmayacağım.
Bu dünyayı geride bırakıyorum;
kendi dünyamda kalacağım,
kana bulanmış tahtımda.
Bu yıkıntıya, bu enkaza hükmediyorum
ve toza, kire ve taşa.
Öfkenin sopasının ve pasın
ve bu titreyen kemiklerin hükmedeniyim.
Yıkıntının hükümdarı.
Yıkıntılara hükmediyorum (dilediğimce.)



Bu da Bilge'nin çevirisi:

Bay Para:
Bugün uyandım
aradıklarımı bulmak
ve satın aldığım hayatın dağlarına tırmanmak için.
Sonunda dünyadaki bütün düzenlerin zirvesindeyim,
ama ne yazık! Benden başka kimse kalmadı şu hayatta.

Bugün uyandım
tozla, kirle, taşla kaplanmış bir dünyaya.
ben, bu solmuş tahtın kralıyım.
Tüm ormanlara, dağlara, tüm denizlere hükmettim.
Şimdi hükmedeceğim bu yıkıntılar kaldı  sadece
ve... gördün mü, beni göstererek;
hayat bize sırtını döndü.
Nasıl kabul edebiliyorsunuz?
...nasıl?  anlayamıyorum.

Bugün uyandım
 ormansız ve ağaçsız bir dünyaya.
Tüm okyanuslar, tüm denizler çekilmiş,
tıpkı sahilin üzerindeki işe yaramaz tuğla gibi
bir sabah fırtınadan sonra köprüyü silip götüren
o acımasız gel-git gibi.
Öfke yok
bizi durmadan çağıran bu acımasız zamandan başka...
[hiçbir şey yok]

Asla çizgiyi aşmayacağım.
Bu dünyayı geride bırakıyorum;
kendi dünyamda kalacağım,
kana bulanmış tahtımda.
Bu yıkıntıya, bu enkaza hükmediyorum
ve toza, kire ve taşa
öfkenin sopasına ve zangır zangır titreyen kemiklere

Kendi dünyamda
büsbütün yalnızım.
Her şey gitti.
Sonsuza kadar burada çakılı kalacağım
 şimdiden soğuk [geliyor].

Asla çizgiyi aşmayacağım.
Bu dünyayı geride bırakıyorum;
kendi dünyamda kalacağım,
kana bulanmış tahtımda.
Bu yıkıntıyı, bu enkazı ben yönetiyorum.
ve tozu, kiri ve taşı.
Öfke sopasının ve pasın
ve bu titreyen kemiklerin . kralıyım
Yıkıntının hükümdarı.
Yıkıntıya hükmediyorum (dilediğimce.)

2 Eylül 2011 Cuma

canım bugün, ne oldu sana böyle?

Çok konuştuğumda yazamıyorum.
Sıkıntıyla baş etmenin yollarını ararken aklımı bir sürü özensiz düşünceyle doldurdum. Düşündüklerim sayfalarca yer kaplayabilir, ama sözcükler bir şey ifade edemediklerinde yalnızca boşuna bir çabanın işaretleri oluyorlar. Şu an ne anlatacağımı bilmiyorum. Yazmak istediğimden bile emin değilim. Yine de yazmak için geldim buraya. Boş bir kafayla gelip hem sayfayı hem de kafamı doldursam iyi olabilirdi. Kafam çok ağır, gözlerim acıyor, parmaklarım yazmaktan nasır tuttu, sırtım ağrıyor. Kendimi gereksiz yere mi yoruyorum acaba?

Böyle bir girişten sonra yazdıklarımın hiçbir şey ifade etmediğini ve sözcüklerin öylesine yan yana gelip cansız bir yığın oluşturduğunu anlamak hep içime oturur. Çok sık başıma gelen bir durum bu. Oysa ki dün gece niye uyuyamadığımı, bugün niye hiçbir şey yapmak istemediğimi, neden saatlerce duymadan, düşünmeden, hareketsiz oturup durduğumu anlatabilmeyi isterdim. Anlatabilseydim biraz iyi hissedebilirdim, bu da birkaç kere başıma geldi.

Hiçbir şeyden tatmin olmayan insanları nasıl sevmiyorsam, şu an kendimi öyle sevmiyorum. Yaşanmadan geçip gitmiş gibi görünen günün ardından ağıtlar yakabilirim. Rahatlatacağımı bilsem hiç durmazdım. Kitaplarıma baktığımda onları okumak istemediğim için kendime kızdım. Birkaç yazı okudum sadece, ama yetmedi. Eksikliği tamamlamıyor okuduklarım, izlediklerim ya da düşündüklerim. Tuhaf bir haldeyim.

Dün gece sevinçle karşıladığım eylülün ilk gününü boşa harcadım işte. Çok da yazılacak bir şey değil aslında.

1 Eylül 2011 Perşembe

uyuyamıyorum.




Radical Noise - Bazen

bir eylül gecesi (şiirli, müzikli yazı yazdım)

Bütün şairlerin Eylül ayı kutlu olsun. Yaşasın sonbahar imgesi, yaşasın dökülen yapraklar; ağaçlar,kuşlar, yağmurlar, dizleri yaralı çocuklar çok yaşasın. Sonbahar güzellikler getirsin, mutluluklar getirsin.

kendi bestelediğim bir şiirimden birkaç dize paylaşmak istiyorum sizlerle:
"kimse görmeden
ufuktan bir uzaylı geçiyor
geçinip gidiyoruz işte
bir de hakkı var
yanımda
o da selam söylüyor."


Bu da sonbahar şarkısı:


               Lake Of Tears - Forever Autumn

"but the night becomes you
and the secrets of the rain, they will stay the same
and the time will come soon
with the secrets of the rain and the storm again

coming closer every day forever autumn"